288 ■
Gregory David Roberts
Sen de yaşa.”
Biz uç sürgün böyle şakalaşıp gülerek hayatlarımızı
cek dağa tırmandık.
Z irveye vardığımızda ancak kendimize çekidüzen verecek kadar vakit bula
bildik. Karla gök
mavisi bir
salıuar kameezlz
öğle yemeğinin sonuna yetişti.
Yemeklerimizi bitirdiğimizde Idriss’in dağda olduğu haberi geldi.
Ben dik
yamaca doğru baktım ama geri kalan herkes mağaralara doğru döndü.
“Buranın başka bir yolu daha mı var?” diye sordum Karla’ya.
“Bütün dağların başka bir yolu vardır,” dedi mırıldanarak. “Bunu herkes bilir.”
“Ah, tabii.”
Az sonra, Idriss olduğunu tahmin ettiğim yaşlıca bir adamla daha genç biri
kadınların mağarasının ilerisindeki patikada belirdi. İkisi de beyaz kurta’lar ve
gök mavisi şalvarlar giymişti. Genç adam bir yabancıydı ve omzuna bir tüfek
asmıştı.
“Bu kim?” diye sordum.
“Silvano,” dedi Karla.
“Tüfek ne iş?”
“Kaplanları korkutmak için.”
“Burada kaplanlar mı var?”
“Elbette. Ama yan dağdalar.”
Yan dağın buraya ne kadar uzaklıkta olduğunu soracaktım ki, Idriss ko
nuştu.
Hafifçe öksürerek boğazını temizledi ve “Sevgili dostlar,” dedi. “Kolay yol
dan gelmemize rağmen zorlu bir tırmanış oldu. Geç kaldığım için özür dilerim.
Bu sabah bir grup filozofla görüşmem gerekti.”
Sesi boğuk ve dokunaklıydı. Bütün ovayı usulca sardı. Rahatlatıcıydı. Sizi
kâbuslarınızdan nazikçe uyandırabilecek türden bir sesti.
“Size hangi konuda danıştılar, usta?” diye sordu bir öğrenci.
“Biri mutluluğun bütün kötülüklerin anası olduğunu ispatlayacak bir tar
tışma başlatmış,” dedi cebinden çıkardığı mendille alnındaki terleri silerek.
“Diğerleri bunun aksine dair etkili bir sav geliştirememiş. Onun için, doğal
olarak mutsuz olmuşlar. Benden karşı bir sav üretmemi ve onları bu mutsuz
luktan kurtarmamı istediler.”
“Sen ne yaptın, Idriss?” diye sordu başka bir öğrenci.
“Tabii ki bir sav geliştirdim. Ama uzun zaman aldı. Filozoflar dışında mut
luluğun kötü bir şey olduğunu savunabilecek biri yoktur zaten.
Sonunda hepsi
mutluluğun iyi bir şey olduğuna ikna oldu ama bu sefer de mutluluk onlara fazla
geldi. Kontrollerini kaybettiler. Buralarda histerik bir filozof gören oldu mu?”
Öğrenciler birbirlerine baktı.
“Hayır mı?” diye sordu Idriss. “Güzel. İşte size bir ders. Gerçeklik kavra
mınıza sıkı tutunamazsanız dünya tehlikeli bir yer hâline gelir. Öte yandan,
kendinizi daha rasyonel bir dünyada bulduğunuzda da onu daha dikkatle sor
gulamalısınız. Her neyse. Bu kadar yeter. Toplanın da başlayalım hadi.”
Öğrenciler açılır kapanır iskemlelerle tabureler getirdiler ve onları Idriss’in
karşısına dizdiler. Idriss bir iskemleye oturdu. Silahlı genç adam Silvano, sağma
ve biraz arkasına geçti. Sonra da tahta taburesinde sırtını dikleştirerek gözlerini
bizlerde dolaştırdı.
Abdullah kulağıma eğildi.
“Tüfekli İtalyan sana bakıyor,” diye fısıldadı.
“Sağ ol.”
“Rica ederim,” dedi ciddi bir tavırla.
“Görüyorum ki çalışma grubumuzun yeni bir ziyaretçisi var,”
dedi Idriss
bana bakarak.
Benimle konuştuğundan emin olmak için arkama döndüm.
“Seni aramızda görmek büyük zevk, Lin,” dedi. “Khaderbhai senden çok
bahsederdi. Gelebildiğine sevindim.”
Bütün başlar bana döndü. Herkes gülümseyerek selamladı beni.
Tekrar
Idriss’e döndüm ve birden içimden,
Do'stlaringiz bilan baham: