Kader beni, iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir kasabada, Braunau am Inn'de



Download 2,6 Mb.
Pdf ko'rish
bet6/27
Sana12.08.2021
Hajmi2,6 Mb.
#146148
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   27
Bog'liq
Kavgam - Adolf Hitler ( PDFDrive )


partinin

Hıristiyanlığı  suiistimal  etmesi  ve  Katolik  imam

ile bir siyasi partiyi aynı şey gibi göstermesi idi.

Katolik  imanın  yerine  siyasi  bir  partinin

geçmesinin  sonucu değersiz  bir  sürü  kimseye

mecliste mevki temin ettiği gibi, kiliseye de zarar




verdi.

Bu  durumun  sonuçlan  milletin  omuzlarına

yüklendi.  Çünkü  dini  hayatta  sebep  oldukları

gevşeme  öyle  bir  devirde  meydana  geldi  ki,

zaten  her  şey  gevşemeye  ve  sallanmaya

başlamıştı,  bu  şartlar  içinde  geleneklerin  ve

ahlakın  temelleri  de  yıkılmak  üzere  idi.  Fakat

sosyal  organın  bütün  bu  yaraları  ve  sarsıntıları,

kötü bir olay işin içine karışmadıkça zararsız bir

halde  durabilirdi.  Ama  yem  önemli  olaylar

milletin  iç  sağlamlığı  meselesine  kesin  bir  önem

verince,  bunlar  korkunç  bir  hal  aldılar.  Dikkatli

gözler,  siyasi  alanda  da  buna  benzer  birtakım

bozukluklar  görebilirdi.  Bu  bozukluklar  kısa

zamanda  düzeltilmediği  ve  çaresine  bakılmadığı

için imparatorluğun pek yakın bir gelecekte yok

olacağının  işareti  olarak  ortada  duruyorlardı.

Almanya'nın  iç  ve  dış  siyasetinde  bir  gayenin

olmadığını  kendisine  kör  denilmesini  istemeyen

herkes  görebilirdi.  Bu,  Bismarck'm  "Siyaset,

mümkün  olanı  yapmak  sanatıdır."  yolundaki

düşüncesine  pek  uygun  gibi  gelebilir.  Fakat

Bismarck'a  halef  olan  şansölyeler  arasında

küçük  bir  fark  vardı.  Bismarck'ın  bu  düsturu,




ona  siyasetinin  özünü  uygulama  imkanı  verdiği

halde,  başkalarının  ağzında  değişik  bir  mana

kazanıyordu.  Gerçekte  Bismarck,  bu  cümle  ile

belirli  bir  siyasi  gayeye  ulaşmak  için  bütün

imkanları  kullanmak  ve  hiç  değilse  mümkün

olan  şeye  başvurmak  manasını  kastediyordu.

Fakat Bismarck'ın halefleri ise tam tersine olarak

bu  cümlede,  siyasi  fikirlere  hatta  siyasi  gayelere

sahip

olmak


zorunluluğundan

sıyrılmak

hakkının resmi bir ilanım buldular, işte o zaman

gerçekten  siyasi  gayeler  kalmamıştı.  Çünkü

siyasi gaye için gereken dünya hakkında açık bir

düşünce ve siyasetin gizli gelişmesinin kanunları

ile ilgili açık bir görüş eksikti.

Birçok  kimse  bu  konuda  her  şeyi  kara

görerek,

imparatorluk

siyasetinde

tedbirli


düşünce  planının  eksikliğinden  dolayı  eleştiride

bulundular.  Demek  oluyor  ki  bu  siyasetin  ne

kadar  boş  ve  manasız  olduğunu  teslim  ettiler.

Fakat  bu  kimseler  siyasi  hayatta  ikinci  planda

kalıyorlardı,  hükümetteki  şahıslar  bir  Houston

Stewart


Chamberlain

kabinelerine

önem

vermiyorlardı.  Onlara  bugün  olduğu  kadar,



eskiden  de  kayıtsız  kalıyorlardı.  Bu  kimseler


kendiliklerinden  bir  şey  düşünemeyecek  kadar

aptal,  muhtaç  oldukları  şeyi  başkalarından

öğrenemeyecek  kadar  da  tahsilsizdiler.  Bu

sonsuza kadar devam edecek bir gerçektir, isveç

Şansölyesi  Oxenstiern*  bu  gerçeğe  dayanarak

"Dünya  ancak  akıl  ve  hikmetin  bir  parçası

tarafından  idare  olunur."  demişti.  Şimdi  her

bakanlık  bu  parçanın  ancak  bir  atomunu  teşkil

eder  diyeceğiz.  Oysa  Almanya  bir  cumhuriyet

olalı  beri  bu  gerçek  artık  kalmamıştır.  Bundan

dolayı  böyle  bir  şey  düşünmek  veya  söylemek

cumhuriyeti

koruma

kanunları

ile

yasaklanmıştır.  Fakat  Oxenstiern  için  bugünkü



cumhuriyetimizde değil de, o devirlerde yaşamış

olmak bir saadettir.

Birçok

kimse,


daha

savaştan

önce,

imparatorluğun  kuvvetini  meydana  koyacak



müesseseyi  Reichtag'ı  (parlamentoyu)  en  zayıf

direnme noktası olarak görüyordu. Korkaklık ve

sorumluluktan  çekinme  burada  en  geniş  şekilde

yerleşiyordu.

