14
düşündüğünü harekete/ davranışa çeviren kahraman/ lar aracılığıyla öğrenir. Kahraman/
lar öykülerde sadece insan olarak değil, hayvan veya insan gibi düşünen, konuşan,
düşündüğünü davranışa dönüştürebilen diğer canlı cansız varlıklar olabilmektedirler.
Ancak konu küçürek öykü olduğunda kahraman/ lar öncesiyle, dış
görünüşleriyle, çoğu zaman da isimleriyle bilinemezler. Çünkü küçürek öykünün doğası
buna izin vermez. Küçürek öykü bir
an
’ın öyküsüdür. Yazar tarafından işlenen
an
’da
ortaya çıkar, görevlerini ifa eder ve yok olup giderler. İçinde bulundukları yaş, öykünün
anlatıldığı andaki yaştır. Geçmiş ve gelecek yaşlarını bilinmez. Sadece sezilebilir.
1.2.3. Küçürek Öyküde Mekân
Uzamsal olarak roman bir malikâne gibidir; çok kısa öyküyse
yirmi üçüncü kattaki tek kişilik geniş oda. Bugünlerde daha
fazla insan, malikânelerde yaşamaktansa küçük dairelerde
yaşıyor (Baxter, 1997, 88).
İnsanoğlu, doğduğundan itibaren ölünceye kadar bir zaman dilimi içinde
dünya
adı verilen bu uzamda yaşar. Bu zaman dilimi içinde insanoğlu yaşamını değişik
ortamlarda, yani mekânlarda geçirir. Bu mekân bazen ev, evin odası, tuvaleti, banyosu,
bahçesi, çatısı, kileri olabileceği gibi bazen bir deniz, göl, ırmak veya dere bazen de bir
hastanenin ameliyathanesindeki ameliyat masası veya yoğun bakım ünitesi de olabilir.
Küçürek öykü yazarı,
“… daha çok mekân/ ların içtenlik değeri taşıyan algısal
yönünü ön plana çıkararak öyküsünü kurgular. Genellikle bunaltı, yurtsuzluk,
zamansızlık ve yalnızlık gibi izlekleri esas olan Küçürek öykülerde mekân büyük bir
ağırlıkla labirentleşen kapalı ve dar mekânlardır”
(Korkmaz ve Deveci, 2011, 46).
İnsanoğlu doğası gereği davranışlarını ya duyu organlarıyla algıladığı bu somut uzama
ya da kendi iç dünyasına göre düzenler. Şiddetli bir şekilde yağan yağmurdan kurtulmak
için kendini kapalı bir mekâna atmak isteyen insanoğlu,
kendisiyle muhasebe yapmak
için de iç dünyasına yönelir. Dış dünyada mekân yaratmak epey masraflı ve zahmetli
iken, iç dünya oldukça masrafsız ve zahmetsizdir; oluşturulması oldukça kolaydır. Dış
dünya mekânlarıyla değişik sebeplerle uzaklaşmak zorunda kalan ya da uzaklaştırılan
birey kendini iç dünyasında oluşturduğu mekânlarda bulur.
Burada problemle
karşılaşmaz. Çünkü buranın mimarı da müteahhidi de ustası da burada yaşayacak olanı
da bizatihi kendisidir. Pekâlâ, “Yazar neden iç dünyasında mekânlar yaratır?” sorusu
akla gelebilir. Cevabı da oldukça basittir: Aklî melekeleri dolayısıyla. Diğer canlılardan
akli melekelerinin olmasıyla ayrılık gösteren insanoğlu, düşünür, duygulanır
ve hayal
15
kurar. Bunları bazen sözle bazen davranış olarak bazen de her ikisini kullanarak dışa
vurur. Ama öyle bir zaman gelir ki duygu, düşünce ve hayallerini içine atıp
orada
kendine dünya yaratması gerekir. Bunun sebebi de dış dünyada yaşadığı
olumsuzluklardır. Sonuçta da birey, dış dünyada yaratamadığı mekânı iç dünyasında
masrafsız bir şekilde yaratır ve yaşamını orada sürdürür. Bu durum yani mekânın
nasıllığı, küçürek öykülerde anlık patlamalarla kendini gösterir. Her yerin zifiri karanlık
olduğu bir anda çakan şimşek nasıl ortalığı o anda bireyin var olduğu mekânı
aydınlatıyorsa, bu tür yazarların da anlatımlarında böyle şimşek çakmasıyla anlık
meydana çıkan mekânlar vardır. Zaman olarak kısacık, ama çok etkili. İşte biz okurlar,
küçürek öykülerde yazarı ya da kahramanı bir anda olup kaybolan bu dar mekânlarda
görürüz. İnsanoğlu doğuma kadar olan biyolojik süreç ile öldükten sonra defnedildiği
mezarda dar bir mekânda bulunur. Anne karnında vav (و ) şeklinde dururken de dış
dünyada
olup bitenlerden etkilenir; ancak, orada iken güvendedir. Sınav zamanı
geldiğinde dış dünyaya ağlayarak adım atan bebek, yaşı ilerleyip başından geçen
olumsuzluklardan kurtulmak için bulunduğu mekânlardan uzaklaşarak ses yalıtımının
çok kaliteli olduğu iç dünyasına yönelir. Küçürek öykülerdeki mekânlar işte böyle bir
psikolojinin ürünüdür. Dolayısıyla nasıl ki gerçek hayatta mekânsız bir yaşam olamazsa
küçürek öykülerde de mekânsız bir kurgulama olamaz.
Do'stlaringiz bilan baham: