3.1.45.
Büyük Hintli
143
(1925)
“Bunu kalbim küt küt atarak yazdım”, ister inanın ister inanmayın.
Fakat kalbim “rüzgârın vurduğu yaprak gibi titriyor…” Bir çeşit zevk – “neşe” ile
titreyen kalbim bütün bedenimi sallıyor ve bu arada elimde hafifçe sallanıyordu. “Bu
nerden çıktı?” derseniz, anlatayım:
Bu sözlerin en başında “Büyük Hintli” diyorum ki, işte o büyük zat yani
Rabindranath Tagore
144
adlı kişi, daha genç zamanlarında dünyanın en yüksek
dağlarından Himalaya
145
’nın ihtişamlı yamaçlarında babasıyla birlikte seyahat edermiş.
O zamanlarda bile iyi bir (yani becerikli gibi) şair olan bu büyük zat hiçbir şey yazamadı.
Böyle büyük bir şair, böyle büyük Himalaya’nın gökler ile öpüşen zirvelerinde, gece
karanlığında da sık ormanların koynunda, bir çift laf diyemese bile, bir tanecik şiir parçası
da mı yazamaz? Şuna bakın! Kendi geçmişine ait olan kitabında böyle yazdıktan sonra
büyük bir hayret şaşkınlık içinde kaldım…
Rusçaya tercüme edilip basılan eserlerin çoğunu okuduktan sonra, bu büyük ve
değerli insanı kendi halkıma tanıtmak istedim. Bu niyetle elime kaç kez kalem aldıysam
hepsinde de titreme bastı, durdum… Fakat bence o titreme basmalarının ve kalp
titremelerinin “sırrı” da burada ortaya çıktı, şöyle ki:
-
Hint dehasının Himalaya dağlarında hiçbir şey yazamamasının
sebebi, dağın çok heybetli, cesur ve büyük olup aklını başından almasından
kaynaklanmış olsa gerek. Benim o büyük zat hakkında hiçbir şey yazamamam,
titremem de o insanın Himalaya dağları kadar heybetli ve büyük
olmasındandır!
143
Büyük Hintli – “Mäårif vä Oqitguvçi” [Eğitim ve Öğretmen] dergisinin 1925 yılı 7-8 ortak sayısında
yayınlandı.
144
Rabindranath Tagore (1861-1941) – ünlü Hint yazarı. Çok sayıda şiir ve mensur kitap, roman yazarı.
1913 yılında “Gora” şiir kitabı ile Nobel ödülüne layık görüldü.
145
Himalaya dağı – Hindistan, Çin, Nepal ve Pakistan sınırlarında bulunan yeryüzündeki en yüksek sıra
dağlar. Himalaya – Sanskritçe “karlar mekânı” demektir.
207
Eski edebiyat ile yeni edebiyatın arasından kalan, doğulu genç gerçekten şaşkın bir
durumdadır. Eski edebiyat acayip şirin, yenisi ondan da şirin, batınınki daha da şirin.
Hangisine daha fazla kendini versin? Sonuçta her biri birbirinden şirin!
Bizim Özbekler için henüz bu iki arada bir derede kalma durumu yok. Niye derseniz
Özbekler eski edebiyata –sebepsiz yere – darılmış, küsmüşler; yeni edebiyat karşısında
(Daha yeni başladı. Edebiyat sahasında yenilikten ziyade henüz bebek, küçük bir çocuk,
tecrübe hususunda yetim, kimsesiz) evsiz, kendi başına buyruk! Cesaret edip: “ülkü”
diyeceğim ama korkuyorum; zira başlayıp… Ben ülküsüzüm!
Ülküsüzlüğümden biraz konuşup geçeyim: Nevaî, Lütfî, Baykara, Meşreb,
Umarhan
146
, Fazlî
147
, Furkat ve Mukimî’leri okuyorum: Hep aynı! Aynı! Aynı!
Gönül başka yeni şeyler arıyor: Batu, Ğayratî, Altay, Aybek ve Culkınbay
148
’ları
okuyorum, sadece keyiflendiriyor! Onlar benim için yanan lambalar olsa da, benim
yarınım için! Avlanî, Tavalle, Siddikî, Hakimzade’leri okumuyorum, okumuyorum, beni
bu hale koyan onlar!..
Neden açıldı gözüm? Nereye gitti uykularım?...”
Tokay’dan başlayıp Kavi Necmi’ye kadar Tatar Edebiyatını, Hadi’den başlayıp
Cevat’a kadar Azerbaycan Edebiyatını (Hüseyin Cavit’i bir kenara ayırıyorum!), Namık
Kemal’den Ali Seyfi (A. Seyfi) ye kadar Osmanlı Edebiyatını okuyorum: ya çok fazla
yenilik, batılılık ya da çok fazla doğululuk! Osmanlıcadan sadece Rıza Tevfik’in bazı
yeni şekil ile eski ruhta söylediği sufi tarzı şiirlerini okuyorum. Bunlarla iyice
doyuyorum; ondan sonra Yahya Kemal’in “Sadabad” ruhunda bazı şeylerini. Fakat onlar
o kadar az ki… İşte bu durumdayken, o büyük zat bana rastladı. Ondan sonra gerçekten
doydum!
Elim titrese de, kalbim oynasa da, gücüm yetmese de o, “Doğu ile Batı arasındaki
altın köprü” yü halkıma tanıtmak istedim. Bundan fazla bir şey demek gerçekten elimden
146
Umar Han – Hokant Han’ı (1811-1922) Nadire Begüm’ün kocası, Emiri mahlasıyla gazeller yazmış,
Divan tertip etmiş. Onun hanlığı döneminde Hokant edebi çevresinde canlanma hissedildi.
147
Fazlî - Fazli Namangani (18.asır sonu 19.asır başları), şair, edebiyatçı. Umar Han devrinde Hokant saray
şairlerine önderlik etmiş. 1821 yılında bir grup yazarın katılımıyla “Mecmua-i Şairan” tezkiresinin
düzenlemiş. Özbek ve Tacik dillerinde yazdığı gazel, tuyuğ ve muhammesleri bayoz ve mecmualarda
korunmuş.
148
Culkınbay – Abdullah Kadirî’nin mütear ismidir.
208
gelmiyor. Benim elimden gelen: o mübarek insanın bazı eserlerini mensur olarak
Rusça’dan tercüme etmek oldu. Bu da büyük bir şey.
Aşağıda onun “Orak Ay” adlı eserinden üç şiirinin tercümesi basıldı. O şiirler
hakkında sadece şunu söyleyebilirim ki, onlar genç çocuk yani bebeğin psikolojik
durumunu gösterme de birbirleriyle yarış yapıyorlar. Bunları okudum, tekrar tekrar
okudum, ondan sonra Hacı Recep’in Şükür ve Habib adlı ufak tefek çocuklarıyla
konuştum ve birlikte… oyun oynadık! O zaman öğrendim ki, onların her biri; bir Tagore,
bir Büyük Hintli!
Do'stlaringiz bilan baham: |