Bugün

işitilen



boş

fikirlere

göre

parlamentarizm



devrimden

sonra


ortadan

kalkmıştır.  Böylece  devrimden  önce  işin  başka




türlü  olmadığı  yolunda  bir  kanaat  uyandırmak

istiyorlar.  Gerçekte  bu  organ  ancak  tahripkar

olarak  faaliyet  gösterebilir.  Ancak  gözleri  bağlı

kimselerin  görmediği,  o  devrede  parlamento

aynı  şekilde  hareket  ediyordu.  Hiç  şüphe

edilmesin  ki  Almanya'nın  yere  serilmesinde  bu

müessesenin  zerre  kadar  bir  payı  yoktur.  Fakat

kötü  sonuç  daha  önce  meydana  gelmemiş  ise

bunda  da  Reichstag'ın  bir  rolü  olmamıştır.  Bu

gecikme, Alman  milletinin  ve  imparatorluğunun

bu mezar kazıcısına karşı, barış sırasında direnen

kuvvetine affedilmelidir.

Bu  müesseseden,  doğrudan  doğruya  veya

dolambaçlı  yollardan  ortaya  çıkan,  birçok  yıkıcı

felaket  topluluğu  içinden  ben  sadece  birini  göz

önüne  sereceğim.  Bütün  müesseselerin  en

sorumsuzu  olan  bu  organın  özünü  daha  açıkça

gösterecek  şey  şudur:  imparatorluğun  gerek  içte

ve  gerek  dıştaki  siyasetini  sevk  ve  idarede

gösterilen  o  korkunç  yetersizlik  ve  zayıflık.

Birinci

derecede

Reichstag'ın

faaliyetine

atfedilecek  olan  bu  zafiyet,  imparatorluğun

yıkılmasının belli başlı sebeplerinden biriydi. Ne

şekilde  olursa  olsun,  hangi  yönden  bakılırsa



bakılsın  parlamentonun  faaliyeti  dahilinde  olan

her  şey  yetersizdi.  Lehistan  siyaseti  hatalıydı.

Sorun  ciddi  biçimde  ele  alınmadan  bu  konu

tahrik  ediliyordu.  Sonunda  ne Almanya  için  bir

zafer  kazanıldı  ne  de  Lehistan  ile  barışmak

mümkün  oldu.  Fakat  Rusya  ile  düşman  duruma

düşüldü.  Alsace  Lorraine  meselesinin  halli  ye

tersizdi.  (İsveç  Şansölyesi  olan  Oxenstiem,

Gustave  Adolphie'nin  ölümünden  sonra  (1664-

1683) hükümetin idaresini eline almıştı.) Fransız

canavarı  sert  bir  yumrukla  bir  defada  kesin  bir

şekilde


ezilerek

Alsace'a,

Reich'ın

diğer


devletlerinin haklan ile eşit haklar sağlanmalı idi.

Ama  bu  yapılamadı.  Esasen  buna  kesin  olarak

imkan  yoktu.  Çünkü  en  büyük  partilerin

bünyelerinde  en  büyük  vatan  hainleri  vardı.

Üstelik merkezde de M. Wetterle! Fakat bu genel

yoksulluk,  imparatorluğun  devamı  için  var

olması  gereken  bir  kuvveti,  yani  orduyu

paramparça  etmeseydi,  yine  de  ona  tahammül

gösterilirdi.  Alman  Reichstag'ı  denilen  bu

müessesenin  işlediği  bu  korkunç  hata  Alman

milletinin

çektiklerinin

ağırlığını

kendisine

yükletmek  için  tek  başına  yeter  bir  sebepti.  Bu



parlamenter rejimin parti denilen parçalan en adi

sebeplerle  milletin  elinden  bekasının  silahım,

hürriyetini  ve  bağımsızlığının  tek  koruyucusunu

çalıp


aldılar.

Bugün


Flandres

ovasındaki

mezarlar  açılsa,  karşımıza  itham  dolu  kanlı

cesetler

çıkar.

Bu


toprağa

düşenler,

parlamentonun  görmemiş  veya  yarı  yetişmiş  bir

halde,


ölümün

kucağına

atılmışlardı.

Bu

kahramanlarla  beraber,  daha  on  binlerce  ölü  ve



sakatı  sadece  halkı  aldatan  ve  sayıları  birkaç

yüzü  bulan  siyasi  manevracıların  hırsızlıklarına

devam  etmek  veya  doktrinlerini  haince  telkin

edip  yaymak  imkanlarını  ellerinde  tutmak

istemelerinden kaybettik.

Yahudiler  Marksist  ve  demokrat  gazeteleri  ile

bütün  dünyaya  Alman  militarizmi  yalanını

uluduğu  ve  bu  şekilde  her  vasıtaya  başvurarak

Almanya'yı  ezmeğe  çalıştığı  sırada,  Marksist  ve

demokrat partiler de Almanya'nın halk kuvvetini

tam bir öğretimden yoksun bırakıyorlardı.

Parlamentocu  p  ...  'lerin  vahşi  ve  adi

vicdanlarının  doğurduğu  sonuçları  şimdilik  bir

kenara  bırakalım.  Yeteri  kadar  talim  görmüş

asker  eksikliği  savaşın  başlangıcındaki  harekat



sırasında

hezimeti

çabuklaştırdı.

Savaş


büyüdüğü  sırada  da  bu  durum  korkunç  bir

şekilde ortaya çıktı. Alman milletinin hürriyet ve

bağımsızlığı  uğrundaki  savaşta  ortaya  çıkan  bu

hezimet,  barış  sırasında  vatanın  korunması  için

milletin

bütün


kuvvetlerini

toplamamak

hususunda gösterilen zaafın ve yarım tedbirlerin

sonucudur.

