26 Ağustos 1818
Sevgili Leydi Brighthurst,
Planlarda bir değişiklik olduğunu bildirmek için size
yazıyorum.
Lord Ellis, Brighthurst Malikânesi'ne uğrayamayacak. Şans
eseri benim planımda da bir değişiklik oldu ve iki gün içinde
Leydi Vivian ’ı ziyaret edebileceğim.
Daha önceden haber veremediğim için özür diliyorum ama
çok az vaktim var. Umarım varlığım size yük olmaz.
Ayrıca Leydi Vivian’ın Londra ’daki kardeşini de ziyaretim
hususunda bilgilendireceğim.
Sevgilerimle,
Foxhaven
İki
Vivi, Lord Ellis’in eli kulağında ziyaretini diğer hizmetçilere
haber vermesi için Winnie’yi aşağı yolladı. Bu sırada, dünden
beri hasta olan Kuzen Patrice’i kontrol etmek istiyordu.
Patrice’in kapısını çaldı. Yanıt gelmeyince kapıyı hafifçe
aralayıp içeri süzüldü ve gözlerinin loş ışığa alışmasını
bekledi.
“Girebilir miyim?”
“Vivi,” diye kuzeni hırıldadı, sonra da öylesine şiddetli bir
şekilde öksürdü ki Vivi ciğeri dışarı fırlayacak diye korktu.
Su doldurmak için komodine koştu. “Yüce Tanrım. Bea
nerede? Yalnız kalmamalısın.”
Patrice yastıkların arasından doğrulmak için çabaladı. Nefes
alış verişi odanın sessizliğinde kulak tırmalıyordu. Belki de
doktora tekrar görünmeliydi. “Bea’yi yolladım,” dedi Patrice.
“Neden böyle bir şey yaptın?” Küçük bir yudum alması için
bardağı dudaklarına kaldırdı. “Yardımına ihtiyacın var.”
Bardağı bir kez daha uzattığında Patrice eliyle itti. “Bea her
şeyden ödü kopan ufak bir kız. Hem öleceğim ve haya5
letimin ona musallat olacağı ile ilgili sayıklamaları sinirimi
bozmaya başlamıştı.”
Vivi bardağı komodinin üzerine bıraktı ve ofladı. “Aptal kız
ve gülünç batıl inançları. Hayaletin birinin peşine düşecekse
bu Bayan Honeywell’den başkası olmaz zaten.”
Patrice’in kıkırdamasının yeni bir öksürük krizine
dönüşmesi çok gecikmedi. Vivi yardım etmek için yaklaştı
ama yapabileceği bir şey yoktu. Kuzeni tekrar nefes almaya
başlayınca başını yastığına koydu ve gözlerini kapattı. “O iyi
kadın hakkında böyle konuşmamalısın.
Vivi, Bayan Honeywell’de sevilecek bir taraf bulamıyordu.
Bölgedeki en geniş araziye sahip olan kocasının statüsünü
diğer insanları hor görmek için kullanan zorbanın tekiydi.
Ayrıca, Londra’da Ash ve eşi ile birlikte kalma karşılığında
Vivi’nin sırrını saklamayı teklif ederek neredeyse iki
sezondur Vivi’nin ailesini rehin almıştı. Ash’in eşi, işgüzarın
refakatinin
yükünü
omuzlama
konusunda
öylesine
öfkelenmişti ki Vivi’nin onlara katılmasına izin vermeyi
reddetmişti. Bayan Honeywell ile daha fazla zaman
geçirmeye meraklı olduğundan değil. Vivi zaten yılın geri
kalanında kadının her şeye maydanoz olmasından bıkmıştı.
Bayan Honeywell, Patrice’in ilişkilerine de üzerine vazife
olmayan bir ilgi duyuyordu. Rahip Ramsey, Vivi’nin
kuzenine cemaatindeki diğer insanlara uğradığından daha
fazla uğradıysa ona neydi? İncil Hristiyanlara dulları ziyaret
etmeyi emretmiyor muydu? Emin olduğu söylenemezdi
rahibin ilham vermeyen, sönük vaazları sırasında aklı başka
yerlerde olurdu ama mantıklı bir emir gibiydi. İncirde yoksa
bile olmalıydı.
Rahibin diğer yanağı uzatmak hakkında söylediklerini
hatırla,” dedi Patrice.
Vivi tövbe eder gibi görünmek için bakışlarını yere indirdi
ama dedikoducu kadın, defolup gidebilirdi. “Yerli yersiz
konuştuğum için beni affet, kuzen.
Teşekkür ederim, canım. Alçakgönüllülük hususundaki
derslerimi dikkate aldığın için memnun oldum.Iç geçirecekti
ama kendini tuttu. Kuzenine çok şey borçluydu. Alçakgönüllü
olmak yaptıklarının karşılığında ödeyeceği küçük bir bedeldi.
Patrice son on yılını, Vivi’nin iyiliğine, eğitimine ve anne
babasını kaybettikten, ağabeyi de evlendikten sonra ihtiyaç
duyduğu şefkati göstermeye adamıştı. Patrice yanma almasa,
ağabeyinin eşi Ashden Malikânesi’ne yerleşir yerleşmez Vivi
de manastıra gönderebilirdi.
Boğazında düğümlenen yumruyu bastırdı. Patrice’in onun
için yaptığı tüm fedakarlıklar boşa gitmişti. Vivi onu seven
herkesi doğası gereği hayal kırıklığına uğratırdı.
Patrice hafifçe elini okşadı. “Bir şeye mi ihtiyacın var?”
Gözlerini kuzeninden kaçırarak başka tarafa baktı. Bakışları,
ilgi dağıtan hoş bir noktaya sabidendi. Yazı masası üzerindeki
açılmamış mektuplardan oluşan bir yığına. “Mektuplarını
ayırıp sıralamamı ister misin?”
Masaya doğru yönelmek üzereydi ki Patrice koluna
dokunarak durdurdu. “Ben iyi olana kadar bekleyebilir. Şimdi
dinlenmem lazım sevgili Vivian.”
“Tabii ki. Affet beni.” Vivi Patrice’in alnına bir öpücük
kondurdu ve kapıya döndü.
“Ah, Vivi?”
Vivian durdu ve omzunun üzerinden baktı. Patrice çoktan
gözlerini kapatmıştı.
“Gelecek haftanın menüsünü aşçı ile hallettiğin için
teşekkür ederim. Lord Eliis’in burada olmaktan keyif alaca
ma emmim.“Benim için zevkti,” diye mırıldandı.
Patrice huzurlu bir gülümseme ile tekrar yastıklara gö
müldü. “Ağabeyin seni görseydi, gurur duyardı.”
Ağabeyi, istediği zaman Vivi’yi ziyaret edebilirdi ama
Owen ile yaşananlardan sonra mesafesini korumayı
seçmişti.
Patrice’in gözleri açıldı ve Vivi’yi inceledi. “Yıllar önce
kapıma gelen kabuğuna sığmayan o kız olduğuna inanmak
zor. Güzel bir leydiye dönüştün. Dük çok mutlu olacak.”
Vivi bir şey söylemeden koridora süzüldü. Gerçekte nasıl
bir insan olduğunu Patrice’ten saklamakta uzmanlaşmıştı.
Aynı terbiyesiz kızdı, değişmemişti. Bir leydi olduğuna
inandırması gerektiği adama, yalanıyla yakalanan bir
numaracıydı.
Parlak, beyaz bir ışık, kulakları sağır ederek gökyüzünü
ayıran bir gürültü. “Kahretsin!” Luke Forest, Foxhaven Dükü,
atının dizginlerine daha sıkı yapıştı. Kolundaki tüyleri diken
diken olmuş, kalp atışları hızlanmıştı.
Bu sırada başka bir yıldırım yakınındaki ağaca düşüp
gövdesini ikiye yardı. Thor neredeyse dükü üzerinden atarak
sarsıldı. Luke öne doğru eğilip bacaklarıyla atının titreyen
yanlarını kavradı.
“Küçük bir yıldırımdan korkmuyorsun, değil mi?”
Derinden gelen bir gök gürültüsü ile attan gelen huzursuz
kişneme eşliğinde toprak sallandı.
“Benim de çok hoşlandığım söylenemez.” Luke eyerinde
doğruldu ve Thor’u dört nala sürmeye başladı. Tekerlek izi ile
aşınmış yolda akşam karanlığında bu kadar hızlı gitmek
korkutucu olabilirdi ama gök gürültülü fırtınada at binmek
kadar tehlikeli değildi.
Kuwetli rüzgâr başındaki şapkayı uçurdu ama peşi sıra
gelen şimşek ve gök gürültüsü şapkanın peşinden gitme
isteğini bastırdı. Yağmur, saçının kuru kalan kısmını da
sırılsıklam edip kulaklarına damlamaya başladı. Bu noktada
boğulmuş bir sıçandan farkı yoktu. Gündüz karşılaştığı su
perisi kadar çekici olmadığı kesindi.
Aptal çocuk. Ya yön duygusu yoktu ya da eğlencesine mani
olduğu için bilerek yanlış yola saptırmıştı. İyi ki sonrasında
“şu yöne git’” den daha faydalı tarif veren centilmene
rastlamıştı.
Luke su perisinin tarif ettiği yöne gitseydi Beyaz Kurt
Hanı’na yerleşecek, güzel bifteğin ve biranın tadını
çıkaracaktı. Ama sağlamcı davranmanın nesi heyecanlıydı?
Ölecekse de kendi belirlediği şekilde ölmek isterdi. Bugün
ölümün onu hazırlıksız yakalama gibi bir şansı yoktu.
Ağaçların arasında titreşen ışıklar gördü; fırtınadan
kaçabilecekti. Virajı döndükleri sırada havai fişek gibi
aydınlatılmış bir ev göründü. Bu, Brighthurst Malikânesi ve
büyük bir olasılıkla da haylaz su perisinin çalıştığı yer
olmalıydı.
Küstah kızla ilgilenecek vakti olmaması çok kötüydü.
Brighthurst’te olmasının tek bir amacı vardı; Ashden
Markisi’nin kız kardeşi ile arasındaki bu anlaşmanın bir an
önce feshedildiğini görmek ve Londra’ya dönüp Kaptan
Pendry ile arasındaki anlaşmaya son noktayı koymak. Ancak
görevi hassastı ve incelik istiyordu. Meseleyi çözmesi için
arkadaşı Lord Ellis’e güvenmek yerine Leydi Vivian ile yüz
yüze konuşmak daha iyiydi.
Babasının mirasım düşünmesi gerekiyordu ama Leydi
Vivian’ın iyiliği de söz konusuydu. Onun bir suçu yoktu.
Luke ve ağabeyi arasındaki savaşın ortasında kalmayı hak
etmiyordu.
Son karşılaşmalarında, Vivian’ın ağabeyi evlilik anlaşmasını
kabul etmezlerse Luke’u karşısına almaya ve babasını
yalancılıkla itham etmeye yemin etmişti. Ashden’a verilen
değersiz bir tehdit Latincede daha mısralı, silahlardan daha
eskiydi. Luke kolaylıkla düelloyu kazanabilir, babası
aklanabilirdi ama Leydi Vivian’ın itibarı mahvolurdu.
Babası, gururunu kız kardeşinin üstünde tutan bir adamla
böyle bir anlaşmaya girerken ne düşünüyordu acaba?
Luke, babasının gizli saklı işlerine son zamanlarda daha çok
kafa yorar olmuştu ve annesinin kuzeni ve yoldaşı Johanna
Truax ile aynı fikirdeydi. Ayarlanan bu evlilik babasının
olamadığı şeyi olması için onu zorladığı girişimlerinden
biriydi. Babası oğlu ile ilgili gerçeği kabul etmeyi
reddediyordu. Kazadan beri Luke eskisi gibi değildi ve hiçbir
gözdağı kaybettiği şeyi geri kazandırmayacaktı. Kardeşi
Richard, bu son sene ailenin başında olmasa ne olurdu
bilmiyordu.
