KIRK BİRİNCİ
Cjece bekçisi beni hatırladı, verdiğim parayı itirazsız kabul etti ve bizi Air
India binasının çatısına gönderdi.
Kırmızı okçu usulca dönüyordu. Bulutsuz bir geceydi. Yıldızlarla kaplı ufiık
denizin iki yanından taşmış gibi görünüyordu. Altımızda narin dalgalar kıyıya
vuruyor ve artlarında köpüklü izler bırakarak yeniden okyanusa karışıyordu.
Bizimkiler okçuyu ve manzarayı hayranlıkla izlerken, ben ateş yakacak kü
çük bir yer hazırlamaya başladım. Naveen geniş çatıdan kırık karolar ve tuğlalar
toplamama yardım etti. Karoları temel olarak kullanıp taş ve tuğlalardan küçük
bir ocak yaptık.
Bekçiden bir gazete almıştım. Sayfalarını yırtıp top yaptık. İşimiz bittiğinde
Tito’nun çuvalından Lisanın kutusunu çıkardım.
Eski metal, oyuncak bir kuştu. Makasa benzer parmak delikleri olan basit
bir alete bağlıydı. Makası oynattığımda kuş kanatlarını çırparak öttü. Lisa onu
çocukluğundan beri saklıyordu. Oyuncağı Karla ya verdim.
Eski gümüş yüzüklerimi taktığım, pirinç tırnaklı sarı çubuğu Lisa kâğıt
ağırlığı olarak kullanıyordu. Bunu Naveen e verdim. Mavi kadife bir mücevher
kutusundaki taşlar, deniz kabukları, kestane palamutları ve madeni paralar da
Didier’nin oldu.
Fotoğrafları, hasır sandaletleri ve İŞTE BU yazan kutuyu ocağın ortasına
koydum. İnce, gümüş rengi fular da bir yılan gibi kıvrılarak yığının en üstün
deki yerini aldı.
Ocağın kenarındaki kâğıt topları yaktım. Didier cep şişesinden ateşe biraz
içki döktü. Karla da aynısını yaptı. Naveen bir karo parçasıyla ateşi yelledi.
Karla elimi tuttu ve beni binanın kıyısına götürdü. Birlikte denize baktık.
“Ranjit,” diye mırıldandım.
Karla tekrarladı: “Ranjit.”
“Ranjit,” dedim daha yüksek sesle.
BOLUM
Karla da beni taklit etti.
“Nasılsın?” diye sordum.
“iyiyim. Aklımda bir sürü şey var. Sen?”
“Ranjit,” diye tısladım.
“Lisa’dan oldum olsası hoşlanırdı,” dedi. “Onun kuyusunu kazmakla o ka
dar meşguldüm ki, ne kadar yakınlaştıklarım fark edememişim.”
“Aralarında bir şey mi vardı yani?”
“Bilmiyorum. Ranjit’e seks hayatını hiçbir zaman sormadım. O da bana
asla anlatmazdı zaten. Belki de Lisa’ya ne kadar düşkün olduğumuzu bildiği
içindi. Bilirsin, Ranjit rekabeti sever. Ama bütün rekabetçi erkekler gibi, zora
gelince kuyruğunu kıstınverdi.”
“Ne demek bu?”
“Bir gün anlatırım ama önce onu bulmamız gerek. Ranjit’le sorunlarım
önemli değil. Bunların Lisa’yla hiçbir ilgisi yok. Ranjit’in asıl derdi başarıdan
korkması. Onun gibi o kadar çok insan var ki. Bence bu hastalığa bir isim
takmalılar.”
“Aşırı Hırstan Tıkanmışlık Sendromu,” diye önerdim.
Hafifçe güldü. “Beğendim. Sence o gece Ranjit’in Lisa’yla ne işi vardı?”
“Rohypnol tecavüz hapı diye geçer ama bazen insanlar fantezi olsun diye
bunu birlikte alır. Anlayacağın, Ranjit ya ona tecavüz etmek istedi ve işler ters
gitti ya da aralarında bir şey vardı ve yine işler ters gitti. Lisa, Ranjit’in politik
görüşlerini beğenirdi ama ben bu kadar yakınlaşabileceklerini bir an bile dü
şünmedim.”
“Politik görüşlerini mi?” diye söylendi gülerek.
“Komik olan ne?”
“Bir gün anlatırım. Eee, Şimşek Dilip’le iyi vakit geçirdin mi?”
“Her zamanki gibiydi. Daha çok sırtıma ve belime çalıştı.”
“Kötü polisler kötü rahiplere benzer,” dedi. “Sana sadece günah çıkarttırır
lar ve rahatlayacağına kendini daha da berbat hissedersin.”
“Sen iyi misin?”
“Evet. Rorschach testlerine benzeyen morluklarım var, o kadar. Biri sevişen
yunuslara benziyor. Ama beni bilirsin. Olmadık şekilleri bir şeylere benzetirim.”
O çürüğü görmek istedim. Onu öpmek istedim ve ona sebep olan adamı
öldüresiye dövmek.
“Araba, Randall, Taj... Çok para harcıyorsun. Biraz birikmişim var. Yüz
elli bin kadar. İstersen seni güvenli bir yere yerleştirebilirim. Arabayla Randall
kalır. Ranjit firardayken daha dikkatli olmalısın.”
“Ranjit’in gazetesinde bir sürü ekonomist var. Ben de bir şeyler biriktirdim.
Param var.”
“Yine de...”
“Bu işe iki yılımı verdim, Lin. Patronun parasıyla satın alabileceğim en iyi
tavsiyeleri aldım.”
Motor üzerindeki sohbetimizi hatırladım. Ona para biriktirmesini tem-
bihlemiştim. Oysa Karla bunca zamandır profesyonel ekonomistlerle ve borsa
uzmanlarıyla iş birliği yapıyordu ve bana tek kelime etmemişti.
“Piyasada işlem mi yapıyorsun?”
“Tam sayılmaz.”
“Ne yapıyorsun peki?”
“Manipülasyon.”
“Ne!”
“Evet biraz.”
“Nasıl biraz?”
“Ranjit’in portföyündeki tüm telekomünikasyon, enerji, sigorta ve ula
şım hisselerini ayıkladım. Nasıl yaptın dersen, gitmediği genel kurullara adı
na oy gönderdim ve büyük hisselerde alım yapmak için piyasada alıcılarla
konuştum.”
“Nasıl alım?”
“Tam on altı dakika boyunca altı kişi telefonda kafayı yedik.”
“Sonra?”
“Aldığım hisseleri oynattım. Hepsinde önceden tercihli hisse almıştım.
Ciddi kâr yazdım.”
“Ne!”
“Uzun lafın kısası, piyasayı birkaç kere bulandırdım. O kadar büyütülecek
bir şey değil. Paramı yaptım, çıktım.”
“Ne kadar kazandın?”
“Uç milyon.”
“Rupi mi?”
“Dolar.”
“Borsadan üç milyon dolar mı kazandın?”
“Daha çok, piyasanın kaymağını yedim diyelim. Başlangıçta çok paran var
sa o kadar da atla deve bir olay değil. Ranjit’in hisseleri elimdeydi. Dolayısıyla
para derdim olmadı. Kazandığımı dört ayrı hesapta tutuyorum. Yani bu saat
ten sonra ne Ranjit’in parasına ihtiyacım var ne de seninkine. Bana yardımın
gerek, Lin.”
“Üç milyon! Ben de sana neler söyledim... ”
“Londra’da Bombaylı bir eş olma fikrine bayıldım ama. Gerçekten.”
“Bir dakika. Ne konuda yardımımı istiyorsun?”
“Eski bir düşmanım şehre döndü. Madam Zhou.”
“O kadını sadece bir kere gördüm ve nefret ettim.”
“Nefret ne ki? Benim hislerimin yanında devede kulak kalır.”
Madam Zhou on yıldan fazladır işlettiği Mutluluk Sarayı adındaki gene
levde nüfuzlu müşterilerini ağırlıyordu. Lisa’yı batakhanesine çekmeyi başardı
ğında, Karla, Lisa’yı oradan çıkarmış ve Mutluluk Sarayı’nı benzinle yakmıştı.
“Sağa sola beni soruyormuş. Üstelik bu kez yanında yalnızca ikizler yok.”
İkizler, Madam Zhou’nun fedaileri ve can dostlarıydı. Onları son görüşüm
de üstleri başları kan içindeydi çünkü dövüşüyorduk ve Didier tam zamanında
yetişip onları vurmasaydı, kavgayı kaybedecektim.
“Onları sadece bir kere gördüm ve ikisinden de nefret ettim.”
“Bu sefer yanında iki özel kozmetikçisi varmış,” dedi Karla sesini alçaltarak.
“Düşmanlarının suratlarını asitle yakıyorlarmış.”
O yılların en yaygın intikam hizmetlerinden biri de, surata asit atmaktı. Bu
konuda uzmanlaşan insanlar vardı. Ama parayı beğenirlerse başka hizmetler de
veriyorlardı.
