Günümüzde yayla ve meralara dair yaşanan anlaşmazlıklarda belge ve bilginin
olmadığı hallerde tanıkların ifadelerine de müracaat edildiği ifade edilmektedir. Yaylaların
özel mülkiyete konu olmamakla beraber, bu kanunlara göre mera ve kışlaklar gibi tahsis
edilme veya kadimden beri umumun yararlandığı belgelerle, bilirkişilerle, tanıklarla da
saptanıp sınırlandırılmaları mümkün olmaktadır (Zaman, 2007: 311). Osmanlı kayıtlarında
yayla ahalisinin istifadesine sunulan araziler ise kışlak, yaylak ve mera araziler şeklinde
isimlendirildiği görülmektedir. Bu arazilerin kullanımı ise yöredeki kadı ya da naiplerin
inhaları esas alınarak padişahlar tarafından yapılır ve bu durum verilen berat ve ferman ile
kesinleşirdi. Padişahlar tarafından tahsis edilen birçok yaylak olduğu ve bu tahsislere ait
Uluslararası Yaylacılık ve Yayla Kültürü Sempozyumu, 26 - 28 Eylül 2019 - Giresun
International Symposium on Transhumance and Upland Settlement Culture, 26
th
- 28
th
of September 2019 – Giresun
119
Osmanlı Devleti’nin XV. yüzyılın sonlarından itibaren bir kanun devleti haline
geldiğini ve toplumu ilgilendiren her türlü hadisenin kanunlar ile ifadesini görmekteyiz.
Özellikle tarım ve hayvancılık sahasında çok teferruatlı kanunların hazırlandığını ifade
etmek gerekir. Osmanlı toplumu üzerine yaptığı araştırmalarda Ömer Lütfi Barkan
(2001,134) eserlerinde bu kanunları sıklıkla referans göstermiştir. Bunlardan Diyarbekir
vilayeti 1540 tarihli kanunnâmesinde: “Der beyân-ı resmi yaylak: Resmi yaylak bağlanan
mevâzi’de bir sürü koyun ki üç yüz koyundur yaylası resmi yaylak bir a’lâ koyun alına ve
haneden haneye bir nügi yag alına ki iki yüz direm olur. Ammâ uğrayub geçer olsa ondan
resmi yaylak alınmaz. Meğerki bir yurtta üç gece yatur ola Anun gibilerden alınur. Ve resmi
yaylak bağlanan yerlerde oturan kimesenelerden resmi yaylak alınmayub haricden gelenden
alına Bozulus taifesinin resmi yaylak Murad suyı üzerinde alınub anların kanunâmesi
mufassal mahallinde yazılmıştır. Ana göre ‘amel olına.” Yine (Barkan, 2001: 181) 1516 yılı
Erzincan Kanunnâmesi: “Ve resmi yaylak her yaylakçı olan kimesnelerden ki çeharpâsı ola
her haneden birer nügi yağ alalar iki yüz dirhem ola.” Barkan’ın yayla ve yaylakların
kullanımı ve buralardan tahsil edilen resimler konusunda verdiği bilgiler Osmanlı
Devleti’nin bu konudaki uygulamalarını anlam bakımından önemlidir.
Osmanlı Devleti’nde göçebe gruplar, hayvanlarını otlattıkları ve her türlü servetinden
istifade ettikleri yaylaları için belirli bir vergi öderlerdi. Bu vergiye yaylak vergisi denirdi.
Yaylalara göçen grupların hayvanları her yıl sayılır ve sürü başına ( 300 koyun) için 30 akçe
civarında vergi tahsilatı yapılırdı (Şahin, 2006:259). Osmanlı Kanunnamelerinde otlak
resmine esas teşkil eden sürü olup bu sürüdeki hayvan sayısı vergi tahakkukunda esas kabul
edilmektedir. Genellikle üçyüz koyun bir sürü olarak kabul edildiğini ve verginin de bu sayı
üzerinden tahsil edildiğini görmekteyiz. Verginin tahsil edilmesinde yörenin sahip olduğu
coğrafî şartlarının durumu da gözönüne alındığından dolayı vergilendirmede bazı
farklılıkların da görüldüğünü ifade etmek gerekir (Kazıcı, 1977: 116-117). Yaylacılık
faaliyetlerinin devam ettirilmesi hususunda da kanunların teşvik edici ve bazı yaptırımlara
sahip olduğu görülmektedir. Arazi Kanunnamesi 84. maddesinde, yaylak ve kışlak
mevsiminde yaylaya üç defa çıkmayan kişilerin yaylak ve kışlak üzerindeki bütün haklarını
kaybedeceği ifade edilmiştir (Çeker, 1985: 50). Kanunnâme ’de üç yıl kullanılmayan
arazinin kullanım hakkının kaybedileceği ifade edilmiş olsa da bunun hayata geçirilmediğini
ve arazide uygulanmasının mümkün olmadığını ifade etmek gerekir. Sürüler a’lâ, evsat ve
ednâ olmak üzere üçe ayrılırlar, bunların a’lâsı bir koyun, evsâtı için bir şişek ve ednâsı için
de bir toklu vergi olarak alınmaktadır (Kazıcı, 1977:117). Bazı göçebe gruplarında bu
vergiler hane başına otuz üçer akçe olarak tahsil edilirdi. Yine Bozulus Türkmenleri gibi
bazı göçebe sürü başına alınan iyi bir koyuna ilave olarak her haneden 200 dirhem yağ
alındığı da olurdu (Şahin, 2006: 259). Göçerlerin yaylada ve göç sırasında elde ettikleri
ürünlerin pazarlanması ve bunun pazara ulaştırılması da bir düzen ile sürdürülmektedir.
Selçuklular ve Osmanlılar döneminde de hayat tarzlarının sonucu olarak ürettikleri ürünleri
haftalık kurulan Türkmen pazarlarında şehirli ve konar-göçerler arasında mal değiş-
tokuşuna dayalı olarak sürdürmekteydiler (Turan, 2003:259). Göçerler arasındaki mal değiş
tokuşuna ait uygulamaların günümüzde de devam ettiğini ve göçerler özellikle yağ, peynir,
çökelek, canlı hayvanlarını pazarlara getirip buradan ise temel ihtiyaçları olan, un, meyve,
sebze, giyecek, sağlık malzemesi gibi temel ihtiyaçlarını aldıklarını bilmekteyiz.
120
Uluslararası Yaylacılık ve Yayla Kültürü Sempozyumu, 26 - 28 Eylül 2019 - Giresun
International Symposium on Transhumance and Upland Settlement Culture, 26
th
- 28
th
of September 2019 – Giresun
Paşakonağı, Kümbet, Bektaş, Kazıkbeli yaylalarında belli günlerde kurulan pazarlar
göçerlerin tercih ettikleri yayla pazarları olarak görülmektedir.
Do'stlaringiz bilan baham: