BÖLÜM 22
1919 yılının kış aylarında ve daha çok 1920
yılının baharında ve yazında, olağanüstü bir
önem taşıyan bir sorun hakkında, bir durum
almak zorunluluğu ortaya çıkmıştı. Bu kitabımın
birinci bölümünde Almanya'nın karşı karşıya
kaldığı yıkılma tehlikesi hakkında tespit ettiğim
birtakım hususlardan söz etmiştim, işte bu sırada
Almanya'nın kuzeyini, güneyinden ayıran eski
hendeği büyütmek için, ingilizlerle Fransızlar
tarafından yapılması gerekli olan propaganda
yöntemine imada bulunmuş ve değinmiştim.
1915 yılı baharında, basında sistemli bir
biçimde Prusya'yı hedef alan ve hicveden yazılar
yayınlandı. Bu yazılar, savaşın sorumluluğunu
yalnız Prusya'ya yüklüyordu. Bu yayın, 1916
yılında ustaca olduğu kadar, kesin biçimde
hakarete de dönüşmüştü. En basit içgüdülere
hitap ederek, Güneydeki Almanları, Kuzeydeki
Almanlara karşı kışkırtmaya çalışılıyordu. Bu
yayın meyvesini vermeye başlamıştı. Gerek
hükümet yetkililerini ve gerek orduda yüksek
makamlarda bulunanları, daha doğrusu Bavyera
ordusu liderlerini, bu mücadeleye son vermek
için gereken azim ve kesinlikle müdahale
etmemiş olmalarından dolayı, kınamak hakkı
doğmuştur.
Bu
kimseler
işledikleri
bu
hatalarından ötürü, hiçbir zaman kendilerini
temize
çıkaramayacaklardır.
Tanrı
onların
gözlerini karartıyor ve onlara görevlerini
unutturuyordu. Evet, hiçbir şey yapılmadı.
Aksine bazı yerlerde bu mücadele iyi karşılandı.
Bunlar, birliğe giden gelişme yolunu tıkamakla
kalmayıp, federasyon eğilimlerini otomatik
olarak
güçlendireceklerini
düşünemeyecek
kadar dar kafalı kimseler idi. Fakat tarihte bu
kadar hile dolu bir ihmal, pek ender olarak bu
kadar acı bir cezaya çarpılmıştır. Prusya'ya
yapılan hakaret ve ona yüklenmek istenen ziyan,
bütün Almanya'yı kapsamına aldı. Sonunda
yıkılma işi hızlandırıldı. Yalnız Almanya
parçalanmakla kalmadı, imparatorluğu oluşturan
Alman devletleri de bölündüler.
Prusya aleyhinde yapay olarak körüklenen
kin, büyük bir hırs ve şiddetle Münih'te ortaya
çıktı ve ilk önce burada hanedan aleyhinde bir
kıyam patlak verdi.
Savaş
sırasında
süregelen
düşman
propagandasının Prusya'ya karşı bir fikir
hareketini yalnız başına getirmiş olmasına ve bu
tuzağa
düşen
halkın
lehinde
mazeretler
bulunmadığına inanmak ve bunu böyle kabul
etmek hatalı olur. Savaş sırasında genel
ekonominin teşkilât biçimi, Reich'ın her yanını
vesayet altında bulunduran ve bir dolandırıcının
kurbanlarına yaptığı gibi, ülkeyi istismar eden,
gerçekten pek anlamı olmayan merkeziyet
yönetimi
idi.
İşte
Prusya
aleyhindeki
düşüncelerin doğmasına yardımcı olan başlıca
sebepler bunlardı. Çünkü mutat tipteki halk
adamı için, merkezleri Berlin'de bulunan savaş
ofisleri, bizzat Berlin demekti. Berlin ise Prusya
idi. Halk ise, bu savaş stoklarının, Berlinli veya
Prusyalı, hatta Alman olmayan kimselerin elinde
bulunduğunu bilmiyordu. Zavallı halk kendim,
Reich'ın payitahtında işleyen kine, payitahta
layık görülen o âdi teşkilâtın tahriklerine
kaptırmıştı. Aynı zamanda, Bavyera hükümeti
tarafından da bu tecavüz ve tahriklerin içyüzü
açıklanmıyordu. Yahudi ise, savaş ofisleri
perdesi altında elinde tuttuğu iktisat politikası ile
Alman halkının zararına, meydana getirdiği âdi
yağma hareketinin, tahrik unsuru olduğunu
gayet iyi biliyordu. Yahudi için, galeyana gelen
halk kendi boğazına sarılmadıkça, korkulacak
ve çekinilecek bir tehlike mevcut olamazdı.