Kara

ordusunun



yeni

seçim


mensuplarının  pek  azı  talim  görmüştü.  Deniz

kuvvetlerinde de aynı yetersizlik milli bekamızın

tek  silahı  olan  ordumuzun  değerini  düşürdü.

Ayrıca  esefle  belirteyim  ki,  deniz  kuvvetlerinin

kumanda  heyeti  de  bu  adi  ruhun  telkini  altında

kalmıştı.  Aynı  zamanda  tezgaha  konan  ingiliz

gemilerinden  daha  küçük  gemiler  yapımı  ile

başlamak,  her  halde  basiretli  ve  dahiyane  bir

hareket  değildi.  Halbuki,  gemilerin  sayısı

itibariyle

muhtemel

düşmanın

seviyesine

'çıkarılamayan

bir

donanma,



bu

açığını


gemilerinden  her  birinin  savaş  kudretinin

üstünlüğü  ile  kapatmağa  çalışmalıdır.  Söz

konusu

,:


olan

şey,


kavga

kudretinin

üstünlüğüdür. Bugünün tekniği öyle gelişmelere

ulaşmıştır  ki,  başka  milletlerin  aynı  tonajdaki




gemilerine ' üstünlük sağlamak imkansızlaşmıştı.

Artık  nitelik  itibariyle  efsanevi  üstünlük  tarihe

karışmıştır.  Hele  hele  tonajları  az  olan  gemilerin

daha  büyük  tonajlı  gemilere  üstün  gelecekleri

hiç düşünülmemelidir.

Özellikle

Alman

top


malzemesinin

Ingilizlerinkine  üstün  olduğu,  28  cm.lik  Alman

topunun  ateş  kudreti  bakımından,  30.5  cm.lik  |,

ingiliz


topundan

aşağı


bulunmadığı

söyleniyordu.  Halbuki  bu  sırada  bizim  de  30.5

cm.lik  top  yapımına  başlamamız  gerekirdi.

Çünkü gaye savaşta eşit bir kuvvete sahip olmak

değil,  üstün  bir  kuvvet  j!(  sağlamaktır.  Eğer  bu

böyle  olmasaydı,  kara  ordusu  için  42  cm.lik  bir

havan  topunun  yapılması  lüzumsuz  olurdu.

Çünkü  21  cm.lik  Alman  havan  topu,  o  zaman

Fransa'nın  sahip  olduğu  eğri  atışlı  bütün

toplarına  üstündü.  Kaleler,  siperler  30.5  cm.lik

havan toplarının darbeleri ile de yıkılabilirdi, işte

burada,  kara  ordusu  kumandanlığının  ileri

görüşü  deniz  ordusunda  yoktu.  Üstün  bir  topçu

kuvvetinin  tesirinden  ve  üstün  bir  süratten

vazgeçiliyordu.  Bu  risk  yanlış  bir  görüşten  ileri

geliyordu. Deniz ordusu kumandanlığı gemilerin




yapımı için kabul ettiği şekille taarruzu esas alan

hareketten  vazgeçip,  kendim  zorunlu  bir

savunma  hareketine  mahkum  ediyordu.  Bu

yüzden  de,  ancak  hücum  üzerine  dayanan  ve

sadece  hücumla  elde  edilebilecek  kesin  bir

başarıdan vazgeçilmiş olunuyordu.

Daha  az  sürate  ve  daha  kuvvetsiz  silahlara

sahip  bir  gemi,  daha  hızlı  seyreden  ve  daha

kuvvetli

silahlara

sahip

düşman


gemisi

tarafından  top  ateşine  tutularak  batırılacaktır.

Hem bu iş çok zaman kuvvetli gemiye uygun bir

mesafeden  yapılacaktır,  işte  bu  savaş  kanununu

kruvazörlerimizin  çoğu  büyük  bir  acı  ile  tattılar.

Savaş,  bizim  deniz  ordumuzun  kumanda

heyetinin,  düşüncelerinin  ve  görüşlerinin  hatalı

olduğunu  ispat  etti.  Sonunda  savaş  sırasında

imkan  olduğunda  eski  gemilerin  silahlarım

değiştirmeye  ve  yemlerim  daha  iyi  ve  daha

üstün  silahlarla  donatmaya  mecbur  kaldık.  Eğer

Skager  Rack  deniz  savaşında  Alman  gemileri,

ingiliz  gemileri  ile  aynı  tonaja,  aynı  silah  ve

surata  sahip  olsalardı,  ingiliz  donanması  daha

isabetli  ve  daha  tesirli  olan  38  cm.lik  Alman

obüslerinin  fırtınası  önün  de  denizin  dibini




boylayacaktı.

Japonya  eskiye  göre,  daha  değişik  bir  deniz

siyaseti  takip  etti  Japonlar  yeni  gemilerine

muhtemel  düşman  gemilerinden  daha  üstün  bir

savaş  gücü  vermeğe  çalışıyorlardı.  O  zaman  bu

tedbir  saye  sindeki  üstünlükle  donanmayı

taarruza  geçirme  imkanı  doğuyordu.  Bizim  kara

ordumuzun kumanda heyeti böylesine yanlış bir

fikir  takip  etmediği  halde,  parlamentonun

düşünce  şeklinden  devamlı  zarar  görüyordu.

Donanma köhne görüşlere göre teşkilatlandırıldı

ve  sonra  da  aynı  prensiplere  göre  harekete

geçildi.

Ordu sonradan elde etmesini bildiği ölmez şan

ve  şerefi,  generallerinin  iyi  çalışmalarına  ve

bütün  subay  ile  erlerinin  iktidarlarına  ve  eşi

görülmemiş

kahramanlıklarına

borçludur.

