Reşat Nuri Güntekin’in Eserleri



Download 2,45 Mb.
Pdf ko'rish
bet44/60
Sana14.07.2022
Hajmi2,45 Mb.
#795145
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   60
Bog'liq
-kitabyurdu.org- Calikusu - Resat Nuri Guntekin

Kuşadası, 5 Mayıs
Bu sabah, Munise biraz hasta ve renksiz uyandı. Gözleri kırmızı, 
benzi soluktu. Mektepte pek çok iş olduğu için evde kalmak mümkün 
değildi. Mamafih, doktor Hayrullah Bey’e uğradım. Bize uğrayarak 
Munise’ye bakmasını rica edecektim. Aksi olacak, o da yarım saat evvel 
Düldül’e binerek bilmem hangi köye gitmiş. 
Eve döndüğüm vakit Munise’yi yatakta buldum, ihtiyar bir 
komşuya, ara sıra çocuğu yoklamasını rica etmiştim. Eksik olmasın, hiç 
yanından ayrılmamış, akşama kadar yayında çorap örmüş. 
Munise’nin nezlesi artmıştı. Başı ateş gibi yanıyor, sabahkinden 
daha sık öksürüyordu. Sesi kısılmış nefes alırken hafif bir tıkanıklık 
hissettiğini söylüyordu. Boynunun altında tutarak ağzını açtırdım, elime 
downloaded from KitabYurdu.org


339 
sert sert bezeler dokundu. Yüzüne yaklaştırdığım lambanın ziyası 
gözlerini kamaştırıyordu. Ağzında, küçük dilinin etrafında beyaz beyaz 
kabarcıklar görünüyordu. 
Munise, benim merakımla eğlendi: 
-Öksürükten ne olur abacığım, Zeyniler’de de ben öksürük oldum, 
unuttun mu? dedi. 
Çocuğun hakkı var. Zeyniler’de, karların içinde onu yarı donmuş 
bir halde bulduğum gece böyle değil miydi? Çocuklarda nezlenin ne 
ehemmiyeti olur? Yalnız canımı sıkan şey, Hayrullah Bey’in 
bulunmaması. Onbaşı deminden tekrar uğradı, beyin bu gece köyde 
kaldığını söyledi, inşallah o gelinceye kadar küçüğüm kalkmış olur. 
Kuşadası, 18 Temmuz
Bu sabah hesap ettim, küçüğüm toprağa düşeli tam yetmiş üç gece 
olmuş. 
Yavaş yavaş buna da alışmaya, bu acıyı da hazmetmeye 
başlıyorum, insan, neye tahammül etmiyor ki!.. 
Demin, ihtiyar doktorumla deniz kenarına gitmiştik. Kumsaldan 
çakıllar, sedef kabukları topladım, sakin suların üstünde taş sektirmeye 
başladım. 
Hayrullah Bey, çocuk gibi seviniyordu. Beyaz kirpiklerinin içinde 
masum mavi gözleriyle gülerek: 
-Ah, gençlik! Elhamdülillah onu da yendik. Bak, rengin gibi neşen 
de gelmeye başladı, dedi. Güldüm: 
-İnsanın sizin gibi doktoru olduktan sonra tabii değil mi? dedim. 
Ağır ağır başını salladı: 
-Tabii değil, küçük, tabii değil, doktorluk da insanlar gibi, kitaplar 
gibi doğruluk ve cefa gibi asılsız, fasılsız bir masal... Parmak kadar 
çocuğu kurtaramadıktan sonra, içine tüküreyim ben böyle fennin. 
-Ne yapalım, Doktor Bey, üzülmeyiniz. Allah öyle istedi, öyle 
oldu, dedim. 
downloaded from KitabYurdu.org


