Merhaba, Geceyarısı. Nasıl geldin buraya?
Kedi kucağıma atladı, patileriyle ya sabrımı ölçtü ya da onu cezalandırdı ve
uyuklamaya başladı.
“Bizlere iki şekilde bakabilirsin,” dedi Idriss gözlerini kuşların hareketiyle
zonklayan ağaçlara dikerek. “Bazıları bizim kozmik bir kazadan ibaret oldu
ğumuzu düşünüyor. Dünyanın gerçek efendileri, dinozorların yok oluşunun
ardından tesadüfen ortaya çıktığımızı. O görüşe göre yalnızız çünkü buna
benzer bir rastlantının başka bir yerde olması imkânsız. Üzerinde mikroorga
nizmalardan başka hiçbir canlının yaşamadığı trilyonlarca gezegenin arasında
yapayalnızız.”
Bir yusufçuk Idriss’in etrafında birkaç kez döndü. Idriss elini ona uzatarak
usulca bir şeyler mırıldandı. Sonra işaret parmağıyla ormanı gösterdi ve yusuf
çuk o tarafa yöneldi.
Idriss yine bana döndü. “Diğer bir görüş ise, her yerde ve bütün galaksiler
de olduğumuzu söylüyor. Bu galakside ve güneş sistemimizin tamamında. Bu
bana daha akla yatkın geliyor. Sen ne dersin?”
Dikkatimi toplamaya çalıştım.
“Paramı İkincisine yatırırdım,” dedim. “Burada olduysa neden başka yer
lerde de olmasın?”
“Kesinlikle. Ben de evrende yalnız olmadığımızı düşünüyorum. Ve eğer ev
ren çorba doğru pişirildiğinde bizim gibi yaratıklar üretebiliyorsa, bu olumlu
karakteristik özellikler daha da büyük önem kazanıyor.”
“Bizim için mi?”
“Bizim için ve kendi içlerinde.”
“Hayati ayrımlardan mı söz ediyoruz?”
Güldü.
“Nerede okudun sen?” diye sordu beni ilk kez görüyormuş gibi yüzüme
bakarak.
“Burada,” dedim. “Hâlâ eğitimdeyim.”
“Bravo,” dedi gülümseyerek. “Ayrım diye bir şey yok aslında. Her şey müm
kün ve hayati.”
“Özür dilerim ama anlayamadım.”
“Kestirmeden gidelim öyleyse,” dedi öne doğru eğilerek. “Sokrat’çı ve
Freud’çu yaklaşımların soruya soruyla cevap verme saçmalığıyla vakit harcama
yacağım. Rahmetli Khaderbhai bunu pek severdi ama ben fikrimi açıkça dile
getirip sonrasında tartışmayı tercih ediyorum. Senin için de uygunsa tabii?”
“Ah, elbette. Devam et, lütfen.”
“Pekâlâ. Ben Büyük Patlama sırasında her atom taneciğine belirli karak
teristik özellikler verildiğini düşünüyorum. Bunlar arasında bir dizi olumlu
karakteristik özellik de var. Dolayısıyla atomlar hâlinde var olan her şeyde bu
karakteristik özelliklerden olduğunu düşünüyorum.”
“Her şeyde mi?”
“Emin değil gibisin?”
“Daha çok şüpheyle yaklaşıyorum diyelim.”
İskemlesinde öne eğilip haşhaş çubuğunu aldı.
“Kendinden de şüphe ediyor musun?”
Elbette ediyordum. Hem de çok. Ben de ö dibe vuranlardandım.
“Evet,” dedim.
“Neden?”
“Şimdi, şu anı soruyorsan, yaptığım bir şeyin bedelini ödemediğim için.”
“Ve bu, seni üzüyor öyle mi?”
“Hem de nasıl. Şimdilik yalnızca kaporasını verdim. Geri kalanını er ya da
geç taksit taksit ödeyeceğim.”
“Belki şu an bile ödüyorsun da haberin yok.”
Gülümsüyordu.
“Belki,” dedim. “Ama yetmez.”
“Enteresan.” Çubuğu yakmam için bana uzattı. “Babanla aran nasıl?”
“Üvey babamı severim. Temiz kalpli ve akıllı bir adamdır. Hatta tanıdığım
en iyi insanlardandır. Yaşadığım hayatla ona ihanet ettim. Onun kadar dürüst
ve namuslu bir adama layık bir evlat olamadım.”
Bunları neden söylediğimi bilmiyordum ama sanki kelimelerim bir utanç
kabından dökülüvermişti. O iyi adama yaşattıklarımın üzerine çelik bir kapı
kapamıştım. Bazen başkalarına yaptıklarımız kalplerimizde o kadar uzun süre
kıpırdamadan durur ki, orada kemikleşir. Bir şapele dikilen bir korkuluğa dö
nerler.
“Kusuruma bakma, Idriss,” dedim. “Birden duygusallaştım.”
“Harika,” dedi usulca. “Çek bir nefes.”
Bana çubuğu uzattı. Dumanı içime çektim.
Idriss arkasına yaslanıp bağdaş kurdu. “Pekâlâ. Şirin bir dostumuz sevgili
sorunlarıyla ilgili akıl danışmak için yanımıza gelmeden önce konuştuklarımızı
biraz daha irdeleyelim. Gençlerin derdi ne, anlamıyorum. Aşk zaten sorunlu
bir şey. Bunu neden bu kadar garipsiyorlar ki?”
“Devam et, lütfen,” dedim.
“Varlığını sürdüren her şeydeki olumlu karakteristik özellikler kendi kar
maşıklık seviyelerinde ifade bulur. O şeyin yapısı ne kadar karmaşıksa, olumlu
karakteristik özelliklerin yapısı da o kadar karmaşıktır. Buraya kadar tamam
mıyız?”
“Evet.”
“Güzel. Biz insanların karmaşıklığıyla ilgili iki önemli husus var. Öncelikle
bizde var oluşumuzdan gelmeyen bazı bilgiler mevcut. İkincisi, hayvan doğa
mızın kapasitesini aşıp hayvan-insan dediğimiz özel bir tür oluşturuyoruz. Bu
bağlamda...”
Tam o sırada Silvano koşarak yanımıza geldi. “Usta. Müsaaden varsa, Lin’i
bir dakikalığına alabilir miyim?”
Idriss güldü.
“Tabii. Lin, git hadi. Nasıl olsa konuşacak bol bol zamanımız olacak.”
“Bir dahaki sefere daha hazırlıklı olacağım,” dedim.
Silvano düzlüğü koşarak geçip dağa çıkan ikinci ve nispeten daha az eğimli
patikanın başında durdu.
“Çabuk ol,” diye seslendi ve yokuş aşağı koşmaya devam etti.
Sonra bir yan yola saptı ve ağaçların arasından dik yamaca tırmanmaya
başladı. Burada batan güneşi izleyebileceğiniz bir tepecik vardı. Manzaranın
karşısında, yan yana ve nefes nefese durduk.
“Bak,” dedi Silvano ufkun tam ortasını işaret ederek.
Orada kiliseye benzeyen kuleli bir bina vardı.
“Neyse kaçırmadık,” dedi.
Güneşin kızıllığı alçaldığında, kulenin ucundaki süs ışığı yakalayarak par
ladı.
Durduğumuz yerden, süsün neye benzediğini göremiyordum. Belki sade
bir haçtı ya da bir halkanın içindeydi. Ama kuleden yansıyan ışık birkaç sani
yeliğine bütün vadiyi bir renk cümbüşüne buladı.
Ve güneş uykuya çekildiğinde, bu olağanüstü manzara kayboldu.
“Çok güzel,” dedim. “Ne zaman keşfettin?”
“Daha dün,” dedi sırıtarak. “Sana göstermek için sabırsızlanıyordum. Ne
kadar sürer bilmiyorum. Belki bir ya da iki gün daha. Sonra yok olup gidecek.”
Do'stlaringiz bilan baham: |