Bunun için Yahudi, halkın kinini, kendi
üzerinden uzaklaştırarak, bu kin ve isyanın bir
başka tarafta boşaltılmasını gayet iyi becerdi.
Bavyera Prusya ile, Prusya da Bavyera ile
kavgaya tutuşsunlar, bu yeterdi, işte Yahudi'nin
arayıp da bulamadığı şey!
Kavga ne kadar şiddetli ve korkunç olursa,
Yahudi için o kadar makbuldü, iki memleket
sonsuz bir garez ve hiddetle birbiri ile kapışacak
olursa Yahudi'nin rahatı da o kadar iyi temin
edilmiş olurdu. Böylece kamuoyunun dikkati bu
uluslararası oyundan uzak tutuluyordu. Bu
kavga en tehlikeli bir safhaya geldiğinde basiret
sahibi kabiliyetli birkaç kimsenin müdahalesi ile
mücadele
sakinleşti.
Yahudi
bu
durum
karşısında yeni bir tahrike müracaat etmekte
gecikmedi.
Güney ile kuzeyi birbirine düşürerek bundan
yararlananlar derhal olayın üzerine atılarak, kor
haline gelen ateşi körüklediler. Sonunda gizli
gizli devam eden nefret ve isyan tekrar alevler
saçmaya başladı.
Yahudi Almanları soymak için, Alman
milletlerini oyaladı ve kamuoyunun dikkatini
dağıtmak üzere her türlü dalavereyi çevirdi.
Daha sonra devrim oldu.
Halk, küçük burjuva ile kültürü az olan işçi,
1918 yılına kadar olan hâdiseleri anlayamadı.
Fakat 1918 yılının Kasım ayında meydana gelen
devrimi Alman halkının kendisine "Nasyonal"
denen kısmı, hiç olmazsa devrim patladığı vakit
anlamalı ve takdir etmeli idi. Çünkü devrim
hareketinin lideri kendisini derhal Bavye-ra'nın
çıkarlarını koruyan bir kimse olarak ilân etti.
Uluslararası Yahudi Kurt Eisner, Prusya'ya karşı
Bavyera ile çıktı. Halbuki bu serserinin hayatı
tetkik edilecek olursa, Bavyera'nın çıkarlarını
savunmaya ehil olmadığı görülürdü. Ayrıca
onun gözünde, Tanrı tarafından yaratılmış olan
bu dünyada Bavyera'nın varlığının devam
etmesi keyfiyeti pek önemsizdi.
Kurt Eisner, Bavyera'da inkılâpçıların kıyam
hareketine Bavyera'nın menfaatleri noktasından
bakmıyordu. O Yahudiliğin başdele-ge sıfatı ile
bütün bu hareketleri idare ediyordu. Almanya'yı
parçalamak işini çabuk bitirmek istiyordu.
Bunun için Bavyeralılara ihtiyacı vardı. Onların
içgüdüye
dayalı
eğilimlerinden
ve
antipatilerinden
yararlanıyordu.
Bu
pis
Yahudi'nin amacı, savunmasız hale gelen ve
parçalanmış olan Reich'ı tamamen komünizmin
bir avı haline getirmekti.
Bu âdi herif zıbardıktan sonra, yerine geçen
diğer pis Yahudiler de Kurt Eisner'in taktiğini
kullandılar.
Sosyalist milletvekillerinin çoğunluğundan
ayrılan bir grup, Sosyalist Demokrat Parti'yi
meydana getirdi. Bu Marksçılar kendilerine
müstakil parti adını vererek Alman Devleti'nin
hissiyatına ve içgüdülerine el uzattılar. Halbuki
bu kızıllar, mecliste savaş-tahsisatı-na olumlu oy
vermekten kaçan alçaklardı.