340 
Mahzun mahzun yüzüme baktı: 
-Zavallı küçük; ben sana asıl niçin acıyorum, biliyor musun? Bir 
derde uğradığın vakit, asıl teselli edilecek kendin olduğunu unutuyor, 
başkalarını teselliye başlıyorsun. Senin bu mazlum hallerin beni 
ağlatacak gibi oluyor küçük. 
Biraz sustu. Sonra, kendi kendine şikâyete başladı: 
-Ben de ama ipsiz sapsız herif oluyorum ya, bunadım mı, nedir? 
Haydi küçük gidelim. 
Sararmış tarlaların içinden eve doğru yürümeye başlamıştık. Bütün 
çiftçiler, doktoru tanıyorlar. Kocaman bir ekin yığının yanında çalışan 
ihtiyar bir kadınla konuştuk. Hayrullah Bey, birkaç sene evvel bu 
kadının torununu tedavi etmiş. Büyükanne çok dualar etti; sonra temmuz 
güneşinin altında harman döğen gürbüz bir genci çağırdı: 
-Gel buraya. Hüseyin, velinimetinin elini öp. O olmasaydı, sen 
şimdi bir avuç toprak olmuştun, dedi. 
İhtiyar doktor, Hüseyin’in yanık, yerli yüzünü okşadıktan sonra: 
-Ben öyle kuru kuruya el öpmelerden anlamam delikanlı. Haydi 
bakalım bizi düvene bindir, dedi. 
İki kuvvetli öküzün çektiği düvene bindik, hemen, beş on dakika 
bu saman denizinin sarı dalgaları üstünde ağır ağır dolaştık. 
Bugün artık o vakayı yazmak kuvvetini kendimde buluyorum. 
Defterimin son sayfasını yazdığım gecenin son sabahı Munise’yi daha 
ziyade hasta buldum. Sesi konuşamayacak derece kısılmıştı. Biçare 
küçük göğsü havasızlıktan bunalıyordu. Ne olursa olsun, bir başka 
doktor aramaya gidecektim; fakat çarşafımı giyerken Hayrullah Bey 
geldi. Hastayı kısa bir muayeneden geçirdikten sonra, ehemmiyetli bir 
şey olmadığını söyledi. 
Mamafih, çehresi çatık, gözleri düşünceliydi. Bu çehreyi 
beğenmediğim korka korka kendisine söyledim. Canı sıkılmış gibi 
omuzlarını silkti: 
downloaded from KitabYurdu.org


341 
-Mızmızlanmaya lüzum yok. Tam dört saatlik yoldan geliyorum. 
Yorgunluktan berbat oldum; söze hizmet ettiğimiz yetmiyor da, bir de 
dalkavukluk mu etmeli? dedi. 
Hayrullah Bey, ehemmiyetli hastalıklar karşısında daima böyle 
asabi ve kaba bir adam oluyordu. 
Yüzüme bakmaya çalışarak: 
-Lüzum yok ama, ihtiyaten bir iki doktor arkadaşı çağracağım, 
kâğıt kalem bul, çabuk, dedi. 
Bugün her işim aksi gidiyordu. Sabahtan beri mektepten üç defa 
hademe göndermişlerdi. Maarif Encümeni azasından iki efendi ile bir 
müfettiş gelmiş, benden bazı şeyler soracaklarmış. 
Üçüncü haberi getiren hademe kadını adeta hırpalayarak 
kovuyordum. Hayrullah Bey, birdenbire hiddetlendi: 
-Ne halt var burada? Haydi vazifenin başına. Yorgun yorgun, az 
işim varmış gibi, bir de seninle mi uğraşmalı? Haydi çabuk, çarşafını 
giy, marş. Sen burada durup beni şaşırtırsın. Billah çıkar giderim. 
İhtiyar doktor öyle sert ve kati tavırla bu emri vermişti ki, itaat 
etmemek mümkün değildi. 
Bir kelime söylemeye cesaret edemedim; peçemin altıda ağlaya 
ağlaya mektebe gittim. 
Maarif, beni dünyanın nimetine gark etse, bugünkü fedakârlığımı 
ödeyemez. Müfettişler sınıfları geziyorlar, talebeleri imtihana çekiyorlar, 
defterleri görmek istiyorlar, bin türlü olmayacak şeyler soruyorlardı. 
Başımdaki kıyamet içinde nasıl düşündüm, nasıl cevap verdim, 
bilmiyorum! Vakit ikindiye yaklaşıyordu, onlar hâlâ gitmiyorlardı. 
Nihayet aralarından bin perişanlığımı fark etti: 
-Rahatsız mısınız Müdire Hanım? Çehreniz pek bozuk görünüyor, 
dedi. 
Artık, kendimi tutamadan, merhamet ister gibi boyumu büküp, 
ellerimi kavuşturarak: 
downloaded from KitabYurdu.org


