BÖLÜM 21
Eski Alman Devleti kuvvetini, dayandığı
başlıca üç sütundan alıyordu. Bu üç esas
şunlardır: Monarşik şekil, yüksek dereceli
memurlar ve ordu. 1918 devrimi devletin
monarşik olan şeklini kaldırdı, orduyu tamamen
dağıttı ve memurları partilerin pençelerine teslim
etti. Neticede devletin otoritesi olan esaslar
kökünden yıkılmış oldu. Devlet otoritesinin
dayandığı birinci esas, halkın gözündeki
rağbetidir. Yalnız bu rağbete dayanan otorite ise
son derece zayıftır. Böyle bir otoritenin
güvenliği ve istikrarı yoktur. Bundan dolayı
hükümet, tabanı genişletmek, nüfuz ve kudretini
kuvvetli bir şekilde kurmak zorundadır.
Demek ki, her otoritenin ikinci temel taşı
iktidarın nüfuz ve kudretindedir. Bu ikinci
otorite, ilkine nispetle daha istikrarlı ve daha
emindir. Fakat hemen şunu söyleyelim ki, hiç de
gürbüz değildir. Eğer, halkın nezdinde sevgi ile
kuvvet bırleşirse ve bu birleşme bir müddet
devam ettirebilinirse, işte o zaman daha sağlam
temeller üzerinde yeni bir otorite teşekkül etmiş
olur. Nihayet halkın nezdinde, sevgi, kuvvet ve
anane birleştiği takdirde bunlardan meydana
gelen otorite sarsılmaz kabul edilir, işte 1918
devrimi bu üç direği yıktı. Gelenekten her türlü
otoriteyi
çekip
aldı.
Eski
imparatorluğun
yıkılması, eski hükümet şeklinin bir tarafa
itilmesi,
eski
hakimiyet
işaretlerinin
ve
imparatorluğun sembollerinin imha edilmesiyle
gelenek birdenbire yok edildi. Bunun neticesi
olarak devlet otoritesi şiddetli bir şekilde sarsıldı.
Hatta, bugün devlet otoritesinin ikinci direği
dahi ortada yoktur, devrimi yapabilmek için
devletin teşkilâtlı kuvvetinin en büyüğü olan
ordunun dağıtılmasına mecburiyet duyulmuştu.
Ordunun kemirilmiş enkazı dahi devrimci
mücadeleler unsuru olarak kullanıldı.
Cephedeki ordular, hiçbir zaman suçlu bir
mevkie düşmediler. Fakat dört buçuk sene
kahramanca
savaştıkları
mevkilerden
geri
çekilince, bu orduları, çöküş sahnelerini görmek
daha çok yıktı. Nihayet terhis edilecek yerlere
ulaşınca, itaat tanımaz oldular.
Hiç şüphe yok ki, askerlik hizmetini günde
sekiz saatlik bir hizmet sayan bu asilere
dayanarak
ve
güvenerek
hiçbir
otorite
kurulamazdı. Artık, otoritenin sağlamlığım temin
eden ikinci direk de böylece bir kenara atılmış
oluyordu.
Devrim, ilk unsuru, yani halk nezdindeki
sevgiyi muhafaza edebildi ve otoritesini bu sevgi
üzerine inşa etti. Halbuki otoritesini inşa ettiği bu
emel pek fazla çürüktü. Devrim hiç şüphe yok
ki, bir kalemde eski devlet binasını yıkmağa
muvaffak oldu. Fakat bu muvaffakiyette rol
oynayan şey, milletimizin normal bünyesinin,
devrimden önce savaş tarafından kemirilmiş
olması idi.
Bir bütün olarak göz önüne alınacak olursa,
her millet üç büyük sınıf halinde bir varlık arz
eder.
Bu
üç
büyük
sınıftan
biri,
seçkin
vatandaşlardan meydana gelir. Bu sınıfa dahil
olanlar fazilet sahibidirler ve cesaret ve
fedakârlık ruhu ile dikkati çekerler. Bu sınıfa
karşı olarak, diğer bir grup vardır. Bu sınıf en
kötü kimselerden oluşmuştur. Bu grubun bencil
ve nefret uyandıran bir vasfı vardır. Bu iki kutup
arasında bir orta sınıf vardır ki, diğerlerine
nispetle en geniş olanıdır. Bu sınıfa mensup
kimseler, ne birinci sınıftakiler gibi seçkin ve
cesaret sahibidirler, ne de diğer sınıf gibi bencil
ve canice bir zihniyetleri vardır.
Bir toplumun yükselme devreleri, özellikle en
iyi vatandaşlardan oluşan sınıfın gayretli ve
olumlu çalışmaları ile meydana gelir.
Normal ve düzenli bir gelişmenin orta sınıf
mensuplarına hâkim olunduğu zaman meydana
geldiği ve devam ettiği görülür. Bu sırada aşırı
sınıflar yerlerinden kımıldamazlar ya da yüksel-
mezler.
Bir toplumun yıkılması, ancak en kötü
unsurların hükümeti eline geçirmesi ile olur. işte
bu bakımdan büyük kütle olan orta sınıf,
birbirine zıt olan bu iki sınıfın çarpıştıkları sırada
kendini gösterir. Bu büyük sınıfın, her zaman
rakip partilerden birinin zaferinden sonra, üstün
gelen tarafa bir armağan olarak boyun eğmesi
dikkate değer bir durumdur. Eğer bu sınıf, en
iyiler galip gelmişlerse onların icraatına engel
olamaz.
Halbuki uzun süren savaş, bu üç sınıfın
dengesini altüst etmiştir. Savaşın, milletin seçkin
sınıfının kanını, hemen hemen son damlasına
kadar akıttığını görüyoruz. Buna karşılık savaş,
orta sınıf üzerinde öyle büyük bir tahribat
yapmamıştır.
Şurası bir gerçektir ki, binlerce ve binlerce
defa fedailere başvuruldu. Cephe için fedai
arandı.
Fedai
devriyeler
çıkarıldı.
Fedai
emirerleri, fedai telefoncular bulundu. Uçaklar
için fedailer, nehirler aşmak için fedailer,
denizaltılar için fedailer, hücum kıtaları için
fedailer...
Savaş boyunca devamlı bir şekilde gönüllü
bulmak icap etti. Bu bitip tükenmek bilmeyen
talepler karşısında, aynı jest görülüyordu.
Sakalları çıkmamış bir delikanlı veya yaşını
almış bir adam, vatanseverlikten tutuşan ruh ve
şahsi cesaret ile, en yüksek bir vazife şuuru ile
dolu olarak cepheye atılıyordu.
Böyle on bin, yüz bin teklif geldi. Neticede bu
"iman ihtiyat hazinesi" kurudu. Ateşler içine
atılıp da ölmeyenler, yaralı olarak sayıları pek az
kalmış olan inançlı arkadaşlarının yanlarına
dönüyorlardı.
Oysa
fedailer
denilen
bu
kimselerden koca koca ordular meydana
getirilirdi. Fakat bu ordular bizim hiçbir işe
yaramayan
parlâ-mentocularımızın
canice
şuursuzlukları neticesinde sulh sırasında küçük
bir talim dahi görmemişti. Bundan dolayı savaş
sırasında ne yapabilirlerdi. Cephede yaptık için
zayıf
bir
garanti
olan
halkın
sevgisini
kuvvetlendirecek silahlı bir teşkilât bulundurmak
çarelerim aradılar.
İşte ne kadar gariptir ki, "militarizm aleyhtarı"
olan Cumhuriyetin askerlere ihtiyacı vardı.
Cumhuriyetin ilk ve tek temeli olan halkın
sevgisi ancak, p...ler, hırsızlar, yankesiciler,
asker
kaçakları,
karaborsacılar,
anarşistler
topluluğunda kök salabilmişti. Biz bu güruha
kötülerin nefret uyandıran sınıfı adını vermiştik.
Bu durum ve şart altında, böyle bir çevrede, hiç
çekinmeden hayatını yeni bir idealin uğruna
vakfedecek
bir
kimsenin
bulunabileceğini
düşünmek bile boş bir şeydi.
Devrimi yapmış olan toplumsal tabaka,
yaptığı bu devrimi koruyabilecek askeri temin
etmeye kabiliyetli olmadığı gibi, kendisi de,
kendi korkunç eserini müdafaadan âcizdi. Aynı
zamanda bu grup hiçbir zaman ve hiçbir şekilde
bir cumhuriyet idaresine taraftar değildi. Bu
haydut topluluğu, kendi arzusunun tahakkuk
etmesi için cumhuriyetten evvelki devletin
teşkilâtının lâğvedilmesini istiyordu. Bunların
parolası hiçbir zaman "Düzen, asayiş ve Alman
Cumhuriyeti'nih sağlam binası" olmadı. Bu âdi
heriflerin tek emeli "cumhuriyetin yağma
edilmesi" idi.
İşte bundan dolayı, halk temsilcilerinin endişe
ve ıstırap içinde çıkardıkları müthiş alarm
feryatları bu güruh üzerinde bir tesir yapmadı.
Tam tersine haydutların halka karşı olan
mukavemet ve sert davranışlarını arttırdı.
Gerçekten devrimin ilk günlerinde bir güven
ve inanç yokluğu tespit ediliyordu. Halkın,
devrimin
otoritesinin
kaynağını
kendi
sevgisinden almadığını ve başka unsurlara
dayandığını görünce bir direnişe geçeceği
tahmin ediliyordu. Bu mücadele, hırsızlığa ve
hak iddiasına, hırsızlar ve yağmacılar çetesinin
ve hapishanelerden zincirini koparıp kaçmış bir
sürü rezil heriflerin, işledikleri zulüm ve
istibdada karşı olacaktı.
İşte bu sırada, bir kere daha, asker elbisesini
sırtına geçiren, tüfeğini kaptığı gibi, sükûnet ve
asayişi hâkim kılan, vatandaşlarını tahrip
edenlere karşı başlarında miğferleri olduğu halde
mücadeleye hazır olan Alman gençleri bulundu.
Bu kahramanlar serbest fedailer sıfatı ile bir
araya geldiler. Devrime kin beslemekle beraber,
onu korumaya ve takviye etmeye giriştiler. Bu
hareketler ile dünyanın en iyi ve en sağlam
imanına sahip olduklarım gösterdiler.
Devrimin gerçek tertipçisi ve devrimin
dizginlerini elinde tutan kimse uluslararası
Yahudi idi. Bu uluslararası Yahudi, o günlerde
durumu pek iyi takdir etmişti. Alman milletinin,
Rusya'da olduğu gibi komünizm bataklığının
kanlı çamurlarına itilmeye hazır bulunduğunu
biliyordu.
Alman aydınları ile işçilerini birbirlerine
yaklaştıran güç, ırk birliği idi. Bunda halk
tabakaları ile kültürlü unsurların birbirlerine
büyük oranda nüfuz etmiş olmalarının da etkisi
bulunuyordu. Bu durum Avrupa'nın bütün batı
memleketlerinde mevcut iken, Rusya'da bu
şartlar yoktu. Rusya'da aydınların çoğu Rus
milletinden değildi. Yahut bu aydınlar Rus
olsalar bile artık Slavlıklarını kaybetmişlerdi.
Savaştan önce Rusya'da aydın tabaka, kendini
halka bağlayacak bir aracı tabakanın mevcut
bulunmamasından dolayı, halk tarafından her an
yok edilebilirdi. Fakat Rus halkı fikri ve ahlâki
seviye bakımından sıfırdı, işte bu cahiller
topluluğu olan Rus halkı, aydınlara karşı tahrik
edilince, Rusya'nın kaderi birden değişti ve
inkılâp başarı kazandı. Neticede, Komünist
ihtilâli galip çıkınca, cahil Rus halkı Yahudi
diktatörlerin, müdafaadan mahrum birer kölesi
haline geldi. Yahudi diktatörler ise, bu istibdada,
"halk cumhuriyeti" adını verecek kadar sahte ve
ustaca hareket ettiler.
Şimdi Almanya'da cereyan eden olayı da
anlatalım. Almanya'daki devrim, ancak ordunun
iç idaresinin bozulması ile mümkün oldu. Bu
arada hemen şunu belirtelim ki, devrimin
casusları ve orduyu içten yıkan âdi herifler,
cephedeki, askerler değildi. Bu âdi işi, iktisadi
bir unvan ile bu memlekette lüzumlu bir
mütehassıs gibi hayat süren zalim alçaklar yaptı.
Gerçi Alman ordusunu takviye eden on binlerce
asker kaçağı da vardı. Fakat bunlar kendilerini
büyük bir tehlikeye atmadılar ve cepheye
arkalarını döndüler.
Hakiki bir korkak, en çok ölümden çekinir.
Cephedeki korkağa ölümün karanlık yüzü, bir
gün içinde çeşitli şekillerde görünür. Zayıf,
korkak, tereddüt içinde olan tabansız kimseler,
bu durumlarına rağmen, vazife yerinde tutulmak
isteniyorlarsa.
Onlara
şunu
öğretmelidir:
Kaçanın
başına
korktuğu
şey
muhakkak
gelecektir. Cephede ölmek ihtimal dahilindedir.
Fakat, kaçarken ölmek muhakkaktır.
işte askeri kanunun bütün maksat ve mânası
bu olmalıdır.
Münhasıran, bir kimsenin doğuştan kazandığı
cesaret ve fedakârlıklarla bir milletin hayatı
uğrundaki büyük "kavga"yı nihayete kadar idare
edebilmek imkânına inanmak gayet güzel bir
şeydi. Vazifenin, ihtiyari bir şekilde ve kendi
arzusu ile ifa edilmesi vatandaşların haklı
hareketlerine daima hâkim olmuştur. Fakat vasat
kabiliyette ve karakterde olan kimseler için bu
artık bir hakikat değildir.
Bundan dolayı, böyle kanunlara sahip olmak
şart ve böyle kanunların tam manasıyla tatbik
edilmesi çok lüzumludur.
Gönüllü kahramanlar hakkında askeri kanun
pek tabii olarak elzemdir. Fakat bu kanun daha
ziyade, millet sıkıntı içinde bulundüğü bir sırada
kendi hayatını, topluluğun hayatına tercih eden
korkak ve bencil olana karşı tesirli ve
lüzumludur.
Bu zayıf karakterli korkak ve bencil
kimselerin bu âdi hareketleri ancak, kendilerini
korkutan şeyden çok daha şiddetli bir ceza ile
korkutmakla önlenebilir, insanlara, cepheye
davet edildikleri vakit, bu davete icabet
etmedikleri zaman onları korkutmak için
verilecek hapis cezası işi halletmez. Burada
yalnızca, merhametsizce verilen ölüm cezası
olumlu rol oynar. Çünkü tecrübe ile sabittir ki,
hapishanedeki hücre, cephedeki bir siperden çok
daha rahat bir yerdir. Keza bu âdi heriflerin
kendilerince paha biçilmez kıymetli hayatları
hapishanelerde garanti altındadır.
Cephede verilen ölüm cezasının kaldırılması
ve ırkı idare kanununun kaldırılması durumu alt
üst etti. Neticede, bu kaçaklar ordusu memleket
içine yayıldı. Böylece bu kaçaklar ordusu 7
Kasım 1918'de ani olarak karşımıza çıktı ve
devrimi yapan teşkilâtı meydana getirdi.