“Madam, Bombay’a ne zaman dönmüş?” diye sordum.
“İki gün önce. Her nasılsa, Lisa’nın öldüğünü öğrenmiş. Sarayını Lisa için
yaktığımı biliyor. Beni yakmadan önce gözlerime bakıp gülmek istiyormuş.”
Karanlıkta yıldızlar parlıyordu. Erken söken şafak bütün gölgeleri düzleştir
mişti. Soluk ışık dalgaları sim tozuna buluyordu.
Karla denizle konuşurken profiline bakmak için başımı çevirdim.
Günlerdir büyük bir korku içindeydi. Lisanın ölüsünü o bulmuş, polisten
dayak yemiş, Ranjitten ayrılmış ve Madam Zhou’nun kozmetikçilerinin baş
hedefi hâline gelmişti. Üstelik aradığımız adam, Ranjit’ti. O gece Lisa’yı öldü
ren hapları ona o vermişti.
Karla hayatımda tanıdığım en cesur kadındı. Kendi yasıma gömülmekten
bana en ihtiyaç duyduğu sırada yanında olamamıştım.
“Karla...”
“Hazırız,” diye seslendi Didier o sırada.
Ateş sönmüştü ve şimdi ocağın dibinde hepimize bir avuç düşecek kadar
kül vardı.
Binanın açık denize bakan köşesine gittik ve külleri savurduk. Ölen ben
olsam, Lisa da beni tam burada denizle buluştururdu.
“Elveda ve merhaba, güzel ruh,” dedi Karla küller parmaklarının arasından
kayarken. “Geri döndüğünde, daha uzun ve mutlu bir hayatın olsun.”
Her birimiz kendi düşüncelerimize dalarak rüzgârı ve külleri izledik. Kadere
o kadar kızgındım ki, ağlayamıyordum bile.
“Gidelim artık,” dedi Naveen derme çatma ocağımızı bozarken. “Birazdan
temizlikçiler gelir.”
“Durun,” dedim. “Madam Zhou şehre dönmüş. Yanında asitçileri varmış.”
“Asitçiler mi?” diye sordu Didier saklamaya gerek duymadığı bir korkuyla.
“Madam Zhou kim?” diye sordu Naveen.
“Korkunç bir kadın,” dedi Didier cep şişesini kafasına dikmeden önce.
“Ufak tefek bir kadın boyutlarında bir örümcek hayal et.”
“Madam Zhou’yla adamlarını denize atana kadar gözümüzü Karla’nın üze
rinden ayırmak yok,” dedim.
“Bir dakika,” diye araya girdi Karla. “Didier’yle Naveen beni korur. Ama
sen yapamazsın, Lin.”
“Neden?”
“Çünkü burada olmayacaksın. Gidiyorsun.”
“Gidiyor muyum?”
“Evet.”
“Ne zaman?”
“Yolun açık olsun, Lin,” dedi Didier beni kucaklamak için koşturarak. “Kusura
bakma. Seni uğurlamaya gelemeyeceğim. Bilirsin öğleden önce uyanamam.”
“Pardon ama nereye gidiyorum?”
“Dağa,” dedi Karla. “İki hafta Idriss’le kalacaksın.”
“Hoşça kal, dostum,” dedi Naveen bana sarılarak. “Dönünce görüşürüz.”
“Bir dakika.”
Kapıya yönelmişlerdi bile. Peşlerinden gittim ve asansörün kapıları kapan
dığında Karla iç çekti.
“Ne zaman bir asansöre binsem.
Didier hemen ona bir cep şişesi uzattı.
“Yanında yedek şişe mi taşıyorsun?” diye sordu Karla.
“Her zaman.”
“Ranjit’ten boşanırsam ya da onu öldürürsek benimle evlenir misin, Didier?”
“Ben kötü alışkanlıklarımla evliyim, Karla, hayatım. Ve korkarım, hepsi de
birbirinden kıskanç.”
“Şansıma tüküreyim,” dedi Karla. “Kimi bulsam ya ahlaksız ya da kötü
alışkanlıkları var.”
“Ben hangi gruba giriyorum?” diye sordu Naveen.
“ikisine de. Onun için senden yana umutluyum ya zaten.”
Randall bize arabanın kapılarını açtı. Onlara hâlâ Akreplerin malikânesinin
orada duran motoruma kadar yürüyeceğimi söyledim. Karla vedalaşmak için
benimle kıyıdaki duvara kadar geldi.
“Dayan,” dedi elini göğsüme koyarak.
Parmakları bana dokunan gerçekti.
Do'stlaringiz bilan baham: |