Chert
,
da”
dedi.
“Ne demek?”
“Kahretsin, evet.”
“Diyorsun?”
“Chert, da.
O tip bir adam olsaydım, şu koca götünü tekmelemeleri için üç
bin kaymeyi gözden çıkarırdım.”
“Ama o tip bir adam değilsin.”
“Siz daha onunla yeni tanıştınız. Ben haftalardır bu pislik için çalışıyorum.
Ama parayla adam dövdürmek bana uymaz. Onun gibilerini bile. Birkaç kere,
diğer tarafta olmuşluğum var. Hiç hoşuma gitmedi.”
“Hım.”
“Senin adam kazanırsa, parasım vermiş gibi olacağım. Ama karma muhab
betinden de yırtacağım.”
Didier yavaşça doğruldu.
“Paramı ödedikten sonra seninle bir konuşalım, Oleg.”
Didier siyah, eski, kadife ceketinin kollarındaki külleri silkti. Yakasını gev
şetti. Ellerini ceplerine sokarak çam yarmasına doğru yürüdü.
İri Rus, yumruklarını sallamaya başlamıştı bile. Elleri sık sık vurduğu ka
falar kadar büyüktü. Usulca sağa sola kayarak kendince ufak çaplı ısınıyordu.
Elim bıçağımın sapındaydı. Oleg bir saçmalığa kalkışırsa onu masadan kal-
dırmamaya kararlıydım. Ama o, ellerini başının arkasına koyup iskemlesinde
kaykıldı ve keyifle olan biteni izlemeye koyuldu.
Didier iri yarı hasmına bir buçuk adım kala bir balerin gibi parmak uçla
rında dönerek zıpladı. Elleri hâlâ ceplerindeydi. Havada kollarını iki yana açtı
ve yere inerken dizlerini Rus’un göğsüne dayayıp silahının namlusunu kafasına
indirdi.
Didier sonra bir dansçı edasıyla yere kondu ve ellerini yeniden ceplerine
soktu. Rus önce dizlerinin üzerine yığıldı. Bilincini yitirmesine rağmen kolları
istemsizce hareket ediyordu. Saniyeler sonra burun üstü, o kocaman, ablak
suratının üzerine düştü.
“Sökül paraları,” dedim Oleg’e. Bu arada, Didier müdüriyetten özür dile-
mek için bara doğru seğirtmişti bile.
“Vay anasını,” diye mırıldandı Oleg. “Bizimki Rusya’da çıplak elle kaç ada
mı devirdi.”
“Ama burada bir balerine ve silahına yenildi,” dedim. “Paramı ver.”
Sırıttı. “Sorun değil. Ben Rus’um. Kullandığınız bütün silahları biz icat
ettik.”
Cebinden bir tomar çıkarıp üstteki birkaç banknotu aldı ve gerisini yine
cebine koydu.
“Esrarengiz bir adamsın,” dedim.
“Aslına bakarsan sadece işsiz bir adamım.”
Akrep George’un Rus fedailer tutmasıyla Leopold’ü Rusların basması tesa
düf olamazdı.
“Dur, tahmin edeyim,” dedim. “Mahesh’teki çatı katında güvenlik görev-
lisiydin.”
“Evet. Ama patronumuz olacak göt kovdu bizi.”
“Göt dediğin adam benim arkadaşım.”
“Kusura bakma. Ama arkadaşınsa ne kadar cimri olduğunu biliyorsundur.
Onun için çalıştığımız her saati dakika dakika saydı. Bize iki yüz dolarlık bir
veda öpücüğü verdi ve kıçımıza tekmeyi bastı.”
“Cebindeki tomarda iki yüzden fazla vardı,” dedim.
“Otelde poker oynadık. İkizler denen bir herif oraya bildiğin kumarhane
kurmuş.”
“Eee?”
“Şansım yaver gitti ve bankayı patlattım.”
Usta kumarbaz Oleg bula bula benim bankayı bulmuştu demek?
Sayed sırıtarak siparişleri getirdi.
“Bay Didier müthişti,” diye fısıldadı kulağıma. “Yıllardır bu kadar iyi dans
ettiğini görmemiştik. Dağ gibi adamı bir vuruşta devirdi.”
“Ne yapacaksınız onu?”
“Bir an önce postalayacağız tabii.” Masayı bir bezle kurulayıp Oleg’in bira
sını önüne koydu.
Oleg domates soslu patates kızartmasını gösterdi.
“Başlasam sorun olmaz değil mi? Ev usulü patates kızartmasına hiç daya
namam.”
“Arkadaşını sokağa atıyorlar.”
“Başlayayım mı, seni mi bekleyeyim?”
“Hemen dönerim,” dedim derin bir iç çekerek.
Bu işlerin nasıl yürüdüğünü bilirdim. Baygın Rus’u Leopold’ün kapısının
otuz santim kadar ilerisine atacaklardı. O zaman olayın mekânla bir ilgisi kal
mayacaktı. Ki bu da, Rus kaldırımın tam ortasına serilecek demekti.
Bundan sonra, devreye sokak satıcıları girecekti. Müşterilerini engelleme
mesi için Rus’u yol kenarındaki hendeğe atacaklardı.
Bir taksici onun müşteri beklediği yerde durmasına sinir olacak ve baygın
Rus bu sefer de sokak ortasına sürüklenecekti. O sırada adama bir otobüs çarp
mazsa, bir ambulans belki insafa gelip onu bir hastaneye götürürdü.
Ben de bir zamanlar sokaktaki bir et parçasıydım. Dünyanın insafına kalan
bir zavallı. Tanıdık bir sokak satıcısını aradım ve Rus’u taksiyle hastaneye gö
türmesi için para verdim.
Geri döndüğümde Didier hâlâ kutlamaları kabul ediyordu. Leopold’deki
zararı kendi cebinden ödediği için itibarı iki kat artmıştı. Masaya doğru yü
rürken bir yandan da üçüncü bir Rus arıyordum. Paranoyakça gelebilir ama o
yıllar ne çılgındı bilemezsiniz. Her zaman ihtiyatlı olmakta fayda vardı.
Oleg’in yanma otururken, “Üçüncü Rus nerede?” diye sordum.
Peçeteyle ağzını sildi ve açık mavi gözlerini dürüstçe suratıma dikti.
“Üçüncü bir Rus olsaydı, ben çoktan ortadan kaybolurdum. Ruslardan
herkes tırsar. Ruslar bile. Ben Rusum. Sözüme güvenebilirsin.”
“Akrep sizi neden kovdu?”
“Bak, adam senin arkadaşınmış ama...”
“Sorun değil. Ne manyak olduğunu bilirim.”
“Bir keşiş buna kara büyü mü yapmış ne? Bana kalsa o herifi bulur, büyüyü
bozdururdum. Ya da çoktan tahtalıköye yollardım. Ama ben Rus’um. Bizde
işler böyle yürür.”
“Sonra ne oldu?”
“Senin manyak arkadaşın kendine çeşnicibaşılar tuttu.”
“Nasıl?”
“Onları bilir misin? Biriyle tanıştın mı hiç?”
“Hayır ama bahse girerim sen tanışmışsındır.”
“Eskiden kralların yanında çeşniciler olurmuş. Ama şimdilerde bunu Hintli
fakir çocuklar yapıyor. Yemeğini senden önce onlar tadıyor. Zehirli mi diye.”
Akrep’in kartal yuvasında işlerin yolunda gitmediğinden haberim vardı.
İkizler benimle konuşmuştu. Ama Akrep’in lanet takıntısını ciddiye almamıştım.
Oleg’in söyledikleri doğruysa, Akrep’in başı dertte demekti. O iyi bir adamdı ve
şu anda büyük bir sorun yaşıyordu. Arkadaşlar da bugünler içindi işte.
Ne var ki Leopold’de sadece vakit öldürüyordum. Concannon’ın adresi
cebimdeydi. Gece yarısı ona baskın verecektim. Dolayısıyla arkadaşımı yine
gözardı ettim.