İşin doğrusu aranırsa, cephenin bu âdi teşkilâtı
ile bir alâkası yoktu. Fakat cephedekilerin
hepsinin içinde bir barış arzusu, inkılâp için en
ciddi ve en büyük tehlike idi.
Barış temin edildikten sonra, devrimcileri bir
korku aldı. Çünkü cephedeki asker memleketine
dönmeye başlamıştı ve bu askerler acaba
inkılâba müsaade edecekler miydi? Yahudi
zekâsı bunun da çaresini buldu: inkılâp birkaç
gün ılımlı hareket edecekti. Aksi takdirde bir iki
Alman alayı, bu âdi herifleri, silindir gibi ezer
geçerdi. Eğer, o günlerde tek bir Alman generali,
kendi sadık askerlerine o kızıl heriflerin hepsini
kurşuna dizmek, muhtemel mukavemetleri top
ateşi ile bertaraf etmek emrini verecek olsa idi,
generalin bu küçük ordusu etrafında on binlerce
Alman bir anda toplanabilirdi.
İpleri elinde tutan Yahudileri, bilhassa bu
ihtimal korkutuyordu. Bundan dolayı, bu âdi
Yahudiler devrimi gayet ılımlı bir şekilde
yürüttüler. Onlar devrimi bir komünist devrimi
olarak göstermenin gerektiğini düşünüyorlardı.
Bundan dolayı, savaş sonrası şartları için,
riyakâr bir çehre ile, bir sükûn ve asayiş rejimi
tahakkuk ettirecekleri havasını yaydılar.
Sık sık müsaade istemeleri, eski yüksek
dereceli memurlara, eski ordu liderlerine
başvurmaları bu korkulanndan ileri geliyordu.
Hiç olmazsa bir müddet, bu şekilde hareket
etmeye ihtiyaç duyuyorlardı. Daha sonra her
darbeye boyunlarım büküp, göğüs geren bu
aldatılmış adamlara hakları olan tekmeyi
indirmek cesareti gösterilebilir ve cumhuriyet,
eski devleti yönetenlerin ellerinden alınarak,
devrim
akbabalarının
pençelerine
teslim
edilebilirdi.
îşte ancak bu yolla, bu yeni durumu masum,
sevimli ve ılımlı bir çehre altında gösterip, eski
generalleri
ve
eski
devlet
memurlarım
kandırarak, bu kimselerin taraftarlarının ihtimal
dahilinde olan bir direnişlerini hükümsüz ve
etkisiz bırakmak ümidi beslenebilirdi.
Bu alçak Yahudiler, bu manevralarında
muvaffak oldular. Devrim, asayiş ve sükûn
unsurları tarafından yapılmayıp, kıyam, hırsızlık
ve yağma unsurları tarafından yapılmıştı.
Sosyal Demokrat Parti gittikçe büyümesinden
ve
çoğalmasından
dolayı,
devrimci
parti
niteliğini yavaş yavaş kaybetti. Bunun sebebi,
partinin devrimden başka bir amaç kabul etmesi
veya liderlerin yine devrimden başka bir amaca
saplanmaları değildi.
Sebep, partide icraata geçecek kabiliyetli
taraftarların kalmaması idi. On milyon üyesi
bulunan bir parti ile bir devrim yapılamazdı. Bu
kadar mühim bir inkılâp hareketi için, artık
insanın önünde ve emrinde nefret uyandıran bir
parti kalmamıştır. Böyle bir parti, devamlı bir
şekilde şişmesi ile büyük merkezi bir topluluk
haline gelmiş, tembel bir kalabalık olmuştur.
Yahudi, bu durumdan da yararlanmasını bildi.
Sosyal Demokrat topluluğun tembelleşmesi ile
milli savunmamıza bir kurşun bloğu gibi yapışık
kaldığı
sırada
Yahudiler,
bu
Do'stlaringiz bilan baham: |