Bâvyera'yı
işçi
ve
Asker
Şûraları
Cumhuriyeti'nden kurtaran askeri kuvvetlerin bu
hareketleri
Yahudiler
tarafından
Bavyera
işçilerinin Prusya militarizmine karşı mücadelesi
olarak yorumlanıyordu. Şûralar Cumhuriyeti'nin
ezilmesi, Alman ülkelerinde olumlu tesir hasıl
etmesi icap ederken Münih'te bu hareket akıl ve
mantık dışı olarak Bavyeralıları Prusya'ya karşı
daha çok ayaklandırdı.
Komünist tahrikçilerin Şûralar Cumhuriyetinin
kaldırılmasını,
Prusya
militarizminin,
antimilitarist ve Prusya aleyhtarı olan Bavye-
ralılar üzerinde bir zaferi olarak göstermeleri,
semeresini çok bol verdi. Kurt Eisner, Landtag
seçimlerinde Münih'te ancak on bin taraftar
bulduğu ve komünist partisi de üç bin oy
alabildiği halde Cumhuriyetin düşmesinden
sonra iki partiye verilen oyların toplamı yüz bine
yükselmişti.
İşte bu tarihten itibaren Almanları birbirleri
aleyhine tahrik e-den bu mücadeleye müdahale
etmeye başladım.
Öyle bir mücadeleye girişiyordum ki, bu
mücadele
halk
tarafından
hiç,
ama
hiç
tutulmuyordu.
Şûralar Cumhuriyeti devam ettiği sıralarda
Münih'te yapılan toplantılarda, Almanya'nın
diğer bölgeleri ve bilhassa Prusya aleyhine
saçılan kin ve nefret o kadar yayılıyordu ki,
bazen bu toplantılarda bir kuzeylinin hazır
bulunması
demek,
o
kuzeylinin
hayatını
tehlikeye
atması
demek
oluyordu.
Bu
toplantılarda sık sık "Prusya'dan ayrılalım",
"Kahrolsun Prusya", "Prusya'ya karşı savaşalım"
gibi
manasız
sesler
ve
bağırışmalar
duyuluyordu.
Bu öyle bir ruhsal durumdu ki, Bavyera'nın
egemenlik hukukunun parlak bir temsilcisi bunu
Reichstag'da şu husumet çığlığı ile özetlemişti:
"Prusyalı olarak çürümektense, Bavyeralı olarak
ölmek daha iyidir."
Münih'te Lövvenbraukeller'de yapılan bir
toplantıda, etrafımda pek az bir dost bulunduğu
sırada bu deliliğe karşı itiraz ettim. Bu itirazımın
toplantıda ne ifade ettiğini anlayabilmek için, o
devrin toplantılarında hazır bulunmak gerekirdi.
Hezeyan içinde, tahrik edilmiş kalabalık bana
karşı aç köpekler gibi uluduğu ve bizi tepelemek
tehdidini savurduğu vakit neler hissettiğimi
anlatamam. Bu sırada bana savaş arkadaşlarım
refakat ediyorlardı. Bu kudurmuş kalabalık asker
kaçaklarından
ve
serserilerden
meydana
gelmişti. Bir kısmı da savaş sırasında geri
hizmetlerinde bulunmuş olanlardı. Biz ise vatanı
müdafaa ediyorduk. Fakat böyle sahnelerin bana
faydası oluyordu. Çünkü taraftarlarımın küçük
kuvveti kendilerini bana daha çok yakın
hissediyordu. Çok geçmeden bu kimseler benim
için "hayatta ve ölümde" sadakat yemim ettiler.
1919 senesinin on iki ayında devamlı bir
şekilde
devam e-den bu mücadeleler, 1920
senesi başından itibaren daha da şiddetlendi. Bu
arada bir sürü toplantı yapıldı. Münih'te,
Sonnenstrasse'de Wagner
Salonu'nda
olan
toplantıyı, hiç unutamam. Bu toplantıda en
şiddetli hücumlara karşı koymak zorunda kaldık.
Çok zaman benim taraftarlarım sayısız fena
muameleler gördü. Bunların yerlere atılarak
çiğnendikleri, ölü bir hale getirilerek kapı dışarı
edildikleri oldu.
Ancak
cephede
tanıştığım
arkadaşlarla
girişmiş olduğum bu mücadele, o sırada kavgayı
adeta kutsal bir vazife olarak kabul eden genç
hareket mensupları tarafından devam ettirildi.
