S h a n t a r a m



Download 7,58 Mb.
Pdf ko'rish
bet64/190
Sana22.07.2022
Hajmi7,58 Mb.
#838043
1   ...   60   61   62   63   64   65   66   67   ...   190
Bog'liq
Dağ gölgesi

Guru diye bir şey yoktur.
Hayretle kartı Abdullah’a verdim. Okudu, güldü ve onu yine elime tutuş­
turdu.


Cümleyi tekrar okudum. “Tuhaf,” dedim. “Avukatlık diye bir şey yoktur 
diyen bir avukat gibi.”
“Idriss sana açıklamasını yapar eminim.”
“Ama bu gece olmayabilir,” dedi genç adam. İçinde ateş yanan bir mağarayı 
gösterdi. “Usta-y* bu gece aşağıdaki tapmakta birkaç filozofla bir araya gelecek. 
Gelin. Çayı yeni demledim.”
Bu daveti minnetle kabul ettim. Birlikte mağaraya girdik ve tahta bir tabu­
reye tüneyip çayımı bekledim.
Her zamanki gibi, yine düşüncelere dalmıştım. Concannon’la ettiğimiz 
kavga beni endişelendiriyordu.
Bir ara çayım geldi. Ve terim, mağaranın serinliğinde kururken tatlı çayımı 
yudumlayarak bir kez daha Concannon’ın gözlerinin içine baktım.
Birden o aptalca saldırının sebebinin öfke olmadığını fark ettim. Concannon 
uğradığı hayal kırıklığının acısını çıkarmıştı. İşin tuhafı, bu türden bir hayal kı­
rıklığı yalnızca dostlar arasında olurdu.
Ne var ki Akreplere katılarak kendine yeni düşmanlar edinmişti. Bizimkiler 
gördükleri yerde Akrepler’i indiriyordu. Aksi takdirde, Akrepler bunu bir zafi­
yet olarak algılar ve üzerimize gelirdi. İşler kızışıyordu. Karla’yı şehirden çıkar­
malıydım. O da Sanjay Şirketi’yle bağlantılıydı.
İşte yine aynısını yapmıştım. Lisa’yı, Didier’yi, hatta kendimi bile düşün­
memiştim. Varsa yoksa Karlaydı. Hâlbuki Lisa tehlikedeydi. Concannon onu 
tanıyordu. Önce Lisa’yı düşünmeliydim. Ama hayır. Aklıma ilk gelen Karla’ydı.
Aşkın kördüğümünde, ateşin kadifemsi külleri arasındaki kordan güllere 
bakarken burnuma bir parfüm kokusu çarptı. Bir yerlerde bir tütsü yandığını 
sandım. Ama hayır. Bu parfümü tanıyordum.
Sonra Karla’nın sesini duydum.
“Bana bir fıkra anlat, Shantaram.”
Bütün yüzümün gerildiğini hissettim. Yanaklarım yanmaya başladı. Kanım 
beynime sıçradı. Göğsüm sıkışıyordu. Nefes alamıyordum.
Kafanı kaldır
, dedim içimden. 
Bak ona. Bak ve büyü bozulsun.
Başımı kaldırdım ama büyü bozulmadı.
Mağaranın ağzında durmuş, rüzgâra gülümsüyordu. Siyah saçlarıyla, gü­
müş rengi eşarbı esintide birbirine karışmıştı. Geniş, güçlü bir alın, hafiften 
kısık gözler, uzun, biçimli bir burun ve dudaklarındaki yalan yeminlerin bek­
çisi, sivri bir çene: Karla.
“Eee?” dedi. “Bir bilmecen bile yok mu?”
“Bir ampulü değiştirmek için kaç Parsi lazımdır?” diye sordum.


“İki yıldır görüşmüyoruz,” dedi yüzünü bana dönmeden. “Elinden gelenin 
en iyisi bu mu?”
“Yirmi üç ay on altı gün oldu. Şimdi, cevap verecek misin, vermeyecek 
misin?”
“Pekâlâ. Kaç Parsi lazımmış?”
“Parsiler ampul değiştirmez çünkü asla eskisi kadar iyisini bulamayacakla­
rını bilirler.”
Kafasını arkaya atıp güldü. O kadar güzel bir kahkahaydı ki. Muhteşemdi. 
Kocaman, güçlü ve özgür bir kalbin kahkahasıydı. Alaca karanlıkta süzülen bir 
kartal gibiydi. Yüreğimdeki bütün zincirler koptu.
“Gel buraya,” dedi.
Onu kollanma aldım ve boş bir ağaç gövdesine benzettiğim göğsüme bas­
tırdım. Ama kalbim sandığım kadar boş değildi belki de. Orada Karla’nın beni 
sonsuza dek seveceğine dair bir ümit gizliydi hâlâ.


I I erkesin bir gözü daha yumuşak ve hüzünlü, diğeri parlak ve hayat dolu­
dur. Karla’mn sol gözü diğerinden daha yumuşak ve hüzünlüydü. Belki de 
orada taze yapraklardan bile daha yeşil o minicik ışığı görebildiğim için daya- 
namıyordum ona. Yanında bütün direncimi kaybedip onu dinleyen, gülümse­
yen ve ara sıra da şaka yapmaya çalışan bir adama dönüşüyordum.
Ama iyiydim. Hiçbir sorun yoktu. Dağ onu bana geri getirdikten sonraki 
sabahtı. O daha yumuşak gözün sabahı. Ve biz şimdilik uzlaşmıştık.
Geceyi farklı mağaralarda geçirmiştik. Dağın tepesindeki ovada üç kadın 
daha vardı. Hepsi de bilge Idriss’in öğrencileri, genç Hintli kadınlardı. Onların 
mağarası daha küçük ama temiz ve konforluydu.
Gece yere battaniyelerimizi serip yatmıştık. Metal dolaplar, içlerindekileri 
farelerden ve böceklerden korumak için kaya çıkıntılarının üzerlerine yerleşti­
rilmişti. Eşyalarımızı tozlu zemine koymamak için birkaç paslı kancaya astık.
İyi uyuyamamıştım. Neredeyse iki yıl sonraki ilk kucaklaşmamızın ardın­
dan, Karla’yla yalnızca birkaç dakika konuşmuştum. Sonra yine gitmişti.
Abdullah, Karla’yı kibarca eğilerek selamlamış ve beni erkekler mağarasının 
girişinde yemek için toplanan adamların yanına götürmüştü.
Aklım fikrim Karla’daydı ve daha şimdiden bana gülmeye başlamıştı. Tekrar 
kavuşmamızdan iki dakika sonra aradan geçen o iki yıl silinivermişti.
Yemekte altı genç sofiı ve öğrenciyle tanıştık. Onları dağın tepesine getiren 
öykülerini anlattılar. Abdullah’la yorum yapmadan sessizce dinledik.
Daal
ve pilavdan oluşan mütevazı yemeğimizi bitirdiğimizde, saat geç ol­
muştu. Dişlerimizi temizledik, yüzlerimizi yıkadık ve yattık. Ama şafaktan 
önce tilki uykumdan bir kâbusa yuvarlandım.
Erkenden uyanınca hazır ortalık sakinken iptidai banyoda biraz vakit geçi­
reyim dedim. Alaturka tuvaleti kullandım. Sonra bir tas su ve bir parça sabunla 
branda bezli duş bölmesinde yıkandım.


Kurulanıp giyindiğimde hafiften titriyordum. Karanlık kampta ateş yakılan 
çukura doğru yürüdüm. Kenardaki çalı çırpıları tutuşturup eski kahve cezvesi­
ni ateşe koyuyordum ki, Karla tepemde bitti.
“Burada ne yapıyorsun?”
“Bir kahve içmeden kendime gelemeyecektim.”
“Onu sormadığımı biliyorsun.”
“Ah, dağda mı? Ben de aynısını sana soracaktım.”
“Ama önce ben sordum.”
Güldüm.
“Daha iyisini yapabilirsin, Karla.”
“Belki de eskisi gibi değilimdir artık. Paslanmışımdır.”
“Hepimiz eskisi gibiyiz. Öyle davranmadığımızda bile öyleyiz.”
“Bunlar, sorumun cevabı değil.”
“Anlattıklarımızla yaptıklarımız nadiren örtüşür zaten.”
Kaşlarını çatıp yanıma oturdu. “Yanlışlıkla bir özlü sözler yarışmasına gel­
dim galiba.”
“Biz bizi sanat gibi görenlerin sanatıyız.”
“Yeter. Bilmiş laflarını kendine sakla.”
“Bana karşı değilsen, bana karşısın demektir. İşte fanatiklik bu demek.” 
“Seni sözlü tacizden içeri attırmama az kaldı.”
“Şeref mütevazılık sanatıdır,” diye yapıştırdım.
Yumuşak bir tonda konuşuyorduk ama bakışlarımız sertti.
“Tamam,” diye fısıldadı. “Sıra bende mi?”
“Tabii ki. Şimdiden üçe sıfırız.”
“Her veda son vedanın provasıdır,” dedi.
“Fena değil. Merhaba bazen yalan söyleyebilir ama hoşça kal hep gerçeği 
söyler.”
“Kurgu size yabancılaştırılan gerçeklerdir. Herhangi bir şeyle ilgili bir doğ­
ru, başka bir şeyin yalanıdır. Hadi, Shantaram. Başladın madem, devam et.” 
“Neden acele edelim? Bunların geldiği yerde daha çok var.”
“Lafı çevirme.”
“Ah, anladım. Beni oyun dışı bırakmaya çalışıyorsun. Al bakalım. İlham 
huzurun lütfiıdur. Gerçek, ruh hapishanesinin gardiyanı. Kölelik sistemden 
çıkarılamaz çünkü kölelik, sistemin ta kendisidir.”
“Hayattaki amacın bir çukursa,” diye misilleme yaptı, “gerçekler de kü­
rektir.”
Güldüm.


“Her bir parça bir bütündür aslında,” diye devam etti.
“Bütün, parçaların zorbalığı olmadan bölünemez.”
“Tiranlık kontrolsüz bir ayrıcalıktır.”
“Kader bize kıyak geçer çünkü hepimizi lanetleyen odur.”
“Kader,” dedi sırıtarak. “En sevdiğim. Kader poker oynar ve sadece blöf ya­
parak kazanır. Kader sihirbaz, zaman sihir. Kader örümcek, zaman ağı. Devam 
edeyim mi?”
“Kara mizah,” dedim kendimi uzun zamandır ilk kez bu kadar mutlu his­
sederek. “Şunu dinle. Bütün erkekler farkında olmadan babalarına dönüşür.” 
Güldü. Karlanın nerede olduğunu bilmiyordum ama ben nihayet onunlay- 
dım ve ikimizin de sevdiği bir oyunu oynuyorduk. Ve Karla benim cennetimdi. 
“Gerçek hepimizin hoşlanıyormuş gibi yaptığımız bir kabadayıdır.”
“Bu eski,” diye itiraz ettim.
“Tekrarlanmaya değecek kadar iyi ama.”
“Korku, gerektiğinde sizi uyaran bir dosttur,” dedim.
“Yalnızlık daha çok dışarı çıkmanızı söyleyen bir arkadaştır.”
“Kendine dokunaklı bir ulusal marş satın alamayacak kadar adaletsiz, yoz­
laşmış ve beceriksiz bir ülke yoktur.”
“Politik takılıyorsun ha?” dedi gülerek. “Beğendim. Şunu dinle. Zorbalık 
korkunun insana bürünmüş hâlidir.”
Güldüm.
“Müzik ölümün yüceltilmiş hâlidir.”
“Izdırap hayali empatidir,” dedi hemen.
“Hadi be!”
“Pes mi ediyorsun?”
“Asla. Sevmenin yolu, yolu sevmekten geçer.”
“Zen öğretileri hım? Uçan kuştan medet umuyorsun, Shantaram. Olsun. 
Ben her şartta yenebilirim seni. Şu nasıl? Aşk her tırmanışta sizi öldüren bir 
dağdır.”
“Cesaret...”
“Cesaret bizi tanımlar. Pes etmeyen her insan cesurdur. Cesareti boş ver. 
Başka yok mu?”
“Mutluluk...”
“Mutluluk, tatminin hiperaktif çocuğudur.”
“Adalet...”
“Adalet de, tıpkı aşk ve güç gibi, merhametle ölçülür.”
« C
»
5avaş...