Savaştan  önceki  deniz  ordusu  da  böyle

meziyetlere sahip olsaydı, savaşın kurbanları boş

yere  canlarını  feda  etmiş  olmayacaklardı,  işte

hükümetin, o pek başarılı "parlamento oyunları"

barış  sırasında  donanma  için  çok  zararlı  oldu.

Gemi

inşası


meselelerinde,

parlamentonun

görüşü,  askeri  fikirler  karşısında  geri  çekileceği



yerde,  tam  tersine  üstün  bir  rol  oynadı,

iktidarsızlık  ve  parlamentonun  belirli  vasfı  olan

düşünce gücünün yokluğu ile mantık yetersizliği

deniz  ordusunun  kumanda  heyetini  berbat  edip

bıraktı.

Kara  ordusu  daha  önce  de  belirttiğim  gibi

böylesine  hatalı  bir  düşünce  akımına  kendini

kaptırmadı. Özellikle o sıralarda, genelkurmayda

bulunan  Albay  Ludendorf,  milletin  hayati

meselelerinde Reichtag'ın aldığı yarım tedbirlere

gösterdiği  zaafa  ve  çok  zaman  da  bunları  inkar

etmesine  karşı,  ısrarlı  bir  mücadeleye  girişmişti.

O  zaman  bu  subayın  yaptığı  mücadele  sonuç

vermedi.  Bu  suçun  yarısı  parlamentoya,  diğer

yarısı

da


şaşkın

Behtmann

Hohveg'in,

parlamentodan  daha  sefilane  olan  durumuna

aittir.  Fakat  bugünün  sorumluları,  bu  gerçeğe

rağmen,  bu  korkunç  suçu,  milli  menfaatlerimizi

korumayan  kabiliyetsiz  heriflere  karşı  çıkmış

olan  kimseye  yüklemektedirler.  Bu  anadan

doğma  elebaşılar  için,  bir  yalan  çok  veya  bir

yalan  az  olmuş,  hiç  önemli  değildir.  Milletin

geleceğinden  son  derece  sorumlu  olan  bu

heriflerin  canice  hafifliklerinden  dolayı  doğacak




sorumlulukları  düşünen,  boş  yere  feda  edilmiş

ölüleri


ve

savaş


sakatlarını,

katlanmakta

olduğumuz  büyük  utanç  verici  durumu  ve

hakareti,  içine  düşmüş  olduğumuz  sonsuz

sefaleti  hayal  eden  ve  bu  tün  bunların  sadece

birkaç zamane adamına ve iyi mevki avcılarına |.

bakanlık  koltuklarına  doğru  yol  açmak  için

meydana  geldiğini  bilen  iŞ'bir  kimse,  hiç  şüphe

yok  ki,  bu  yaratıklara,  alçak,  rezil,  namussuz,

şerefsiz ve katil denilmesinin hikmetini gayet iyi

anlayacaktır.  Aksi  halde  kullandığımız  bu

kelimelerin

manası

ve


gayesi

gerçekten

anlatılmaz  hale  gelir.  Bu  heriflerin  yüzünden

eski  Almanya'nın  iç  siyaseti  bozulduğu  zaman

bütün suçları garip bir açıklıkla göze çarpmıştır.

Çünkü  bu  türlü  ahvalde  hoş  olmayan

gerçekler, büyük halk toplulukları arasında avaz

avaz  bağırıldığı  halde  başka  taraflarda  pek

utanılacak  olaylar,  sessizlikle  geçiştiriliyordu,

hatta bunların bir kısmı inkar bile ediliyordu. Bir

sorunun  açıkça  incelenmesi  ile  bir  iyileşme

ihtimali doğarsa işte böyle davranıyorlardı.

Bu  arada  hükümetin  başında  bulunanlar

propagandanın  değerinden  ve  özünden  adeta




hiçbir şey anlamıyorlardı. Propagandayı devamlı

bir  şekilde  ve  gayet  ustaca  kullanmakla,  halka

cenneti  cehennem  gibi  veya  cehennemi  cennet

gibi  göstermeyi  kim  başarabilir?  işte  bunu

yapmasını  sadece  Yahudi  bilecekti  ve  bu  esasa

göre  hareket  edecekti.  Almanlar  veya  Alman

Hükümeti  bu  hususta  zerre  kadar  bir  bilgiye

sahip  değildi.  Bu  bilgisizlik  savaş  sırasında  pek

pahalıya mal oldu.

Fakat burada işaret ettiğimiz ve savaştan önce

Alman  milletini  lekelediğini  gördüğümüz  bu

sayısız  fenalıklar  arasında  bazı  üstünlüklerimiz

de  vardı.  Tarafsız  bir  inceleme  yapılırsa  diğer

millet  ve  ülkelerin  eksikliklerimizin  çoğunu

paylaştıkları gerçeği ortaya çıkacaktır. Hatta bizi

bu alanda geride bırakıyorlardı ve aynı zamanda

bizim üstünlüklerimizden de yoksundular.

Bu üstünlüklerin en belli başlısı olarak, Alman

milletinin bütün diğer Avrupa milletleri arasında

daima  kendi  iktisadi  milli  vasfını  son  derece

korumaya  çalışması  ve  kötü  işaretlere  rağmen

uluslararası  maliye  aleminin  kontrolüne,  diğer

devletlerden  daha  az  bağlı  olması  durumu

gösterilebilir.  Bu  herhalde  düşmanlarımız  için




tehlikeli  bir  üstünlüktü  ki  sonradan  Dünya

Savaşı'nın  en  belli  başlı  sebeplerinden  birini

teşkil etti.

