“Acaba tipini kaydırsam da kimse yüzüne bakmasa mı?”
“Dikkat et,” diye uyardım. “Erkek arkadaşım hafiften asabidir.”
“Sikeyim asabiyetini.”
İleride başka bir adam vardı. Göz ucuyla onu takip ederek masamızın üze
rine eğilen tabak suratlıya döndüm.
“Leningrad’da senin gibilere ne yaparız biliyor musun?” diye sordu
Didier’ye.
“Dünyanın her yerinde benim gibilere yaptıklarından,” dedi Didier soğuk
kanlılığını koruyarak. “Ta ki biz sizi durdurana dek.” Bir yandan da elini ceke
tinin cebine sokup öne eğilmişti.
Leningrad. Ruslar. Tehlikeyi göze alıp ikinci adama baktım. Arkadaşı gibi,
ince, siyah bir gömlek giymişti. Kısa, kumral saçları biraz dağılmıştı. Açık yeşil
gözleri pırıl pırıl parlıyordu ve dudaklarına alaycı bir gülümseme yayılmıştı.
Başparmaklarını soluk kotunun ceplerine takmıştı.
Arkadaşından daha çevik ve sakin bir tipe benziyordu.
Bu da onu, Didier
hariç odadaki herkesten daha tehlikeli yapıyordu. Zira ben dâhil, diğer
herkes
fazlasıyla gergindi. Göz göze geldiğimizde gülümsedi.
Tabak suratıyla görüş alanımı daraltan adama döndüm.
İri yarı Rus, elini bir goril gibi göğsüne vurdu. “Götün yiyorsa çık karşıma!”
Leopold’ün çalışanları çabucak etrafımızdaki masaların üzerlerini boşalttı.
Uzun boylu Rus boş iskemlelerle masaları itti ve açılan boşluğun tam ortasın
dan Didier’yi tehditkâr bakışlarla süzdü.
“Hadi, ufaklık. Ne duruyorsun?”
Didier bir sigara yaktı.
“Kuyruklu bela!” diye bağırdı çam yarması. “Hem ibne, hem Yahudi.
Yahudi takımının ibnesi de hiç çekilmez.”
Garsonlar iki Rus’un arkasına dizildi. Karşılıklı horozlanmalar kavgaya
dönüşürse, duruma el koyacaklardı. Gelgeldim, kimse şu iri yarı ve fazlasıyla
öfkeli Rus’tan ilk yumruğu yemeye yanaşmıyordu.
“Hadi ufaklık. Ne marifetlerin varmış, görelim bakalım.”
“Seni mi kıracağım?” dedi Didier. “Ama önce şu sigaramı içeyim.”
Ha siktir,
diye düşündüm ve Leopold’de içinden bu sözcükleri geçiren tek
kişi olmadığımı biliyordum. Didier keyifle sigarasını tüttürüyor,
arada bir de
cam küllüğe silkeliyordu.
O sırada çam yarmasının arkadaşı yanıma geldi. Ellerini öne uzatmıştı.
Yanımdaki sandalyeyi işaret ediyordu. Adam yürürken arkama yaslanıp sağ eli
mi belime attım ve bıçaklarımdan birinin sapını kavradım.
“Burası dolu mu?”
diye
sordu dostane bir tavırla. “Hazır arkadaşın sigara^
nı içerken biraz oturayım. Dert etmezsen tabii.”
“Burası özgür bir ülke, Oleg,” dedim. “Onun için burada yaşıyorum.
“Teşekkürler.” Rahatça yanıma kuruldu. “Alınma ama biraz klişe olmad
mı? Rusum diye illa adımın Oleg mi olması lazım?”
Haklıydı. Yiğidi öldür, hakkını ver, demişler. Onu bacağından bıçaklamayı
düşünseniz bile.
“Ben, Lin,” dedim. “Ama tanıştığımıza memnun oldum mu emin değilim.’
“Al benden de o kadar. Bu arada adım Oleg.”
“Sen benimle kafa mı buluyorsun?”
Elim hâlâ bıçaktaydı.
Güldü. “Hayır. Adım Oleg gerçekten. Şu Yahudi arkadaşın var ya? İbne
olan. Birazdan fena dayak yiyecek.”
İkimiz de Didier’ye baktık. Bir adli tıp doktoru edasıyla sigarasını inceli
yordu.
“Ben paramı Yahudi’ye yatırıyorum,” dedim.
“Yok yahu?”
“Ben paramı daima ona yatırırım.”
Gözlerinde muzip pırıltılar yanıp söndü. “Ne kadar verirsin?”
“Elimde avucumda ne var ne yoksa hepsini.”
“Yani?”
“Üç bin.”
“Amerikan mı?”
“Ben rubleyle iş yapmam, Oleg. Sigara bitiyor. Var mısın?”
Elini uzattı. “Anlaştık.”
Bıçağı bırakıp elini sıktım ve tekrar bıçağın sapını kavradım.
Oleg garsona
el etti. Didier sigarasının sonunu içiyordu. Garson dalgın gözlerle bana baktı.
Endişeliydi. İri yarı adam hâlâ masalardan boşalan yerde Didier’yi bekliyor
du. Servis durmuştu. Sayed adındaki garson neler döndüğünü anlayamamıştı.
Başımı salladım. Gözlerini iri Rus’tan ayırmadan yanımıza koştu.
“Bana buz gibi bir bira getir,” dedi Oleg. “Bir porsiyon da şu ev yapımı
patateslerinizden.”
Sayed gözlerini kırpıştırarak bana baktı.
“Sakin,” dedim. “Ben de seninle aynı durumdayım. Birazdan anlayacağız
bakalım.”
“Ah,” diye iç çekti rahatlayarak. “Birayla patatesler hemen geliyor.”
Başını sallayarak uzaklaştı.
Arkadaşlarının yanından geçerken, “Kimse
bir bok bilmiyor,” dedi Hintçe.
Garsonlar rahatlayarak Didier’nin sigarasını bitirmesini beklemeye ko
yuldu.
Bu arada, umarım arkadaşın kazanır,” dedi Oleg. “Gerçi bundan şüpheli-
lyim ama.”
Didier sigarasını küllüğe söndürdü.
“Yanlış duymadım ya? Benim adamım mı kazansın istiyorsun?”
“
Do'stlaringiz bilan baham: