Yedinci Bölüm Tefhim’in Beyanı Hakkındadır
İbadetin, özellikle de zikri ibadetin kalbi adabından biri de “tefhim”dir. Tefhim ise insanın kendi kalbini işin başında dili henüz çözülmemiş ve kendisini eğitmek istediği bir çocuğa benzetmesi, sonra zikirlerin, virtlerin ve ibadetin hakikat ve esrarlarının her birini tam bir dikkat ve çaba ile ona öğretmesi ve bulunduğu her kemal derecesinde idrak ettiği hakikati kalbe kavratmasıdır. Eğer insan, Kur’an’ın ve zikirlerin manalarını anlayan kimselerden değilse ve ibadetin esrarlarından yararlanmıyorsa, “Kur’an Allah’ın kelamıdır, zikretmek Hakk’ı anmaktır ve ibadet, itaat ve baş eğmektir” diye bu genel manaları kalbe öğretmeli ve kavratmalıdır. Ve eğer insan, Kur’an ve zikirlerin şekli manalarını anlayan kimselerdense, müjde ve tehdid, emir ve nehy, yaratılış ve ahiret gibi şekli manaları, idrak ettiği ölçüde kalbe öğretmelidir. Eğer insan için, ilahi hakikatlerden bir hakikat veya ibadetlerin sırlarından bir sır keşfolursa, onu tam bir çaba ve gayret ile kalbe öğretmeli ve kavratmalıdır. Bu kavratmanın neticesi, bir müddet dikkatten sonra kalp dilinin çözülmesi ve kalbin zikredici ve uyarıcı olmasıdır. İşin başında, kalp öğrenci ve dil öğretmen, kalp, dilin zikriyle zikredici ve kalp, dile tabii iken, kalp dilinin çözülmesiyle durum tersine döner; kalp, zikredici olur ve dil, onun zikriyle zikreder ve ona uyarak hareket eder. Hatta bazen insan uykudayken dahi kalbi zikre uyarak dil ile zikreder. Zira kalbi zikir, uyanıklık haline mahsus değildir ve eğer kalp uyarırsa, ona tabi olan dil de zikreder ve kalbin melekutundan zahire sirayet eder. “De ki: Herkes kendi yaratılışına (fıtrat tarzına) göre davranır.”1
İşin başlangıçlarında insan bu olguyu; yani “tefhim” adabını gerçek hedef olan kalp dilinin çözülmesine dek gözetmesi lazımdır. Kalp dilinin açılmasının alameti, zikir yorgunluğu ve zahmetinin gitmesi, sevinç ve rahatlığın meydana gelmesi ve bitkinlik ve sıkıntının yok olmasıdır. Öyle ki eğer bir kimse, dili açılmamış bir çocuğu eğitmek isterse, çocuğun dili açılıncaya kadar öğretmen yorulup, bitkin düşecektir. Ancak çocuğun dili açıldığı ve öğretmenin kendisine öğrettiği kelimeyi söylediği zaman, öğretmenin yorgunluğu gider ve öğretmen bir eziyet ve yorgunluk olmadan çocuğun ardından kelimeyi söyler. Kalp de işin başlangıcında kendisine öğretilmesi, zikir ve virtlerin öğretilmesi gereken dili açılmamış bir çocuk gibidir. Onun dili açıldıktan sonra artık insan ona tabi olur ve öğretimin sıkıntısı, zorluğu ve zikir yorgunluğu ortadan silinir. Bu adap, yani başlayan kimseler için oldukça gereklidir.
Zikir, dua ve ibadetleri tekrarlamanın ve onlara devam etmenin bir felsefesi de kalp dilinin açılması ve kalbin zikredici, duacı ve abid olmasıdır. Bu adap göz önünde bulundurulmadığı müddetçe kalp dili açılmaz.
Ve hadislerde bu manaya işaret edilmiştir. Nitekim İmam Sadık (a.s) Kafi’de Hz. Ali'nin (a.s) bazı kıraat adaplarını beyan ederken şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kur’an’ı katı kalplerinize yüksek sesle okuyun ve sureyi bitirme gayesinde olmayın.”1
Ve Kafi’de yer alan bir hadiste İmam Sadık (a.s), Ebu Usame’ye şöyle buyurmaktadır: “Ey Ebu Usame, kalplerinizi Allah’ı anmaya davet ediniz ve kötü düşüncelerden sakınınız.”2
Hatta en kamil evliyalar dahi bu adabı gözetiyorlardı; bir hadiste İmam Sadık'ın (a.s) namaz kılarken düşüp bayıldığı zikredilmektedir. İmam, normal haline döndüğü vakit kendisinden bunun sebebi soruldu ve o şöyle buyurdu: “Bu ayeti o kadar tekrarladım ki, onu söyleyeninden duydum ve takatim onu görmeye güç yetiremedi.”3
Hz. Ebuzer'den (r.a) şöyle nakledilmektedir: “Allah Resulü (s.a.a) bir gece kalktı ve tekrar tekrar şu ayeti okudu: “Onlara azâb edersen, doğrusu onlar senin kullarındır; onları bağışlarsan, güçlü, hikmet sahibi olan şüphesiz ancak sensin”4
Zikrin ve anmanın hakikati, kalbi zikirdir ve dil ile yapılan zikir, kalbi zikir olmaksızın beyinsiz olup itibar derecesinden tamamen yoksundur. Hadislerde bu manaya oldukça işaret edilmiştir. Resul- i Ekrem (s.a.a), Ebuzer’e şöyle buyuruyor: “Ey Ebuzer, tefekkürle kılınan iki rekaatlık normal bir namaz, kalbin gafil olduğu bir halde tüm geceyi ibadetle geçirmekten daha hayırlıdır.”1
Ve aynı şekilde Resul- i Ekrem (s.a.a)’den şöyle nakledilmektedir: “Allah-u Teala, sizin yüzlerinize değil, kalplerinize bakmaktadır.”2
Kalp huzuru ile ilgili hadislerde, namazın kalp huzuru oranında makbul olduğu ve kalbin gafletle bulunduğu oranında da namazın kabul edilmediği belirtilmektedir. Ayrıca zikredilen bu adap, gözetilmediği sürece, kalbi zikir hasıl olmaz ve kalp, unutkanlık ve gafletten kurtulmaz.
Bir hadiste İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Kalbini diline kıble karar kıl ve kalbinin işareti olmaksızın onu hareket ettirme.”3 Bu adaba riayet edilmeksizin kalbin kıble olması ve dil ile diğer azaların ona uyması gerçekleşmez. Eğer bu adaba uyulmaksızın belirtilen neticeler meydana gelirse, bu istisna olup kendisiyle övünülmemelidir.
Do'stlaringiz bilan baham: |