Şüphe  yok  ki  monarşi  birçok  kimselere  ve

özellikle  büyük  halk  topluluğuna  yabancı

geliyordu. Buna da sebep, hükümdarların daima

en temiz beyne ve özellikle en doğru kalbe sahip

olmamaları

i-di.

Hükümdarlar



maalesef

dalkavukları  daha  çok  seviyorlardı,  onla  n  iyi

tabiatlı  kimselerden  üstün  tutuyorlardı.  Saray

çevresinde  bilgi  sahibi  olanlar  da  dalkavuk  ve

yüze gülücü heriflerdi.

Dünyanın  her  yönden  değişikliklere  uğradığı

bir devrede bu hal büyük bir darbe teşkil etti. Bu

değişiklikler  sarayların  bir  çok  gelenekleri  ile

uyuşmuyordu,  işte  bundan  dolayı  son  yüzyılın

dönüm  noktasında  herhangi  bir  kimse  artık  at

üstünde  üniforması  ile  geçen  bir  prensese

hayranlık  duyamazdı.  Bu  şekilde  yapılan  bir

geçit  resminin,  halkın  gözünde  nasıl  bir  tesir

meydana  getireceği  doğru,  olarak  tahmin

edilemiyordu.  Eğer  bu  bilinse  idi,  bu  kadar

uygunsuz,  akla  ters  gelen  işlere  kalkışılmazdı.

Aynı  bu  durumda  olduğu  gibi,  yüksek



sosyetenin  samimi  olmayan  insaniyetçiliği  de

çok  zaman  olumsuz  bir  tesir  yapıyordu.  Mesela

bir prenses, bir halk mutfağında pişen yemekten

tatmak  tenezzülünü  gösterdiği  zaman,  bu

davranış  eskiden  pek  iyi  görünebilirdi.  Fakat  bu

yüzyılın  başında  elde  edilen  tesir  tamamen  ters

oldu.  Çünkü  prenses  bir  tecrübeye  giriştiği  gün,

yemeğin


her

zamankinden

biraz

farklı


olduğunun farkına bile varmadığına kesin olarak

inanılabilinirdi.  işte  bu  kadarı  bile  yeterdi.  Keza

bunu  herkes  biliyordu.  Böylece  en  iyi  niyet  ve

davranışlar  bile,  açıkça  sinire  dokunmasa  da,

gülünç

bir


manzara

teşkil


ediyorlardı.

Hükümdarın  kanaatkar  olduğuna  dair  sağda

solda  anlatılan  hikayeler,  münasebetsiz  sözler,

halkı  tahrik  ediyordu.  Örneğin  sabahları  erken

kalkma  alışkanlığı,  gecenin  geç  saatlerine  kadar

çalışma  ve  az  gıda  almanın  kendisini  maruz

bıraktığı  tehlike  gibi...  Oysa  hükümdarın  ne

kadar uyuduğunu ve ne kadar yediğini bilmeye,

öğrenmeye lüzum yoktu. Ona yeter miktarda bir

yemek  veriliyor  ve  gereği  kadar  uyumasına  da

itiraz  edilmiyordu.  Hükümdar,  bir  insan  ve  bir

karakter sahibi sıfatı ile, ırkının ve memleketinin




şerefine

layık


faaliyetlerde

bulunursa

ve

hükümdarlık  görevlerini  yerine  getirirse  sevinç



duyuluyordu.  Fakat  ne  var  ki,  bütün  bunlar

önemsiz  şeylerdi.  Kötü  olanı,  milletin  büyük  bir

kısmına,  tepeden  idare  edildikleri  için  artık

kimsenin  herhangi  bir  şeyle  meşgul  olmasına

lüzum  kalmadığı  kanaatinin  gittikçe  artan  bir

hızla  yayılması  idi.  Hükümet  başarılı  veya  iyi

niyetle  donanmış  olduğu  sürece  bunun  zararı

görülmeyebilirdi.  Fakat  o  iyi  niyetli,  başarılı

hükümet yerini, gerektiği gibi olmayan başka bir

hükümete  bırakacak  olursa,  vay  halimize!  îşte  o

zaman  itaat,  irade  yokluğu  ve  çocukça  güven

gösterme,  hayal  edilebilecek  en  kötü  felaketleri

doğuracaktır.  Fakat  bu  karşı  fikirlerin  önüne

itiraz  kabul  etmez  birtakım  kuvvetler  çıkıyordu.

Bu  kuvvetler  arasında  ilk  önce  bütün  devlet

idarelerinin  istikrarım  belirtelim.  Monarşi  bu

istikrarı  meydana  getirmişti.  Sonra  bu  duruma,

hırslı


siyasetçilerin

spekülasyon,

kargaşalıklarından

korunan


devlet

makamlarından  uzaklaştırılmaları  da  yardımcı

oldu.  Ayrıca,  kuruluşun  daha  baştan  kazandığı

şerefi  ve  namuskârlığı  ile  elde  edeceği  otorite,




memurların  ve  özellikle  ordunun  üstünlüğünü,

siyasi  partilerin  seviyesini  aşması  da  bu  işe

hizmet  ediyordu.  Bu  üstünlüğün,  devletin  en

büyük adamının, yani hükümdarlarının şahsında

şekillenmesini  de  ilave  edelim.  Bu  yüzden

hükümdar  bir  sorumluluğun  sembolü  oluyordu.

Hükümdar,  parlamento  çoğunluğunun  meydana

gelişi  gibi  tesadüfi  bir  topluluğa  değil,  daha  çok

halka  borçlu  durumda  idi.  Alman  idaresinin

menkıbesi  ve  temizliği  daha  çok  bu  durumdan

ileri  geliyordu.  Sözün  kısası, Alman  milleti  için

monarşinin  kültür  değeri  pek  büyüktü  ve  diğer

mahzurları  başarı  ile  ortadan  kaldırabilirdi.

Alman hükümdarlarının oturdukları yerler, halen

estetik  ruhun  mabedi  olmakta  devam  ediyordu.

Bu  böyle  olmasaydı,  günümüzde  materyalist

hale  gelen  bu  ruhun  ortadan  kalkması  tehlikesi

baş gösterirdi. Alman prenslerinin on dokuzuncu

yüzyılda  sanat  ve  bilim  için  yaptıkları  hizmet

asla  unutulamaz.  Çağdaş  devir  ise  eskiden

yapılanlara

benzeyen

hiçbir

şey


ortaya

koyamamıştır,  işte  sosyal  organımızın  yavaş

yavaş bozulmaya başladığı o devirde ordu vardı

demek zorundayız.




Ordu Alman  milletinin  en  kuvvetli  okulu  idi.

Zaten  bütün  düşman  kininin,  milletin  hamisi

olan  bu  müesseseye  çevrilmiş  olması  sebepsiz

değildi.

Ordu,

iftiraya



uğrarken,

kinlere,


husumete  ve  mücadelelere  hedef  olurken,

aşağılık heriflerin hepsine korku telkin ediyordu.

Gerçeği

ifade


için

bundan


güzel

anıt


yapılamazdı.  Versay'da  uluslararası  hırsızların

adi  arzu  ve  hiddetlerini  ilk  önce  eski  Alman

ordusuna  çevirmiş  olmaları,  Alman  ordusunun

para  kuvvetine  karşı  milletimizin  hürriyeti  için

sağlam  bir  sığınak  olduğunu  gösterir.  Bizim

milletimize  bir  bekçi  olan  bu  kuvvet  olmasa  idi,

Versay  bütün  ruhu  ve  ayrıntısı  ile Almanya  için

çoktan  uygulanmış  olurdu.  Alman  milletinin

orduya  borçlu  olduğu  şey  şöyle  özetlenebilir:

HER ŞEY.


Ordu,  sorumluluk  hissinin  meziyet  haline

geldiği,  sorumluluğun  ezilmesi  gittikçe  günün

meselesi  olduğu,  özellikle  her  çeşit  sorumluluk

yokluğunun  örneği  olan  parlamento  tarafından

böyle  bir  eğilim  yayıldığı  bir  sırada,  kalplere

sorumluluk

hissi

dolduruyordu.



Ordu,

korkaklığın  salgın  bir  hastalık  olma  tehlikesinin




baş  gösterdiği,  kamunun  çıkarları  lehinde

fedakarlık

etmenin

budalalık

sayılmaya

başladığı,  sadece  kendi  çıkarını  korumayı  ve

çoğaltmayı bilen kimsenin akıllı sayıldığı sırada,

şahsı  cesareti  aşılıyordu.  Ordu,  her  Almana

milletin  kurtuluşunu,  zenciler,  Çinliler,  Alman,

Fransızlar,  İngilizler  ve  diğerleri  arasında

milletlerarası bir kardeşliği tahrik ve teşvik eden

sahtekar  heriflerin  uydurdukları  cümlelerde

değil,  bizzat  milletin  kuvvetinde,  azim  ve  karar

ruhunda


aramanın

gereğini

öğreten

okul


durumunda  idi.  Ordu,  azim  ve  karar  ruhu

aşılıyor  ve  böyle  azimli  ve  kararlı  adamlar

yetiştiriyordu.  Oysa,  günlük  hayatta  azim  ve

karar  yokluğu,  ve  şüphe  ile  tereddüt  insanların

hareketlerini sarsmaya başlamıştı.

Kurnaz


heriflerin

numune


olarak

gösterildikleri

devirde,

örnek


bir

işin


düzensizlikten  daima  daha  iyi  olduğu  prensibini

üstün çıkarmak, gerçekten ustaca bir hareket idi.

Yalnız  bu  prensipte  daha  hiç  bozulmamış  ve

sağlam  kalmış  bir  sıhhatin  varlığı  gerekti.  Eğer

ordunun  verdiği  terbiye  bu  temel  kuvveti

yenilemeye  devamlı  bir  şekilde  dikkat  etmemiş




olsaydı,  günlük  hayatta  böyle  sıhhatli  işler

çoktan ortadan kaybolur giderdi.

Baskı  ve  zorlama  ile  yeni  bir  gasp  veya  hiç

itiraz  edilmeden  yerine  getirilmesi  gerekli  bir

ticaret  anlaşmasını  imzalama  durumu  hariç,

hiçbir  vakit  herhangi  bir  faaliyeti  için  bütün

kuvvet  ve  inisiyatifini  toplayamayan  bugünkü

Reich hükümetinin azim ve karar kabiliyetinden

ne  kadar  dehşet  verici  bir  şekilde  yoksun

olduğunu  görmek  yeter.  Fakat  önüne  konan  bir

anlaşmayı  diktatörün  emrini  yerine  getirir  gibi

imzalayacağı  zaman,  her  türlü  sorumluluğu  bir

yana  bırakır  ve  dikte  edilen  husus  ne  olursa

olsun,  onu  hemen  meclisler-deki  zabıt  katipleri

gibi  süratle  tasdik  eder.  Gerçekten  bu  gibi

durumlarda  bu  hükümet  için  bir  karar  almak

kolaydır,  çünkü  alınacak  karar  ona  dışardan

yazdırılmıştır.