342 
-Evde çocuğum ölüyor, dedim. 
Acıdılar, manasız teselli sözleri söyleyerek gitmeme müsaade 
ettiler. 
Evimle mektebin arası nihayet beş dakikalık bir yer. Ben bu yolu 
yarım saat, belki daha uzun bir zamanda yürüdüm. Sabahtan beri eve 
koşmak için o kadar çırpındığım, hırçınlaştığım halde, şimdi bir türlü 
oraya gitmek istemiyordum. Tenha sokaklarda duvarlara dayanıyor, 
yorgun yolcular gibi çeşme taşlarına oturuyordum. 
Evimin açık pencereleri içinde yabancı erkek başları görünüyordu. 
Kapıyı bana “onbaşı” açtı. Bir şey sormaya cesaret edemiyor, bir şey 
söylememesi için gözlerimle, halimle yalvarıyordum. Fakat o, bana 
ummadığım bir şey söyledi: 
-Fakir çocuk hastaca.... Allah, inşallah, şifasını verir, dedi. 
Birdenbire tavanlar sarsıldı, merdiven başında doktor Hayrullah 
Bey göründü. Göğsü çıplak, başı açık, kolları sıvalıydı: 
-Kim geldi Onbaşı? diye seslendi. Halsiz halsiz merdiven 
basamağına çömelmiştim. Taşlığın karanlığında beni görünce durdu, 
şaşkın şaşkın: 
-Sen misin, Feride? Pekâlâ kızım, pekâlâ, dedi. Sonra ağır ağır 
yanıma indi; halim, her şeyi bildiğimi söylüyordu. Ellerimi tuttu, kesik 
kesik: 
-Kızım, gayret et, dişini sık inşallah kurtulur. Serum yaptık, 
elimizden geleni yapıyoruz. Allah büyük, ümit kesilmez, dedi. 
-Doktor Bey, müsaade ediniz, onu göreyim, dedim. 
-Şimdi değil, Feride bir parça sonra. Şimdi biraz dalgın, vallahi bir 
şey olmadı. Yemin ediyorum sana. Dalgınlık billahi. Sakin bir inatla: 
-Mutlaka göreceğim, Doktor Bey, hakkınız yok, diye sızlandım. 
Sonra, içimi çekerek ilave ettim: 
-Zannettiğinizden ziyade kuvvetliyim. Münasebetsiz bir şey 
yapmamdan korkmayın. 
downloaded from KitabYurdu.org


343 
Hayrullah Bey, bir parça düşündü; sonra başını sallayarak razı 
oldu: 
-Peki kızım, fakat şunu unutma ki, beyhude ah-û vahlar hastayı 
ürkütür. 
İnsan, ne kadar acı olursa olsun, bir mecburiyeti kabul ettikten 
sonra içine sükûn ve tevekkül geliyor. Hayrullah Bey’in omzuna başımı 
dayayarak odaya girerken, ne gönlümde heyecan, ne gözümde bir damla 
yaş vardı! 
Aradan yetmiş üç yıl kadar uzun, yetmiş üç gün geçtiği halde hâlâ 
o odayı gözümün önünde görüyorum. 
İçeride gömleklerinin yakasını ve kollarını açmış iki genç doktorla 
bir ihtiyar kadın vardı. Ağaç yapraklarının içinden süzülerek giren bir 
ikindi güneşi odayı parlak bir hayatla dolduruyordu. Dışarıda kuşlar, 
ağustos böcekleri ötüyor, uzaklardan bir gramafon sesi geliyordu. 
Odanın içi karmakarışıktı. Sandalyelerde, raflarda, şişeler, pamuklar, 
yerlerde duvarlarda Munise’ye ait bin türlü eşya sürünüyordu. Aynanın 
kenarında onun doktorun bahçesindeki çiçeklerden eliyle yaptığı bir 
demet, konsolun üstünde deniz kenarından topladığı bir avuç renkli taş, 
sedef kabukları, sandalyelerden birinin altında. 
İskarpinin bir teki, duvarda B.’de evimizin içinde suluboya ile 
yaptığım resmi (başında kır çiçeklerinden bir çelenk, kucağında Mazlum 
ile yaptığım o resim) sonra, bin türlü boncuklar, kumaş parçaları, cam 
küpeler, duvaklı gelin kartpostalları, bir kız çocuğu kalbinin bütün bu 
masum ve biçare sevgileri... 
“Munise, artık çarşaflı bir genç kız oluyor” diye iki hafta evvel ona 
sarı yaldızlı bir karyola almış, bir bebek yatağı hazırlar gibi özene, 
bezene muslinlerle süslemiştim. 
Küçüğüm, bu ipeklerin içinde bir başka ipek kümesi gibi 
bembeyaz yatıyor, başı ağır bir rüyanın rehaveti içinde biraz yana 
düşüyordu. Karyolasının demirinden, nefti çarşafının daha bitmemiş 
downloaded from KitabYurdu.org


