Postmodernizm ve Eleştirisi
adlı eserinde
postmodernizm için yapılan tanımları başlıklar halinde şu şekilde ifade eder:
1.Postmodernizm, modernist dünyaya karşı bir duruş ve modernizmi sorgulayan bir yöntemdir.
2. Postmodernizm, ideoloji karşıtı bir ideolojidir.
3. Postmodernizm, bir düşünce biçimidir.
4. Postmodernizm bir sanat akımı ve kültür olgusudur.
5. Postmodernizmi bir akım olarak postmoderniteden ayırmak gerekir (Doltaş, 2003, 192).
İçinde yaşanılan tarihte, dünyada toplumun ve toplumu meydana getiren bireyin
yaşamının her safhasını iliklerine kadar deformasyona uğratan/ etkileyen
postmodernizmle birlikte, eskiyle yeninin, evrensellikle ulusallığın, madde ile
metafiziğin, yüce ile çıkarın, olağan ile olağanüstülüğün, benlik ile üst benliğin, ateşi
gören bir mum gibi, şamdanın içine doğru eridiği bir kültür ve değerler karmaşası
yaşanmaktadır. Akılcılığıyla övünen modernizm, değişmeyeceği düşünülen değerlerini
kaybetmekle yüz yüze gelir. Postmodernizm, toplumu oluşturan farklılıkların, bu
hiyerarşik yapı olmadan da aynı kefede bulunabildiği bir olgudur. İlk belirtileri
postmodernizm ise nihilizm, anarşizm, ekzistansiyalizm vs. gibi modern düşüncenin çıbanlarından
farklı olmadığını gizlemek için bilinçli olarak kullanılan bir tabir olduğu ve ‘post’ ön eki ile
‘modernizm’ kelimesinin arasına konulan ‘-’ işaretinin anti modernistlerin sığındığı bir gölgeliktir
(Emre, 2006, 30-37).
5
görülmeye başlandığında dikkat edilmeyen ve önem verilmeyen değerler silsilesi artık
toplumda saygınlığa kavuşmaya başlar. Geniş kapsamlı bir demokratik kültür yelpazesi
açılır. Ne var ki, her hangi bir kurala bağlı olamama, amaçsızlık, seviye tanımama,
zengin olma ve parayla itibar görme gibi bir yaşam şekli, sonrasında ahlaki ve estetik
gibi değerlerin kimyasının bozulmasına sebep olur (Akkaya, 2010, 14).
Postmodernizmin edebiyata yansımasını Necip Tosun şu şekilde açıklar:
… çok seslilik, bölünmüşlük, heterojenlik, seçkin sanat ile kitle kültürü arasındaki mesafenin
kapatılması, sanatla yaşamın birleştirilmesi, metinlerarasılık, değişik parçaların bir arada
kullanılması, yazma sürecine okurun dahil edilmesi, okura okuduğu şeyin gerçek değil kurgu
olduğunun sürekli hatırlatılması, türler ayrımına karşı çıkış, ideolojik olmaya çalışmayan, bir
mesajı olmayan metinler, bütünlülük ve düzeni reddediş, her şeyin belirsiz ve muamma oluşu,
kesinlikten uzaklaşma, paradokslar, rastlantılar ve iç içe geçmiş zaman parçaları, parodi, pastiş,
şizofreni, ironi, çoğulculuk, melezleştirme, insansızlaştırma postmodernizmin temel
özellikleridir. Postmodern anlatılarda nedensellik yoktur, her şey boşluktadır, boyutsuzdur, ele
avuca gelmez, cisimleşmez. Gerçek ve düş ayırt edilemez, dil bir yanılsama aracı olarak
kullanılır, masalsı, karmaşık bir hâle sokularak ‘giz’ duygusu sürekli beslenir. Birden fazla
anlatım çeşidi, bakış açısı kullanılır. Postmodern anlatı, bağlılığı, kuralcılığı reddeder.
Söylenecek her şey söylenmiştir, bu yüzden de ne yaratımdan ne de orijinallikten söz edilebilir.
Metin dışı imkânsızdır. Özgünlük yoktur, her şey kopyadır, taklittir. Bütün yorumlar
birbirinden ürer. Güzel, estetik duygusu seçkinciliktir ve reddedilmesi gerekir. Postmodern
metin bir ‘arayış’ biçimiyle karakterize olur. Kurama, standartlaştırmaya karşı çıkar, yazar
hakimiyetini reddeder (http://tosunnecip.blogcu.com)
.
Zira postmodernizmin temelinde, o ana kadar var olan ve sanatçılar tarafından
kullanılan estetik kuralları yok saymak yatar. Postmodernizmin bu yok sayma politikası
sanatçılar arasında bir düzensizliğe yani uyumsuzluğa sebep olur. Postmodernizmin
istediği de budur zaten. Artık sanatçılar tarafından özenle meydana getirilen metinlerin
yanında, toplumun insan içinde kullanılmasını hoş görmediği sözlerin, hakaretin,
argonun ve daha da ilerisini ifade edersek cinselliğin eserlerde yer almaya başladığına
şahit olunur (Akkaya, 2010, 14).