Ordu, ideale, vatana ve devletin büyüklüğüne

sadakat  gösterme  terbiyesi  vermişti.  Halbuki

günlük

hayatta


hırs,

açıkgözlülük

ve

materyalizm  yayılıyordu.  Ordu  sınıflar  halinde



ayrılmaya karşı, birleşmiş, birlik olmuş bir millet

meydana  getiriyordu.  Bu  konuda  ordunun  tek




hatası  vardı:  Bir  senelik  gönüllüler  usulü.  Bu

yanlış  bir  hareketti.  Çünkü,  bu  yüzden  eşitlik

prensibi ihlal ediliyordu. Daha çok talim görmüş

olan çevresinin diğer bölümlerinden tekrar dışarı

çıkmış  oluyordu,  halbuki  bunun  tersi  daha  iyi

idi.


Yüksek  sınıflarımızın  derin  genel  aptallıkları

ve  halktan  gittikçe  daha  belirli  bir  şekilde

kopmalar  karşısında  ordu  hiç  olmazsa  kendi

safları


arasında,

akıllılar

denilenlerin

ayrılıklarından  kaçınmasaydı,  pek  iyi  bir  tesir

meydana  getirmiş  olurdu.  Bu  şekilde  hareket

etmemek  hataydı.  Fakat  bu  dünyada  hangi

müessese  hatadan  bağımsızdır?  Ordunun  hayırlı

işleri,  zarara  o  kadar  üstündü  ki,  bazı  küçük

hataları bir vasat insanın kusurlarına nispetle çok

daha önemsiz ve basit şeylerdi.

Eski  imparatorluğun  ordusunun  en  büyük

meziyeti,  her  şeyin  çoğunluğa  tabi  olduğu  bir

sırada  ve  Yahudilerin  sayıya  karşı  besledikleri

körü  körüne  sevgiye  ters  olarak,  şahsiyete

inanma  prensibini  korumasıdır.  Gerçekte  ordu

çağdaş  devrin  en  çok  ihtiyaç  duyduğu  şeyi

yatıştırıyordu:  İNSAN.  Bir  gevşeme  halinden,



yayılmakta  olan  bir  kadınlaşma  bataklığından,

her  yıl  ordunun  safları  arasından  350.000  genç

yetişiyordu  ki,  her  birinden  kuvvet  fışkırıyordu.

Bu  gençler  iki  yıl  süren  talim  sonunda

üzerlerinden  gevşekliği  atmışlar,  çelik  gibi

vücutlara  sahip  olmuşlardı.  Bu  süre  içinde  itaat

etmeye alışan genç, artık bundan sonra kumanda

etmeyi  öğrenebilirdi.  Yürüyüşünden  talimli

askeri tanımak mümkündür.

Evet,  ordu  Alman  milletinin  en  büyük  okulu

idi. işte bu yüzden kıskançlık, hırs ve açgözlülük

şevkiyle,  devletin  acze  düşmesini,  milletin

müdafaadan  yoksun  kalmasını  isteyenler  ve  bu

büyük  devleti  sömürenler,  korkunç  kinlerini

orduya  yoğunlaştırıyorlardı.  Birçok  Almanın

düştüğü  körlük  veya  kötü  niyetle  istemedikleri

şeyi  yabancılar  takviye  ediyorlardı.  Alman

ordusu,  milletin  hürriyetinin  ve  çocuklarının

gıdasının hizmetinde en kudretli bir silah idi.

Devletin  şekline  ve  orduya  üçüncü  bir  unsur

katılıyordu.  Bu  eski  imparatorluğun  mukayese

kabul etmez memurlar sınıfı idi.

Almanya,  dünyanın  en  iyi  idare  edilen  ve  en

güzel  teşkilatına  sahip  bir  ülke  idi.  Alman




memurlarının  kırtasiyeciliğin  karşısında  oluşları

sayesinde  işler  muntazam  gidiyordu.  Başka

devletlerde

işler,


bizdekinden

daha


iyi

gitmiyordu.  Hatta  daha  da  fenaydı.  Fakat  diğer

ülkelerde  olmayan  taraf  bu  organın  hayran

kalınacak

sağlamlığı

ve


onu

meydana


getirenlerin

ahlak


kaidelerinden

ayrılmaz


zihniyeti  idi.  Mertlik  ve  sadakatin  bir  arada

olduğu  küçük  bir  görenek,  bugün  sık  sık

rastlanan  prensip  yokluğundan,  karaktersiz,

cahil  ve  aciz  modernlikten  çok  daha  iyidir.

Savaştan önce belki biraz kırtasiyeci olan Alman

idaresinin  ticaret  yönünden  iktidarsız  olduğunu

iddia  etmek,  bugün  pek  revaçta  ise,  buna  şu

soruyla  cevap  vermek  yeter:  Dünyanın  hangi

ülkesinde  Almanya'nın  demiryolları  kadar  iyi

sevk ve idare edilen bir işletme ve ticari yönden

bu  kadar  iyi  bir  kuruluş  vardı?  Meğer  bu  örnek

işletmeyi  yok  etmek,  devrime  kısmet-mis.

Sonunda  bu  işletme  milletin  elinden  alınarak,

cumhuriyetin

kurucularının

ruhlarına

göre

sosyalize  edilmeye,  yani  Alman  devriminin



delegasyonu

sıfatı


ile

spekülasyonun

milletlerarası  sermayesine  hizmet  etmeye  uygun



bir duruma getirildi.

