Felsefi Araştırma
Bil ki Hak Teala’nın malikiyeti, kulların malik oldukları şeylere malikiyeti gibi değildir. Sultanların kendi memleketine malikiyeti türünden bir malikiyet de değildir. Zira bu malikiyetler, itibari izafelerdir. Hakk’ın yaratıklarına izafesi ise, bu türden değildir. Gerçi fıkıh alimleri nezdinde bu tür bir malikiyet Hak Teala için de boyuna (enine değil) sabittir. Ayrıca burada zikredilen görüşle de çelişmemektedir. İnsanın organlarına malikiyeti türünden bir malikiyet türü de değildir. Hakeza insanın zahiri ve batınî kuvvelerine malikiyeti gibi bir malikiyet de değildir. Bu malikiyet de önceden zikredilen diğer malikiyetlerden daha çok, Hak Teala’nın malikiyetine yakındır. Hakeza nefsin, kendi işlerinden olan zatî fiillerine malikiyeti de, bu türden bir malikiyet değildir. Tıpkı genişleyip daralması bir yere kadar nefsin iradesi altında olan zihni suretlerin icadı da, bu tür bir malikiyet değildir. Hakeza akli alemlerin altındaki alemlerin malikiyeti, de bu tür bir malikiyettir. Zira bu alemde tasarruf edenler de, yok etme ve icad etme şeklindedir. Zira alınlarına fakirlik zilleti yazılmış olan bütün imkani tahakkuk alemi, bir mahiyet sınırında da olsa, bir sınırla sınırlandırılmış ve bir ölçüyle belirtilmiştir. Bir sınırla sınırlandırılmış olan her şeyin, kendi fiiliyle sınırlılığı ölçüsünce bir fasılası vardır; kayyumî ve hakkanî bir ihataya sahip değildir. O halde bütün eşya zat mertebesi hasebiyle, kendi tepkileriyle farklı ve mütekabildir. Bu yüzden de zatî ve kayyumî bir ihataya sahip değillerdir. Ama işrakî izafe ve kayyumî ihata ile olan Allah-u Teala’nın malikiyeti; hakiki, gerçek ve zatî bir malikiyettir. Bu malikiyette, sıfat ve zat hususunda varlıklardan hiçbirisiyle bir aykırılık içinde değildir. Zat-ı Mukaddes’in malikiyeti, bütün alemlere oranla eşittir. Varlıklardan hiç birisi hususunda farklılık arzetmemekte veya diğer alemlere oranla gayb ve soyut alemlere daha kapsayıcı ve yakın bir konumda bulunmamaktadır (Bütün alemlere karşı eşit bir konumdadır). Aksi taktirde bir sınırlılık ve aykırılık içinde bulunur, ihtiyaç ve imkan sıfatlarına sahip olmuş olur. Allah ise bundan çok daha yücedir. Belki de Allah-u Teala’nın şu sözü de buna işaret etmektedir: “Biz ona sizden daha yakınız.”1 Hakeza: “Biz ona şah damarından daha yakınız.” 2 Hakeza: “Allah göklerin ve yerlerin nurudur.”3 Hakeza: “Gökte de ilah O’dur ve yerde de ilah O’dur.”4 Hakeza: “Göklerin ve yerlerin nuru O’na aittir.”1 Resulullah’ın (s.a.a) şu sözü de bu gerçeği ifade etmektedir: “Eğer bir iple yeryüzünün en alt katına indirilecek olursanız, Allah’a inmiş olursunuz.”2 Hakeza İmam Sadık (a.s) Kafi’de yer alan bir rivayette şöyle buyurmuştur: “Hiçbir mekan O’ndan boş değildir. Hiçbir yer O’nu ihata etmemiştir ve hiçbir mekana, diğer bir mekandan daha yakın değildir.”3 İmam Ali Naki (a.s) da şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah dünya semasında olduğunda da, arşın üzerinde olduğu gibidir. Her şey ilim, kudret, mülk ve ihata açısından O’nun için eşit konumdadır.”4 Zat-ı Mukaddes’in bütün eşyaya ve alemlere malikiyeti eşit bir konumda olmakla beraber, ayet-i şerifede şöyle buyurulmuştur: “Malik-i yevmiddin” (ceza gününün sahibi) Bu özgünlük, belki de ceza gününün toplu bir gün olduğu hasebiyledir. Bu açıdan toplu bir gün olan ceza gününün maliki, detay konumunda olan diğer günlerin de malikidir. “Mülk aleminin dağınıklıkları melekut aleminde topludur.”
