Dördüncü Bölüm
İbadetlerin özellikle de zikri ibadetlerin önemli kalbi adabından biri de itminandır. Ve bu, fakihlerin (r.a) namaz hususunda belirttikleri itminanın dışındadır. O, sâlik şahsın ibadeti kalbi sükunet ve itminan ile yerine getirmesinden ibarettir. Zira sâlik, ibadeti kalp ızdırabı ve gevşeme haliyle yerine getirdiği taktirde, kalp o ibadetten etkilenmez, kalbin melekutunda ibadetten bir eser hasıl olmaz ve ibadetin hakikati, kalbin batınî suretine dönüşmez.
İbadetlerin tekrarının ve zikir ve virtlerin çokluğunun bir felsefesi de onlardan kalbe bir tesirin hasıl olması ve bir etkilenmenin meydana gelmesidir. Böylece yavaş yavaş zikrin ve ibadetin hakikati, sâlikin zatının batınını şekillendirir ve kalbi, ibadet ruhuyla vahdet oluşturur. Kalpte; itminan, sükunet, sakinlik ve vakar olmadığı müddetçe, zikir ve ibadetlerin bir tesiri olmaz ve beden mülkü ve zahirinin haddinden melekuta ve nefsin batınına sirayet etmez ve ibadetin hakikatinden kalbi lezzetler elde edilemez. Bunun kendisi, açıklanmasına ihtiyaç duyulmayan ve azıcık bir dikkat ile belli olan açık konulardandır. Ve eğer bir ibadet, kalbin ondan hiçbir şekilde etkilenmediği ve bir eserin batında belirmediği tarzda olursa, diğer alemlerde mahfuz olmaz ve mülk aleminden melekut alemine yükselmez ve ölüm rahatsızlığı, ölümün korkunç sekeratı ve ölümden sonraki korkunç musibetlerde Allah etmesin onun sureti tamamen kalp sayfasından mahvolup silinebilir ve insan Hakk’ın mukaddes katına boş bir elle gidebilir. Örneğin eğer bir kimse, La İlahe İllallah, Muhammedun Resulullah (s.a.a) zikr-i şerifini kalp sükuneti ve gönül itminanı ile söyler ve kalbi bu zikr-i şerif ile eğitirse, yavaş yavaş kalbin dili konuşmaya başlar. Zahir dili kalbin diline tabi olur ve ilk önce kalp zikreder, ondan sonra da dil. İmam Sadık (a.s), Misbah-u Şeriat kitabındaki hadise göre bu manaya işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Kalbini dilin için kıble karar kıl. Kalbin işareti, aklın izni ve imanın rızası olmadığı müddetçe onu hareket ettirme.”1
Kalbin konuşmaya başlamadığı işin başında, ahiret yolu sâliki, onu eğitmeli ve sakinlik ve sükunet ile zikri ona telkin etmelidir. Kalbin dili açıldığı an, kalp dilin ve diğer uzuvların kıblesi olur ve onun zikri ile insani vücut memleketinin tamamı zikredici olu-verir. Ama insan bu zikr-i şerifi kalbi sükunet ve sakinlik olmaksızın, acele, ızdırap ve dikkatsizlik ile söylerse, ondan kalbe bir eser hasıl olmaz, hayvani dil ve kulak haddinden, insani batın ve duyuya bir şey ulaşmaz, onun hakikati kalbin batınında tahakkuk bulmaz ve kalbi, zevali mümkün olmayan kemal suretine bürünmez. O halde özellikle ölüm korkusu, sekeratı ve can çekişme gibi dehşet ve ürpertici olaylar meydana gelirse, tamamen o zikri unutur ve o zikr-i şerif gönül sayfasından yok olur. Ondan da öte kalbe ulaştırmadığı Hak Teala’nın, Hatem’ul-Enbiyanın (s.a.a), yüce İslam dininin, ilahi mukaddes kitabın ve hidayet imamlarının (a.s) isimlerini ve diğer bilgileri unutur ve kabir suali vaktinde bir cevap vermeye kadir olamaz. Telkinin de onun haline bir faydası olmaz. Zira kendinde rububiyetin ve risaletin hakikatinden ve diğer gerçeklerden bir eser görmemektedir. Ve laf olsun diye söylediği ve kalpte şekillenmeyen şeyler, onun hatırından çıkar. Rububiyete, risalete ve diğer hakikatlere şahadet getirmekten nasipsiz kalır.
Bir hadiste de yer aldığı üzere, “Resul-i Ekrem'in (s.a.a) ümmetinden bir grubu cehenneme soktuklarında o grup, cehennem malikinin heybetinden peygamberin ismini unutur.” Oysaki aynı hadiste onların iman ehli oldukları ve onların kalp ve yüzlerinin iman nuruyla parladığı ve ışıldadığı yer almaktadır.1
Yüce muhaddis Meclisi -Allah’ın rahmeti ona olsun- Mirat’ul-Ukul kitabında “onun kulağı ve gözü olurum” hadisinin şerhinde şöyle buyuruyor: “Göz, kulak ve diğer uzuvlarını Hak Teala’ya itaat yolunda kullanmayan kimse, ruhani göz ve kulak sahibi olmaz. Bu cismani mülkün göz ve kulağı, o aleme gitmez ve o şahıs kabir ve kıyamet aleminde kulaksız ve gözsüz olur ve kabrin soru ve cevab terazisi ise, o ruhani uzuvlarıdır.”2
Bu tür bir itminan ve itminanın eserleri hakkında bir çok hadis-i şerif vardır. Kur’an-ı Şerif, kendisinin güzel bir şekilde okunmasını emretmiştir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: “Herkim Kur’an’dan bir sureyi unutursa, o sure cennette ona eşi olmayan bir surette görünür. O şahıs onu gördüğünde der ki: “Sen nesin, ne kadar da güzelsin, keşke benim olsaydın.” O şöyle cevap verir: “Sen beni tanımıyor musun? Ben filan sureyim, eğer beni unutmasaydın, seni bu yüce dereceye ulaştırırdım.”3
Başka bir hadiste ise şöyle buyuruluyor: “Herkim ki Kur’an’ı gençliğinde okursa, Kur’an onun eti ve kanına karışır.”4 Bunun nedeni, gençlikte kalbin meşguliyetinin ve kirliliğinin daha az oluşudur. Bundan dolayı kalp, ondan daha çok ve daha çabuk etkilenir ve onun eseri de daha fazla kalıcı olur.
Bu konu hakkında “kıraat” bölümünde inşallah kendisinden bahsedeceğimiz bir çok hadis vardır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır. “Allah’ın katında az dahi olsa devamlı amelden daha sevimli bir şey yoktur.”1
Burada asıl nokta, zikredildiği gibi amelin kalbin batınî sureti oluşu olsa gerek.
Do'stlaringiz bilan baham: |