Memur  sınıfını  ve  idare  mekanizmasını

özellikle  diğerlerinden  ayıran  ve  üstün  hale

getiren  taraf,  bu  sınıfın  çeşitli  hükümetlere  karşı

bağımsız  oluşuydu.  Çeşitli  hükümetlerin  siyasi

görüşleri  Alman  memurunun  zihniyeti  ve

çalışması  üzerinde  tesirli  olamazdı.  Fakat

devrimden  bu  yana,  bu  durum  değişti.  Meleke,

ehliyet  ve  iktidar  yerine,  herhangi  bir  siyasi

yazıda belirtilen mevki üstün duruma geçiyordu.

Orijinal ve bağımsız bir karakter, memura fayda

vermek yerine engel teşkil ediyordu.

Eski  imparatorluğun  kuvveti  ve  ihtişamı,

devletin  şekline,  ordu  ve  memur  sınıfının

üzerine  dayandırılıyordu.  Bugün  ise  bunlar,

devlette  tamamen  eksik  olan  bir  vasfın  birinci

derecedeki  en  önemli  sebepleri  idiler.  Devlet

otoritesi

yoktu.

Çünkü


devlet

otoritesi,

parlamentoda  veya  lanstaglardaki  gevezeliklere,

devleti


koruma

kanunlarına

veyahut

bu

kanunları  çiğneyenleri  dehşet  ve  korku  içinde



bırakmaya  mahsus  mahkemelerin  kararlarına

dayandırılamaz.  Devlet  otoritesi,  bir  topluluğu

sevk  ve  idare  edenlere  gösterilmesi  gereken  ve



gösterilebilen  genel  güvene  dayandırılır.  Fakat

bir kere daha belirteyim ki bu güven, hükümetin

ve  idarenin  namuslu,  menfaat  düşüncelerinden

uzak  olduğuna  dair  samimi  ve  sarsılmaz  bir

kanaatin  sonucudur.  Bu,  kanunun  anlamı

üzerindeki  tam  bir  birleşmeden  ve  kanun

tarafından saygı gösterilen prensipler hakkındaki

anlaşma  hissinden  doğar.  Hükümet  sistemleri

baskı  ve  şiddet  üzerine  dayanmazlar,  halkın

menfaatlerini  temsil  etmedeki  samimiyete,  onun

gelişmesi  için  yapılan  yardıma  ve  kendi

meziyetlerine  göre  değer  taşırlar.  Savaştan  önce

işlenen

kötülüklerden

bir

kısmı,


milletin

kendinde  saklı  kuvvetlerini  yıkmak  tehdidinde

bulunmuştur.  Bu  durum  diğer  ülkelerde  de

meydana  gelmiştir.  Hatta  bu  ülkeler,  bu

kötülüklerden  Almanya'ya  kıyasla  daha  çok

zarar görmüşlerdir. Fakat böyle olmakla beraber,

o

ülke


halkı,

müşkül


karşısında

gayret


göstermekten

vazgeçmemiş

ve

dolayısıyla



çökmemiştir. Ama  savaş  öncesi  zaaflarına  karşı

Almanya'nın  göğüs  germeye  kuvveti  olduğu

düşünülürse,  bu  çöküşün  sebebini  başka  yerde

aramanın  gerektiği  görülür.  Evet,  gerçek




böyleydi.  Eski  imparatorluğun  çökmesinin  son

ve  en  büyük  sebebi  ırk  meselesinin  iyi

anlaşılmaması  ve  milletin  tarihi  gelişmelerinde

ırkın  öneminin  takdir  edilmemesidir.  Çünkü

milletlerin

hayatlarında

bütün

olaylar


tesadüflerin  birtakım  görünümlerinden  ibaret

değildir,  bunlar  ırkın  korunması  ve  çoğalması

yolundaki  gayretlerin  doğal  sonuçlarıdır.  Öyle

ki,  insanlar  kendi  faaliyetlerinin  derin  sebebini

takdir  edemedikleri  zaman  bile  bu  böyle

olmuştur.





Download 2,6 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   27




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©hozir.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling

kiriting | ro'yxatdan o'tish
    Bosh sahifa
юртда тантана
Боғда битган
Бугун юртда
Эшитганлар жилманглар
Эшитмадим деманглар
битган бодомлар
Yangiariq tumani
qitish marakazi
Raqamli texnologiyalar
ilishida muhokamadan
tasdiqqa tavsiya
tavsiya etilgan
iqtisodiyot kafedrasi
steiermarkischen landesregierung
asarlaringizni yuboring
o'zingizning asarlaringizni
Iltimos faqat
faqat o'zingizning
steierm rkischen
landesregierung fachabteilung
rkischen landesregierung
hamshira loyihasi
loyihasi mavsum
faolyatining oqibatlari
asosiy adabiyotlar
fakulteti ahborot
ahborot havfsizligi
havfsizligi kafedrasi
fanidan bo’yicha
fakulteti iqtisodiyot
boshqaruv fakulteti
chiqarishda boshqaruv
ishlab chiqarishda
iqtisodiyot fakultet
multiservis tarmoqlari
fanidan asosiy
Uzbek fanidan
mavzulari potok
asosidagi multiservis
'aliyyil a'ziym
billahil 'aliyyil
illaa billahil
quvvata illaa
falah' deganida
Kompyuter savodxonligi
bo’yicha mustaqil
'alal falah'
Hayya 'alal
'alas soloh
Hayya 'alas
mavsum boyicha


yuklab olish