Benim için yalnız Bavyeralı taraftarlarımıza
güvenerek, o günlerde bu aptallık ve hıyanet
dolu saldırılara karşı çıkmaya cesaret etmemiz
bugün bir gurur ve iftihar vesilesidir. Belki bu
işe eğilim göstermemiz budalalıktı. Fakat şunu
biliyordum ki, arkadan gelen kalabalık zekâsız
olduğu kadar da namuslu kimselerden meydana
gelmişti. Fakat bu işi tertip edenler ve yönetenler
için böyle söylenemezdi. Onları akıllı ve Fransız
parası ile çalışan birer hain olarak kabul
ediyorum.
Bugün
de
bu
kanaatimi
korumaktayım.
Bizim mücadelemizi özellikle zorlaştıran şey,
çevrilen dolabın tek sebebi gibi gösterilen
federalist eğilim öne sürerek, gizli maksadın
uygulama mevkisine başarı ile konması idi.
Prusya aleyhinde yapılan tahriklerin federalizm
ile hiçbir alâkası yoktu. Federalist bir zihniyetin,
konfederasyona
dahil
olan
bir
devleti
çökertmesinin
veya
parçalanmasının
bir
açıklaması yapılamazdı. Ayrıca bunu görmek de
insanı şaşkına çeviriyordu. Çünkü Bismarck
tarafından Re-ich'ı tarif etmek için kullanılan
düsturdan yararlanan bir federalist eğer bu
hareketinde samimi olsa idi, Bismarck'ın
kurduğu Prusya devletinden toprak almaya
kalkışmaz ve toprak parçası koparılmasını
arzulamazdı. Eğer, Prusyalı bir muhafazakâr
parti, Franconien'in Bavyera'dan ayrılmasını
istese veya bu ayırma işini çabuklaştırsa idi,
Münih'te kıyamet kopmaz mıydı?
işin içyüzü böyle idi. Bunun için federalizmin
hayranı olanlara ancak acınırdı. Bu kimseler,
alçak,
âdi,
hokkabaz
heriflerin
kurbanı
olduklarını bilemiyorlardı. Bunlar aldatılmışlardı.
Federalist fikri bu şekilde kötülenirken, bu fikir
taraftarlarının yardımı ile mezara itiliyordu.
Reich'ın federalist teşkilâtı lehinde propaganda
yapılırken, böyle bir siyasi teşekkülün en büyük
unsuru olan Prusya'ya her halde hakaret
edilemezdi. Böyle yapılmakla bu konfedere
devletin
hayatı
mümkün
olduğu
kadar
kısaltılıyordu. Lâfta federalist olanlar inkılâp ile
kurulan demokratik rejimle aynı şey kabul
edilmesi imkânsız olan Prusya'ya hücum ettikleri
için, bu netice akıl sır ermez bir hal oluyordu.
Bu sahtekâr federalistlerin tahrik ve âdi
eleştirileri, daha ziyade Güney Almanya'yı veya
Yahudi ile Weimar Anayasası yazarlarım hedef
alacak yerde, eski muhafazakâr Prusya'nın
temsilcilerine tevcih ediliyordu.
Bu mücadele taraftarları Yahudilerle temastan
çekmiyorlardı. Buna hayret etmemek lâzımdır.
Bu
şekil
davranış
muammanın
bütün
anahtarlarını bize verir.
Yahudi, inkılâptan önce, savaş sıralarında
halkın dikkatini kendi savaş ofislerinden ve
kendi üzerinden nasıl uzaklaştırdı ve Bavye-ra
halkını Prusya aleyhine nasıl ayaklandırdı ise,
devrimden
sonra
da
yağma
teşebbüsünü
herhangi bir şekilde örtmesi lâzım geldiğini
biliyordu. Bunun için Almanya'nın nasyonal
unsurlarını birbirleri aleyhine kışkırtmaktan geri
kalmadı. Bavyeralı muhafazakârlar, Yahudiler
tarafından Prusyalı muhafazakârlar aleyhine
kışkırtılıyordu.
Bütün ipleri parmaklanna geçirmiş olan
Yahudi, gayet zeki hareket ederek âdi bir şekilde
tekrar bu işe koyuldu.