344 
pelerini sarkıyor, başucundaki rafta B.’de satın aldığım bebeği 
-küçüğümün buselerinden solmuş yüzü, iri mavi gözleriyle- ona 
bakıyordu. Hastalığın bütün acıları, azapları durmuştu. Yorgun bir uyku 
içinde uyurken ağzının etrafında son bir hayat titriyor, gülümser gibi 
aralanmış dudakları, inci dişlerini gösteriyordu. Bu zavallı güzel şeyler 
karanlık bir köy mektebinde, ruhumun içine döküldükleri dakikadan 
bugüne kadar beni mesut etmişlerdi. 
Kuşlar, hâlâ şenlik yapıyorlar. Gramofon hâlâ çalıyordu, ikindi 
güneşinin ağaç yapraklarını tarayan ışıkları, bu renksiz çocuk yüzüne, 
örselenmiş kelebek kanatlarının parmaklarında bıraktığı yaldızlı toza 
benzer bir renk veriyor, alnına dökülmüş sarı perçemleriyle oynuyordu. 
Ne bir feryat, ne üstüne atılmak gibi bir telaş... Kollarım ihtiyar 
doktorun boynuna kilitlenmiş, başım omzunda, adeta acı bir saadetle bu 
güzelliği seyrediyordum. 
Ölüm, yavruma bir ay ışığı tatlılığıyla yaklaşıyor, bir ana dudağı 
gibi korkutup ürkütmeden alnından, dudaklarından öpüyordu. 
Doktorlar, yatağa yaklaşmışlardı. Birisinin, ipek örtüler içinden 
küçüğümün çıplak kolunu çıkardığını, ona bir iğne yaklaştırdığını 
gördüm. 
Hayrullah Bey hafifçe döndü, vücudunu gözlerime siper etti. 
Birisi: 
-Kolonya, bir parça kolonya, diyordu. 
İhtiyar doktor, başıyla raflardan birini gösterdi. Kuşlar hâlâ 
durmuyor, gramofon gittikçe artan bir şenlikte çalmakta devam 
ediyordu. 
Birdenbire odanın içine keskin bir elyotrop kokusu yayıldı. 
Kolonya bulamamışlar onu kullanmışlardı. Elyotrop... Küçüğümün 
elinden hemen hemen zorla çekip aldığım bu şişe... Bana verdiği bütün 
saadetlere mukabil ondan, sevdiği ehemmiyetsiz bir kokuyu kıskanacak 
kadar mı kalpsizlik etmiştim? 
downloaded from KitabYurdu.org