“Bütün savaşlar medeniyet savaşlarıdır ve bütün medeniyetler kadın bedeni 
üzerine yazılmıştır.”
“Hayat...”
“Hayatının bir amacı yoksa, bir hiç uğruna ölmüşsün demektir.” Bunu söy­
lerken parmağını göğsüme bastırdı.
“Vay canına.”
“Ne var?”
“Sen bu işin ustası olmuşsun.”
“Yani ben mi kazandım?”
“Ben sadece iyi olduğunu söyledim.”
“Kabul et, ben kazandım. Yoksa buna bütün gün devam edebilirim.” 
Gözleri kaplanın ışığıyla parlıyordu.
“Seni seviyorum,” dedim.
Başını çevirdi ve az sonra kamp ateşine bakarak cevap verdi.
“Daha sorumu yanıtlamadın. Burada ne işin var?”
Oyun boyunca diğerlerini uyandırmamak için fısıldaşmıştık. Gökyüzü hâlâ 
karanlıktı ama uzakta, bulutlu ufukta sonbahar yapraklarının renginde bir kı­
zıllık belirmişti.
“Ah, bir dakika,” dedim kaşlarımı çatarak. “Buraya senin için geldiğimi san­
dın değil mi?”
“Sen söyle. Ondan mı geldin?”
“Evet dememi ister miydin?”
Başını hafifçe bana doğru çevirdi ve hüzünlü gözünü yüzümde gezdirdi. 
Alevlerin sarı-kırmızı ışıkları suratına vuruyordu. Hatlarına inanç ve umut sin­
mişti. Ateş bütün insanların yüzünde aynı etkiyi yaratırdı çünkü bizler ateşin 
yaratıklarıydık.
Başımı çevirdim.
“Senden haberim yoktu. Buraya gelmemizi Abdullah istedi.”
Usulca güldü. Hayal kırıklığına mı uğramıştı, rahatlamış mıydı, kestirmek 
zordu.
“Ya sen?” diye sordum ateşe birkaç çalı çırpı atarken. “Birdenbire dindar 
biri olup çıkmadın herhâlde?”
“Idriss’e haşhaş getiriyorum. Özellikle Keşmir haşhaşı seviyor.”
Gülme sırası bendeydi.
“Ne kadardır?”
“Bir yıl oldu.”
Gözlerini ağaçlara dikmişti.


“Bu Idriss nasıl biri?”
“Enteresan. Bugün görürsün.”
“Siz nasıl tanıştınız?”
“Buraya Khaled’le tanışmaya geldim. Onunla değil. Bana Idriss’in burada 
olduğunu Khaled söyledi.
“Kimden bahsediyorsun?”
“Senin Khaled’den,” dedi yumuşak bir sesle. “Bizim Khaledden.”
“Hâlâ yaşıyor mu?”
“Evet.”


Download 7,58 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   60   61   62   63   64   65   66   67   ...   190




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©hozir.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling

kiriting | ro'yxatdan o'tish
    Bosh sahifa
юртда тантана
Боғда битган
Бугун юртда
Эшитганлар жилманглар
Эшитмадим деманглар
битган бодомлар
Yangiariq tumani
qitish marakazi
Raqamli texnologiyalar
ilishida muhokamadan
tasdiqqa tavsiya
tavsiya etilgan
iqtisodiyot kafedrasi
steiermarkischen landesregierung
asarlaringizni yuboring
o'zingizning asarlaringizni
Iltimos faqat
faqat o'zingizning
steierm rkischen
landesregierung fachabteilung
rkischen landesregierung
hamshira loyihasi
loyihasi mavsum
faolyatining oqibatlari
asosiy adabiyotlar
fakulteti ahborot
ahborot havfsizligi
havfsizligi kafedrasi
fanidan bo’yicha
fakulteti iqtisodiyot
boshqaruv fakulteti
chiqarishda boshqaruv
ishlab chiqarishda
iqtisodiyot fakultet
multiservis tarmoqlari
fanidan asosiy
Uzbek fanidan
mavzulari potok
asosidagi multiservis
'aliyyil a'ziym
billahil 'aliyyil
illaa billahil
quvvata illaa
falah' deganida
Kompyuter savodxonligi
bo’yicha mustaqil
'alal falah'
Hayya 'alal
'alas soloh
Hayya 'alas
mavsum boyicha


yuklab olish