Yahudi, öylesine kudret ve yetki suiistimalleri
meydana getirdi ki, bunların sonucu olarak
binlerce kişi topraklara gömüldü. Bu kurbanların
arasında hiçbir zaman tek bir Yahudi yoktu.
Hepsi de Almandı.
Yahudi'nin, halkın dikkatini başka tarafa
çevirmek hususunda gösterdiği mahareti bugün
dahi tespit etmek mümkündür.
Bavy er ahlar, Berlin'in sayıları dört milyonu
bulan işçilerini ve görevleri ile meşgul olan
üreticilerini görmüyorlardı. Onların gördükleri,
ahlâkın bozuk olduğu batı mahallelerinin Berlin'i
idi. Ne var ki Bavyeralıların kinleri bu ahlâk
yönünden
bozulmuş
mahallelere
yöneltilmiyordu. Onlar yalnız Prusya kentini göz
önünde tutuyorlardı. Pişmanlık duyulacak birçok
sebep vardı.
Yahudi'nin halkı başka tarafta oyalayarak,
onun dikkatini kendi üzerinden uzaklaştırmakta
gösterdiği
ustalığı,
bugün
bile
saptamak
mümkündür.
1913 senesinde dahi bir Yahudi aleyhtarlığı
bahis mevzuu olamazdı. Ben o günlerde, Yahudi
kelimesinin
söylenmesinin
ne
kadar
zor
olduğunu bugün bile hatırlıyorum. Eğer ağzınıza
Yahudi kelimesini alacak olursanız, ya sizin
yüzünüze aptal aptal bakarlardı veya siz
korkunç bir muhalefetle karşılaşırdınız.
Bizim gerçek düşmanımızın kim olduğunu
halka öğretmek için yaptığımız ilk mücadele o
günlerde hemen hemen hiç başarı ihtimali
göstermiyordu. Fakat, zamanla yaptığımız azimli
mücadele semeresini vermeye başladı.
Yahudi aleyhtarlığı 1918 senesi son ayları ile
1919 senesinin başlarında kök salmaya başladı,
işte Nasyonal Sosyalist Hareket bu Yahudi
aleyhtarlığını daha sonra geliştirdi. Bilhassa, bu
Yahudi
aleyhtarlığını,
burjuvazinin
dar
çevrelerinden
kurtarıp
halk
faaliyetinin
zembereği ve parolası haline getirdik.
Ancak biz Nasyonal Sosyalistler olarak Alman
milletine bu büyük tehlikeyi haber verdiğimiz
vakit, Yahudi denen sahtekâr, kendi müdafaasını
hazırlamış bulunuyordu. Bu durum karşısında,
hemen eski taktiklere başvurdu. Şaşılacak bir
süratte, ırkçı kuvvetleri parçaladı ve bunları
birbirine düşürdü. Etrafa tefrika tohumlan
saçmaya başladı. Yahudi, derhal Katolik
tahrikliği meselesine sarıldı ve bunu ortaya attı.
Böylece Katolik ile Protestanlığı, birbiri ile
mücadeleye sevk ederek halkın dikkatini başka
taraflara çevirdi.
Yahudiliğin, birlik olmuş güçler tarafından
hücuma uğramaması için düşünülecek tek yol
buydu. Yahudi de bu işi gayet kolay yaptı.
Mezhep ayrılıklarının halka verdiği zarar hiçbir
zaman Yahudi tarafından onarılmadı.
Yahudi, maksadına ulaşmıştı. Katolikler ile
Protestanlar birbirleri ile mücadele ederken,
üstün ırkların ve bütün Hıristiyanların tek ve
korkunç düşmanı olan Yahudi de oturduğu
yerden keyifli keyifli gülüyordu.
Bir
vakitler
Yahudi,
federalizm
ile
merkeziyetçileri birbirine düşürmüştü. Onları
birbirleri ile mücadeleye sevk ederken her ikisini
de zayıf düşürüyordu. Bu arada Yahudi, kendi
milletinin hürriyetim sanat ve meta haline
getirerek, büyük uluslararası maliye âlemi
hesabına Almanya'ya hıyanet ediyordu. Yahudi
bugün iki mezhebin birbirleri ile kavga
etmelerini sağlamıştır. Bu mezheplerin ve
kişilerin
dayandıkları
temeller
uluslararası
Yahudi'nin çıkardığı zehirle yok edilmektedir.
Artık, Yahudi kanının yayılması ile, her gün
ırkımızda
büyük
bir
tahribat
oluyordu.
Kanımızın bu zehirlenmesi asırlarca devam
ederse, ancak asırlarca sonra temizlenebilir.
Irkımızın çöküşü neticesi, Alman milletinin
üstün ırk vasfı ortadan kalkacak, neticede
medeniyet
yaratma
kabiliyetimiz
sıfıra
ulaşacaktı, işte bütün bunlar düşünülmeli ve
Yahudilerin bu işi sistemli bir şekilde yaptıkları
öğrenilmelidir.
Bugün, hiç değilse büyük şehirlerimizde,
Güney italya'nın düzeyine düşmek tehlikesinin
ortaya çıktığı düşünülmelidir. Ama ne var ki,
kanımızın böyle pisliklere bulaşmakta olduğunu
görmeyi be-ceremiyorlardı.
Bu kara saçlı sahtekârlar, milletimizin zararına
çalışarak tecrübesiz olan genç kızlarımızı
kirletiyorlardı. Bu âdi hareket ise dünyada hiçbir
şeyle telâfi edilemeyecek şekilde tahriplere yol
açıyordu. Diğer taraftan Katolik ve Protestan
mezhepleri de asıl insanın, bu â-di hemcinsi
tarafından harap edilmesine sadece seyirci
kalmaktaydı. Oysa dünyanın geleceği için
Katoliklerin
mi
Protestanlara,
yoksa
Protestanların mı Katoliklere galip geleceği bir
mesele değildir. Asıl mesele, üstün ırka dahil
olanların ayakta kalıp kalmayacaklarıdır. Durum
böyle iken bu iki Hıristiyan mezhebi üstün ırkı
yok etmek hareketine karşı birleşip mücadele
etmek yerine, birbirleri ile çekişmekteydi.
Irkçılık sahasında yer alan herhangi bir kimse,
mezhebi ne olursa olsun, devamlı olarak
Tanrı'nm iradesinden rastgele bir şekilde
bahsedeceği yerde, Tanrı'nm iradesine göre
hareket etmek ve Tanrı'nm eseri olan insanlığın
kirletilmesi faaliyetine karşı durmak vazifesi ile
mükelleftir.
Çünkü insanlara şekillerini, kabiliyetlerini
Tanrı vermiştir. Tanrı'nm eserini yok etmek,
O'nun yaratma iradesine savaş ilân etmek
demektir.
Bunun için herkes, kendi mezhebine mensup
olanın diğer mezheplerle mücadele etmesini
önlemeli ve diğer mezhep mensupları ile birlikte,
Hıristiyanlıkla kavga etmeye çıkan sahtekârlarla
mücadele etmelidir. Mezheplerin herhangi bir
tarafını tenkit etmek, aramızdaki dini ayrılığı
geliştirmekten başka bir işe yaramaz. Böyle bir
girişim, Almanya'yı bölüşmüş olan iki mezhep
arasında, bir yok etme savaşının tohumlarını
atar. Bizim milletimiz din bakımından Fransa,
italya ve ispanya ile mukayese edilemez. Bu üç
memlekette her hangi bir dini inanış tenkit
edilse, klerikalizm* ya da ültramon-tam'zm**
aleyhinde fikirler ortaya atılsa bile, bu hareketler
mezhep ve tarikat mensuplarını birbirine
düşürmez.
Ama, Almanya'da bu yapılamazdı. Çünkü
böyle bir mücadeleye, Protestanlar muhakkak
katılacaklardır, tşte öteki ülkelerde yalnız
Katolikler tarafından, Protestanların en yüksek
din adamlarının siyasal yönden yapacakları
nüfuz yolsuzluklarına karşı alınacak savunma
tedbirleri,
Almanya'da
derhal
Protestanlık
tarafından, Katolik mezhebine yöneltilmiş bir
saldırı niteliğine dönüşecektir. Bir mezhebe
mensup inançlı kişiler tarafından, bir başka
mezhebin içinde ortaya çıkarılan herhangi bir
yanlış davranışın varlığı, o mezhebin inanmış
kişilerince bilinse bile, şiddetle reddedilir. Bu iş
o kadar ileri götürülür ki, kendi kiliseleri içinde
gördükleri yolsuzlukların düzeltilmesine taraftar
olan kişiler bile, bu yolsuzluğun giderilmesi bir
başka mezhebin otoritesi tarafından tavsiye edilir
ve özellikle istenirse, derhal bu işten vazgeçerler
ve sonra bütün çabalarım dışa yöneltirler.