345 
-Şişeyi yatağa boşaltınız, doktor bey, küçüğüm bu koku içinde 
daha mesut ölecek, dedim. 
Hayrullah Bey, saçlarımı okşuyor: 
-Haydi Feride, haydi evladım, artık dışarı çıkalım, diyordu. 
Munise’yi son defa öpmek istiyordum. Cesaret edemedim, yalnız 
çıplak kolunu tuttum. Küçüğüm, ara sıra ellerimi tutar, avuçlarımı 
çevirerek içlerinden öperdi. Bende onun gibi yaptım. Bu zavallı buruşuk 
avuçlarının içinden küçük küçük buselerle öptüm, abasına ettiği bütün 
iyilikleri için teşekkür ettim. 
Bu dakikadan sonra Munise’yi bir daha göremedim. Beni 
yatağımın üstüne uzattılar ve yalnız bıraktılar. 
Bir yandan titriyor, bir yandan ter döküyordum. Evin içine yayılan 
keskin elyotrop kokusu bir dalga gibi içime gömülüyor, göğsümü 
tıkıyordu. Bana öyle geldi ki bu koku, bu ikindi aydınlığındaki kuşların 
sesi, senelerce devam etti. Sonra yavaş yavaş ortalık karardı. Gözlerimin 
önünde Munise’nin, kar fırtınasında kaybolduğu o karanlık gecenin 
hayali titriyordu. 
Küçüğümün kapıya vurduğunu, fırtınanın içinde ince sesiyle 
inlediğini duyuyordum. 
Gecenin bilmem hangi saatindeydi. Kuvvetli bir ışık gözlerimi 
yaktı; saçlarıma, alnıma bir el dokunduğunu hissettim, gözlerimi açtım, 
ihtiyar doktor, elinde bir şamdanla yüzüme eğiliyor, sönük mavi 
gözlerinde, beyaz kirpiklerinde yaşlar titriyordu. Rüya içinde gibi: 
-Saat kaç? Bitti, değil mi? 
Dediğimi hatırlıyorum, sonra yine yavaş yavaş o Zeyniler 
gecesinin karanlığına daldım. 
Gözlerimi, tekrar açtığım vakit, bulunduğum yeri tanıyamadım; 
başka oda, başka pencereler... Dirseklerime dayanarak kalkmaya 
downloaded from KitabYurdu.org


346 
çalıştım, başım benim değilmiş gibi, tekrar yastığın üstüne düştü. Şaşkın 
şaşkın, etrafıma bakınıyordum. Yine doktorun mavi gözlerini gördüm. 
-Feride, beni tanıdın mı? 
-Niçin tanımayayım Doktor Bey? dedim. 
-Çok şükür, çok şükür. Cümlemize geçmiş olsun. 
-Bir şey mi oldu, doktor? 
-Sen yaşta bir çocuk için ehemmiyetsiz, biraz uyudun kızım, biraz 
uyudun, ehemmiyet verilecek bir şey değil... 
-Ne kadar uyudum? 
-Epeyce zaman, ziyanı yok... On yedi gün kadar... 
On yedi gün uyku. Ne tuhaf!.. Aydınlık, beni rahatsız ettiği için 
tekrar gözlerimi kapadım, bu on yedi günlük uykuya; başkasının 
göğsünden geliyor, dudaklarından çıkıyor gibi bir tuhaf ses veren 
kahkahalarla güldüm; sonra tekrar uyudum. 
Büyükçe bir beyin humması geçirmişim. Doktor Hayrullah Bey, 
beni kendi evine nakletmiş, on yedi gün başucumdan ayrılmamış. Bu, 
benim hayatta ilk büyük hastalığımdı. Nekahet zamanım kırk günden 
ziyade sürdü. Günlerce yerimden kalkamadım. Hastalıktan sonra 
saçlarım demet demet inmeye başlamıştı. Bir gün, makas istedim; onları 
ensemin hizasından kestim. 
Nekahet ne tatlı şey. İnsan, yeniden dünyaya gelmiş gibi oluyor; en 
ehemmiyetsiz yerlere -renkli oyuncaklara bakan küçük çocuk 
gibi-sevinçle, saadetle bakıyor. Cama kanatlarını çarpan bir kelebek, 
aynanın kenarında renkli akisler uyandıran bir güneş aydınlığı, uzak bir 
sürünün hafif çıngırak sesleri, kalbimi lezzetli titremelerle 
çırpındırıyordu. 
Hastalık, son üç senemin bütün zehirlerini alıp götürmüştü. 
Hatıralarım bile başkasına ait şeyler gibi geliyordu. Onlar, artık bende ne 
downloaded from KitabYurdu.org