“Gerçekten kovuldunuz mu, yoksa dayanamayıp siz mi ayrıldınız?”
“Yemeklerini çocuklara tattıramayacağım söyledim. Ben yaparım dedim.
Nasıl olsa hep açtım. Ama bana kızdı. İkimizi de işten attı.”
“Bu gece buraya gelip olay çıkarmanız için kimden para aldınız?”
“Ben almadım, deminki iribaş aldı. Beraber son bir içki içelim dedi. O dan
galağı bir daha görmeyeceğime seviniyordum. Sonra yolda özel bir iş aldığım
söyledi. İbne bir Fransız’la dalaşacağım dedi.”
“Sen de onu yalnız bırakmayayım dedin.”
“Birini öldürürse vizem dolmadan sınırdışı edilmekten korktum.”
“Çok insancılsın.”
“Sen kimsin ki beni yargılıyorsun, dostum?”
Şirin bir köpek yavrusu kadar dost canlısı görünüyordu. Ve haklıydı. Bir
adam haklıysa haklıdır. Nokta.
“Arkadaşıma dokunan karşısında beni bulur.”
“Merak etme. Seni gayet iyi anladım.”
“Ne?”
“Seni anlıyorum, diyorum!” diye bağırdı. “Gel, kucaklaşalım.”
Beni ayağa kaldırdı. Tahminimden daha kuvvetliydi. Bana sıkıca sarıldı.
Kader asla adil dövüşmez. Sizi sinsice izler ve ilk fırsatta tuzağına düşürür.
Dünya zamanın göllerinde kayboldu ve yuvarlandığım her bir göl beni bir
kucaklaşmaya daha da yaklaştırdı. Sımsıkı ama bir o kadar narin bir kucaklaş
maya. Avustralya’daki kardeşimin kollarına.
Onu hafifçe itip oturdum. Garsona el ediyordu ki, engel oldum.
“Şimdi boştasın yani?”
“Öyle. Yoksa bana iş mi teklif edeceksin?”
“Üç ya da dört saatlik bir iş.”
“Ne zaman başlıyor?”
“Birazdan.”
“Ne yapacağım?”
“Bir yere baskın vereceğiz.”
“Baştan söyleyeyim. Banka soymam.”
“Yok. Bir eve gireceğiz.”
“Kapıyı çalsan açmazlar mı? Neden illa baskın?”
“Açmazlar çünkü o evde sevilmiyorum.”
“Neden?”
“Gerçekten merak ediyor musun?”
“Getirilerine göre değişir.”
“Nasıl?”
“Bahsi kaybettim ya? İki katını isterim.”
“Anlaştık.”
“Ölüm riski var mı?”
“Önemli mi?”
“Tabii ki. Daha yeni tanıştık ama seni bile önemsiyorum, dostum.”
“Hiç sanmam.”
“Rusları tanımıyorsun o zaman. Biz insanlarla kolay dost oluruz.”
“Öleceğimizi sanmıyorum demeye çalışıyordum.”
“Tamam. Kaç kişiye ayar vereceğiz?”
“Üç. Biri, Concannon diye bir İrlandalı. İki adama denk.”
“Öbür ikisi nereli?”
“Sana ne?”
“Millete göre fiyat değişir. Bunu herkes bilir.”
“Bilmiyorum. Pasaport kontrolü yapmadım. Ama bir süre önce bir Afgan
ve bir Hintliyle çalıştığını duymuştum. Belki yanında onlar vardır.”
“Toplamda üç kişiler yani?”
“Belki ikidirler ama dediğim gibi, İrlandalı iki adam gücünde.”
“Bir İrlandalı, bir Afgan ve bir Hintli, öyle mi?”
“Belki.”
“Bir Rus ve bir Avustralyalı’ya karşı?” diye dalga geçti.
“Nasıl görmek istersen.”
“Fiyatı ikiyle çarp.”
“İki mi?”
Do'stlaringiz bilan baham: |