Otoritenin böyle bir uyarı ya da istekte
bulunması, kendisi ile ilgisi olmayan işlere
karışmak gibi, uygunsuz bir girişim sayılır. Bu
türlü girişimler, milli toplumun çıkarlarım
savunma hususunda sahip olduğu yüksek hak
üzerine dayandırılsa bile, mazur görülemezler.
Çünkü bugün, dinsel duygular, milli ve siyasal
düşüncelerden çok daha derin bir etki ve nüfuza
sahip bulunmaktadır, iki mezhebi, birbirlerine
karşı pek çetin bir savaş vermeğe kışkırtmakla,
bu durum zerre kadar değiştirilmiş olmaz. Eğer
karşılıklı bir hoşgörü, millete, bu alanda uzlaşma
yönünde etki yapacak bir geleceğin nimetlerim
sağlarsa, işte ancak o zaman iş değişir. Ben
bugün dahi, ırkçı harekete dini kavgaları
karıştırmaya yeltenen kimseleri, (* Klerikalizm:
Kilise mensuplarının özel ve genel yaşama
karışmalarına
taraftar
olanların
fikirlerinin
bütünü.
** Ültramontenizm: Papanın hüküm ve söz
geçerliliğinin yayılması fikri. ) herhangi bir
komünistten daha çok milletimizin düşmanı
kabul | ederim ve bu fikrimi söylemekte tereddüt
göstermem. Nasyonal Sosyalist hareketin bir
gayesi de, komünisti kendimize çekmek ve
doğru yolu göstermektir. Fakat ırkçıları saftan
çıkararak onları kutsal vazifelerden alıkoymak
isteyen kimse en kötü ve âdi hareketi yapmış
olur. Bu âdi hareket ister şuurlu, ister şuursuz
yapılmış olsun, meselenin mahiyeti kesinlikle
değişmez. Bu işe teşebbüs etmiş kimse Yahudi
menfaatlerinin bir numaralı adamı demektir.
Çünkü Yahudi'nin âdi görevi, ırkçı hareket,
kendi menfaatlerini haleldar ettiği müddetçe asil
ırkın kanını akıtmak ve ırkı, dini mücadeleler
içinde
takatten
düşürüp
bitkin
bir
hale
getirmektir.
Evet, bu sözlerimde ısrar ediyorum. Yahudi
ırkın kanını, ırk
bitkin hale gelene kadar akıtır.
1924 senesinde ırkçı hareketin en büyük
vazifesinin "ultra-montanisme" ile mücadele
olduğunu birdenbire keşfeden sahte efendiler bu
hareketi yok etmediler, ancak, ırkçı hareketi
paramparça ettiler.
Irkçılar arasında, bir Birmarck için imkânsız
kalmış bir şeyi yapmağa kabiliyetli olduğunu
zannedecek
kadar
ham
bir
kafanın
bulunabileceğini
düşünmek
beni
çileden
çıkarmaktadır.
Nasyonal
Sosyalist
liderler,
Nasyonal Sosyalist Hareketi bu gibi kavgalara
sokmak
için
meydana
gelecek
bütün
teşebbüslere gayet kafi ve azimli bir şekilde
muhalefet etmeli ve karşı koymalı, aynı
zamanda bu gibi plânların lehinde konuşanları
ve propaganda yapanları derhal partiden ihraç
etmelidir.
1923 senesinin sonbahar aylarında bu hususa
dikkat edip muvaffak oldular. En koyu bir
Katolik,
bizim
partimizde
en
koyu
bir
protestonla birlikte hareket ederken, vicdanı,
kendi dini kanaatleri ile çatışmadı. Her iki
mezhep mensubu da üstün ırkı tahrip etmek
isteyen düşmana karşı mücadelede birbirlerine
saygı göstermeyi öğrenmişti. Aynı zamanda, bu
yıllar
içinde,
bizim
hareketimiz
Merkez
Do'stlaringiz bilan baham: |