347 
bir keder, ne bir heyecan uyandırıyordu. Zaman zaman hayretle kendime 
soruyordum: 
-Sakın bunlar bir uzun rüyanın hatıraları olmasın! Yahut onları bir 
eski romandan okumuş olmayayım? Evet, vakaları rüyada, çehreleri, 
boyaları solmuş, çerçeveleri tozlanmış eski fotoğraflarda görmüş 
gibiyim. 
Doktor Hayrullah Bey, bu nekahet zamanında bana arkadaşlık etti. 
Bir gün yalnız bırakmadı. Kâh hikâyeler söylüyor, kâh romanlar 
okuyarak beni eğlendirmeye, güldürmeye çalışıyordu. O biçare de çok 
yoruldu. 
-Hele şöyle bir adamakıllı ayağa kalk... Alimallah hasta bile 
olmasam, keyif için patiska entari diktirip üç ay yatakta yatacağım. Sana 
bin türlü naz edeceğim, diyor. 
Ara sıra benim, uykuya benzeyen dalgınlıklarım oluyor, incelmiş 
gözkapaklarımın arasından pembe güneş ışıkları sızarak bir zaman o 
halde kalıyordum 
O vakit, Hayrullah Bey, karşımdaki koltukta kitap okuyor yahut 
uyukluyordu. Bu dalgınlık saatlerinde ruhumun vücudumdan ayrıldığını, 
ışık gibi ses gibi boşluklarda dolaştığını hissediyordum. 
Nerelere, hangi memleketlere gidiyordum, bilmiyorum. Yalnız 
birdenbire uçurumlara düşmek hissi içinde, içim ılınarak silkinip 
uyandıkça öyle hissediyorum ki, uzak, pek uzak bir yerlerden 
dönüyorum. Kulaklarımda ışık süratiyle aşılmış mesafelerin rüzgârları 
hışıldıyor, gözlerimde havanın en yüksek tabakalarında görülmüş 
dumanlı memleketlerin dağınık, sönük hatıraları titriyordu. 
Evvelki gün Hayrullah Bey’e dedim ki: 
-Doktorcuğum, artık büsbütün iyileştim. Onu ziyaret edebiliriz. 
Evvela razı olmadı, daha hiç olmazsa on beş gün, bir hafta 
sabretmemi söyledi. 
Fakat hastaların inatçılığına, titizliğine tahammül etmek mümkün 
downloaded from KitabYurdu.org


348 
olmuyor. İhtiyar arkadaşımı nihayet razı ettim. Bahçeden iki kucak 
çiçek, deniz kenarından birçok renkli taş -küçüğüm bunları çiçeklerden 
ziyade severdi- topladık. 
Munise, Akdeniz’e karşı bir tepeciğin üstünde, kendi gibi incecik 
bir küçük servinin altında yatıyor. Saatlerce yanında oturduk. 
Hastalığımdan beri ilk defa olmak üzere doktorla onu konuştuk. 
Küçüğümün nasıl öldüğünü, nasıl gömüldüğünü bilmek istiyordum. 
Bütün ısrarlarıma rağmen Hayrullah Bey bana tafsilat vermedi. Yalnız 
bir şey öğrenebildim: Gömüldükten sonra imam, Munise’nin annesinin 
ismini sormuş, bunu, tabii kimse bilmiyor doktor benim, bu küçük kız 
için hemen hemen bir anne olduğumu hatırlamış, ismimi vermiş. 
Yavrumu “Munise bin Feride” diye toprağa teslim etmişler... 

Download 2,45 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   60




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©hozir.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling

kiriting | ro'yxatdan o'tish
    Bosh sahifa
юртда тантана
Боғда битган
Бугун юртда
Эшитганлар жилманглар
Эшитмадим деманглар
битган бодомлар
Yangiariq tumani
qitish marakazi
Raqamli texnologiyalar
ilishida muhokamadan
tasdiqqa tavsiya
tavsiya etilgan
iqtisodiyot kafedrasi
steiermarkischen landesregierung
asarlaringizni yuboring
o'zingizning asarlaringizni
Iltimos faqat
faqat o'zingizning
steierm rkischen
landesregierung fachabteilung
rkischen landesregierung
hamshira loyihasi
loyihasi mavsum
faolyatining oqibatlari
asosiy adabiyotlar
fakulteti ahborot
ahborot havfsizligi
havfsizligi kafedrasi
fanidan bo’yicha
fakulteti iqtisodiyot
boshqaruv fakulteti
chiqarishda boshqaruv
ishlab chiqarishda
iqtisodiyot fakultet
multiservis tarmoqlari
fanidan asosiy
Uzbek fanidan
mavzulari potok
asosidagi multiservis
'aliyyil a'ziym
billahil 'aliyyil
illaa billahil
quvvata illaa
falah' deganida
Kompyuter savodxonligi
bo’yicha mustaqil
'alal falah'
Hayya 'alal
'alas soloh
Hayya 'alas
mavsum boyicha


yuklab olish