285) Atts Sibirieri. I, 470.
28G) İbn ül-Athîr, ed. Tornberg, VHI, 396.
na yapılan teşvikata burada kimse kapılmamış ve hep müslüman kalmışlardır. Bugün de komünist dinsizliği, meselâ Bukharada ve Tataris- tanda görüldüğü kadar orada bıı* tesir icra edememiştir. «Enbekişil Qa- zaq» gazetesi Kazaklar arasında dinsizlik propagandasının muvaffaki- yetsizîiğinden, molla ve hocaların eskisi gibi muvaffakiyetle iş gördüklerinden şikâyet ediyor. 1926 daki Mekke Kongresine giden Kazakistan Kadısı «Mehdi Kadı» da bu meseleye temas ederek, «Mescidleri- miz ve resmî mollalarımız, tahkir edilecek dinî müessesatırmz olmadığından, komünistler için bizim Kazak arasında yapılacak iş yoktur.» demiştir. İşte Türkistan, belki yavaş yavaş bu «Kazakların islâmiyeti» ne doğru gidecektir.
lürkıstanda elbise meselesi, harb ve inkılâp içinde Elbise, Ev İçi herkesin bulabildiğini giyinmesiyle kendi kendili- ve Aile ğinden halledildi. Avrupa elbisesine nazar zaten
meselâ Türkiyede olduğu gibi, bir kült halinde değildi, artık buna dikkat eden yoktur. Bununla beraber Türkistanda Avrupa elbisesini giyinmek, eskisini taşımayı men’etmek ve Avrupa kıyafetini bir kült haline sokmak şeklinde olmamıştır. Avrupa ve eski Türkistan elbisesi muvazi yaşıyor. Yazın sıcaklarda ve evde giyilmesi pek kolay olan seki millî kıyafetlere münevverler içinde de rağbet vardır. Türkistan şehirlerinde üniversiteyi ikmal eden münevver bir genç, bir gün rus biçimi Avrupa elbisesiyle ve diğer bir gün başında «doppu» ve yahut «selle» (sarık) ve çapanla görünür. Bunda bir garâbet görülmez. Bu hususta Türkistanlılar, Japonlara benziyorlar.
Garbı ve şimalî Kazakistanda elbise ve ev içi tertibatını asrîleştir- mekte Tatarların rolü olmuştur. Kazakların «taqya» yahut (kelepuş, iarsça «kellepuş») ve «mesh» (kazanca çetik yani «iç etik») ve bir nevi «bişmet» (farsça «pişbend») elbisesi ekseriya Kazan usulünde idi 343). Elbisenin yavaşça «Avrupalılaşması» nm yani yarı avrupalı şekillerin tekamülü yine Tatarlardaki yolla gidiyordu. Ev içi de kısmen öyle idi. Şimdi ise Kazaklar asrı hayat usulünü doğrudan doğruya Ruslardan almaktadırlar. Kazakistanda millî hükümet idare merkezi olan Semi (A- laşorda), Kızılorda, Almalı-88) şehirleri binlerce Kazak oğuîl arını cel-
— 5 36
İd etmek te ve şehir hayatı süratle inkişaf etmektedir. Bu Kazak şehir ha^ yatı, artık doğrudan doğruya rus ve avrupa Şehir hayatıdır. Yalnız yemek hususunda gerek Özbek ve gerek kazak münevverleri hep kendi millî yemeklerini yemektedirler. Bazı münevverlerin evlerinin bir tarafı tam avrupa usulünde, diğer tarafı da kazak usuliyle yer üzerinde döşenmiştir. Her halde Türkistanda «Avrupa» ve «Şark», meselâ Kazanda ve İstanbulda olduğu gibi, mutavassıt bir şekil bulmak esasından daha çok her ikisi de ayrı kültür şeklini muhafaza etmek esasında birleşmektedir.
Aile hayatında kaydedilmesi lâzım gelen cihet, Ruslarla temas e- denl.er arasında rus kadınları ile evlenmenin çoğalmasıdır. Bu, Türkistan için büyük bir tehlikedir. Malûmdur, ki yekdiğerine müsavi olan medenî milletler (meselâ İngiliz, Alman, Fransız) arasında evlenme medenî rabıtayı kuvvetlendirir; fakat siyaset, irfan ve iktisat itibariyle biri hâkim diğeri mahkûm olan milletler arasında birincisi için temsil ve diğeri için de temessü! prosesini çabuklaştırıyor. Rus karısı, umumiyetle Ruslarda olduğu gibi, mutaassıp, milliyetperver ve sultalıdır. Hem okşayarak, hem de mütemadiyen hakir görerek izzeti nefsine dokunup, zevcini zillete alıştırıyor. Daha doğrusu onu eşek yapıyor. Bolşevikler ise sİ3'asî ve idarî işlere karışan lürk münevverlerinin ailesinde rus karısına, ekseriya hâkim milletin murakıbı nazariyle bakıyorlar. Karısı Rus olan bir Türk komiserine, «internasyonalist» nazariyle bakıldığından, emniyet daha fazla oluyor. O sebepten bazı ımperyalistler, yalnız ikbal- perestlik yüzünden türk kaınsını terkederek rus kadınları ile evlenmektedirler. Böyle ailelerde ev liscinı rusça olup evlât da artık rustur. Komünistler ise, ne hıristiyan ve ne de İslâm isimleri vermeyip «Oktobr isimleri», yani Lenin, Staiin, Marks, Engels gibi bolşevik isimleri vermekle «evlâdım ne hıris'tiyan ve ne de İslâm oldu» diye müteselli oluyorlar.
Bu tehlike, millî edebiyatta bilhassa «Muştum», «Meşreb» gibi mizah mecmualarında çok defa bahis mevzuu olmaktadır. Fakat böyle şeylerden bahsetmek «intıernasyonalistlige aykırı» sayıldığından komünist olan muharrirler ihtiyatlı yazıyorlar. Şâir Ilbekin «Maarif ve Oqui- ğuçı» 1926 da 7-8. sayısında bu meseleye ait neşrettiği «Yanı hayat arayan» adlı hikâyesi ve «hayat muamması» unvanlı şiiri dikkate şayandır. Hikâye de Kahhaır khoca nam bir münevverin, önce evlenmiş olduğu Özbek karısını, (cahildir, biraz da medenî olalım diye boşayıp Av-
Do'stlaringiz bilan baham: |