Postmodernizmin ana arterleri olan dil oyunları, ironi, bölünmüşlük,
heterojenlik, çoğulculuk gibi kendini en güzel yansıttığı alan hiç kuşkusuz edebiyattır.
Edebiyatla birlikte bütünleşen postmodernizm, modernizmin her ilkesine bilinçli bir
şekilde savaş açar ki kapitalist sistemin yapısal krizi ötelensin (Akkaya,2010, 17).
Sonuçta postmodernist sanat/ edebiyat, modernizmin ciddiyetine, sofuluğuna ve
bireysel-insani değerlerine lakaytlıkla, farklı ve dolayısıyla da yeni bir oyuncullukla;
pastiş, alıntı ve sanatın geçmiş şekilleriyle bir oyuncak gibi oynama, ahlakı hor görme,
ticarilik ve nihilist bir yaklaşımla karşılık verir. Postmodernizmle birlikte yüzeysellik,
oyun, popülist yaşam tarzı, uyum içinde yaşama ve hiçbir şeyi düşünmeme insanların
hayatına girer (Akkaya, 2010, 18).
6
Postmodernizmin edebiyata yansıması, sadece edebiyatçılar değil, felsefeciler
tarafından da bir sorun olarak bakılan dil aracılıyla olmuştur. Bu konuda Roland
Barthes, Yazının Sıfır Derecesi’nde (Writing Degree Zero) dil konusunda şu fikirleri
ifade eder: “Flaubert’ten günümüze, edebiyatın tümü, dil sorunsalı haline gelmiştir”.
Alain Robbe-Grillet ise “… gerçek yazarın söyleyecek hiçbir şeyi yoktur… Yalnızca
söyleyiş tarzı vardır.” derken, asıl itibariyle dilsel ifade biçimini ön plana çıkarmaya
çalışır. Özellikle Umberto Eco, Charles Jenks’in “çifte kodlama” adını verdiği
kavramdan yola çıkar. “Zaten söylenmiş” şeklinde bir farkındalık dâhilinde ortaya
konulan postmodern duyarlığını tanımlayarak, sevdiğine “Seni çılgınca seviyorum.”
diyemeyen ve bunun yerine, “Barbara Cartland’ın ifade ettiği gibi seni çılgınca
seviyorum.” diyen bir âşık örneğinden bahseder. Bu yönüyle düşünüldüğünde sanatsal
veya edebi bir etkinliği, “ifade edilecek hiçbir şey olmayışına, hiçbir ifade yolu
bulunmayışına, ifade gücü ve isteği olmayışına karşın, ifade etme zorunluluğunun ifade
edilişi” olarak açıklayan Samuel Beckett, gerçekleri anlatmada başarısızlığa mahkûm,
ancak kaçınılmaz bir dil etkinliğine vurgu yapar. İçinde yaşam sürülen dünya, dil ile
ortaya konulur. Dolayısıyla da dil, anlamla şekillenmiş bir yapıdır ve düşünmek dilin
göstergelerini kullanmak, demektir. Bu açıklamalar neticesinde postmodernizme
bakıldığında, postmodernizmin, sınırları belirlenen dil ile gerçekliğin üzerini kapattığı
ifade edilebilir. İçinde yaşanılan dünya ile ben, dil mefhumu kullanılarak ortaya çıkar.
Aynı zamanda da hem dünya hem de ben, dilin kapsamı içinde sıkışır. Yani dil yeterli
olduğu sürece gerçeklikler ifade edilir. Durum böyle cereyan edince de dil, belli bir
kalıba girdiğinden, okumalar da söz konusu bu kalıp dâhinde yapılır. Zihinde var
olanların dile getirilememesi var olan “ötekilerin” yok sayılması demektir ki, bu durum
kendine bir yanılsama dünyası yaratır. Sonuçta da postmodern dönem anlatılarında dil,
gerçekliğin değiştirilmesine yarayan bir araç haline dönüşür. Dil, gerçekliğin başka
başka gösterenlerle gösterilebilmesine yol açtığından bir oyuna girer ve bir gösterge,
“burada ve şimdi”liğe belli bir kavramla işaret ederken, esasen başka bir yerde ve
zamanda başka bir kavramı işaret edebilir. Dilin bu özelliğini bilen ya da fark eden
okur, artık başka gösterge sistemlerine ihtiyaç duyar. Yazara, otoriteye ve metinsel
sonluluğa karşı çıkılan okur, geleneksel edebi pratiğin sistemli bir yapıbozumuyla,
devamlı söz-dünya metinlerarasılığıyla karşılaşır. Sonuçta aynı olayın farklı
versiyonlarının keyfi yeniden-anlatımı, hakikat iddialarının bulanıklığı, bütünleştirici ve
birlikli argümanların geçersizliği, kültürel ve toplumsal biçimde belirlenmiş göstergeler
sistemi olarak dile yaklaşım ve dili öz-göndergesel olarak konumlandırma, postmodern
7
anlatıların dile dil ile meydan okuma yönündeki ortak stratejilerini oluşturur
Do'stlaringiz bilan baham: |