Veya azameti yüce Allah’ın kahhariyet ve malikiyetinin zuhuru, mümkün varlıkların Allah’ın kapısına döndüğü ve varlıkların Allah’ta fena makamına yükseldiği gün olan toplu günde (kıyamet gününde) zuhur edeceği hasebiyledir.
Bu özetin bu kitapla uyumlu bir açıklaması ise şöyledir: Vücud nuru ve hakikat güneşi, gaybın gizliliklerinden şahadet alemine doğru nüzul seyrinde, gizlilik ve gaybete doğru hareket etmektedir. Başka bir tabirle her nüzulde, bir tecelli vardır ve her tecelli ve takayyud ise bir hicabdır. İnsan bütün tecellilerin ve kayıtların toplusu olduğu hasebiyle de, yedi gök ve yedi kat yer olarak tevil edilen yedi zulmanî ve yedi nuranî hicab ile örtülüdür. İnsanın esfelessafiline düşüşü ise, belki de bütün hicap çeşitleriyle örtünmesini ifade etmektedir. Tecelliler ufkunda vücud güneşinin ve salt nurun örtünmesi leyl veya leyletu’l kadr olarak ifade edilebilir. İnsan bu örtülerde örtülü kaldığı müddetçe de, ezel cemalini müşahededen ve ilk nuru görmekten mahrum kalır. Suudi (yükseliş ifade eden) seyirde ise bütün varlıklar tabiat aleminin en düşük makamından, tabii hareketlerle -ki onların zatî yaratılışına, feyz-i akdesin ilmî taktiri hasebiyle ilahi fıtratın cazibe nuru, emanet olarak bırakılmıştır- asli vatanlarına ve gerçek miatlarına döndükleri için- nitekim ayet-i şerifelerde bu anlama bir çok yerde işaret edilmiştir- yeniden nuranî ve zulmanî hicaplardan kurtulmuş olurlar. Hak Teala’nın kahiriyyet ve malikiyeti tecelli eder. Hak Teala vahdet ve kahhariyet ile tecelli buyurur. Burada son ilke döner ve zahir batın ile birleşir. Zuhur hükmü düşer ve batın hükümeti tecelli eder. Mutlak Malik’den şu hitap gelir –Zat-ı Mukaddes’ten başka bir muhatap da yoktur: “Bugün mülk kimindir?” O gün cevap verecek bir kimse olmadığı için de bizzat Allah şöyle buyurmuştur: “Vahid ve Kahhar olan Allah’ın’dır.” 1
Hakiki güneşinin tecelliler ufku örtüsünden çıktığı gün olan bu mutlak gün, bir anlamda “ceza günü”dür. Zira varlıklardan her birisi kendisiyle uyumlu bir ismin gölgesinde Hak’ta fanidir. Sura üfürülünce o isimden zuhur eder ve o ismin tabileri ile birlikte olurlar: “Bir grubu cennette, bir grubu ise ateşte.”2 Kamil insan bu dünyada Allah’a doğru seyr-u sülûk ve Allah’a doğru hicret hasebiyle, bu örtülerden çıkar; kıyametin hükümleri, saat ve yevmuddin (ceza günü) kendisi için zahir ve sabittir. O halde Hak Teala, malikiyeti ile bu namazsal miraçta onun kalbine zuhur eder. Dili kalbinin tercümanı olur, zahiri batın müşahedelerinin dili olur. Malikiyetin yevmuddine (ceza gününe) özgünlüğünün sırlarından biri de işte budur.
Do'stlaringiz bilan baham: |