Bu perişan hayatına başka birini sürüklemek istemiyordu.
Leydi Vivian’ın ağabeyi uzlaşmacı olsaydı bu gülünç nişan
bozulabilirdi ama öyle biri değildi. Marki dinlemeyi reddetti
ama kız kardeşinden gelen bir rica fikrini değiştirebilirdi.
Luke, eve doğru yaklaşırken seyis kendisini karşılamak için
koştu. Thor’un dizginlerini verip bağırarak ne yapması
gerektiğini söyledi. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur
Thor’u ahıra götüren seyisin cevabını bastırdı.
Luke
koşarak
merdivenlerden
çıktı,
Brighthurst
Malikânesinin kapısı açıldı. Kendisini içeri davet eden kâhya
yere eğilerek karşıladı. “Brighthurst’e hoş geldiniz...”
“Leydi Brighthurst’ün döşemelerini ıslatıyorum, dostum.
Hoşbeşi başka bir güne saklayalım.”
Kaba tavrı karşısında dehşete düştüğü aşikâr, uşak geri
çekildi. Luke için ev sahibesinin evini mahvetmek, rütbesinin
gerektirdiği tantanaya uymak ya da uşağı şoka sokmaktan
daha endişe vericiydi.
Eldivenlerini çıkardı ve hizmetçiye uzattı, iki uşak daha
koştu, biri sırılsıklam olmuş ceketini çıkarırken diğeri havlu
uzattı.
“Teşekkürler. Şimdi bana odamı gösterirseniz leydinin
karşısına çıkmak için hazırlanabilirim.”
Kâhyanın gür kır kaşları yukarı kalktı ama uşaklardan birine
başını sallayarak işaret verdi. “Bavulunuz yok mu sör?”
Yine şahsi uşağından ve sandıklarından önce mi gelmişti?
Luke sürücüsü ile işi ağırdan alması konusunda görüşmeliydi.
Kötü bir duruma düşmüştü şimdi. Bu durumda Leydi
Brighthurst’ün huzuruna kabul edilmeyi isteyemezdi ama
gereğinden daha uzun bir müddet kalmak da istemiyordu.
“Belki fırtına yüzünden bir yere sığınmışlardır. Sanırım
yann gelmiş olurlar.”
Kâhyanın bakışları Luke’un üzerinde gezindi. Ne tür bir
adam fırtınanın göbeğinde yolculuk eder çözmeye çalışıyor
gibiydi. Yüzündeki gülümseme Luke’un bir parça kaçık
olduğuna inandığını gösteriyordu.
“Tamam efendim. Akşam yemeğinde giymeniz için kıyafet
yollayacağım. Leydi Brighthurst rahmetli eşinin gardırobunu
saklıyor.”
Luke merdivenlerden çıkan uşağı takip ederken
tereddütlüydü. Babasının kaybından önce olsa kâhyanın
önerisini bir dakika bile düşünmeden kabul ederdi.
“Başka bir seçeneğimiz yok mu? Üzerimde Lord
Brighthurst’ün ceketi ile karşısına çıkıp leydiyi şoke etmek
iste mem.
Uşak başını sallayarak anlayışını gösterdi. “Korkarım ki
leydi rahatsız ve bu akşam size ev sahipliği yapamayacak.”
Luke oflamasını son anda bastırdı. Hemen işi halletmeyi ve
en geç yarın dönmeyi umuyordu. “Sizce Leydi Brighthurst ne
zaman uygun olur?”
“Söylemek zor. Soğuk algınlığı yüzünden yataktan
çıkamıyor.”
Kahretsin. “Anlıyorum. Lütfen bir an önce iyileşmesi için
dileklerimi iletin.”
“Bu akşam ev sahibesi olarak Leydi Vivian sizi ağırlayacak.
Akşam yemeğinin sekizde başlayacağını size bildirmemi
istedi.”
Leydi Vivian’a şükranlarımı sunun. Bu akşam leydi ile
6( akşam yemeğinde görüşmek için sabırsızlanıyorum.”
Leydi Vivian ile baş başa konuşmadan önce kuzeninin
onayını almak isterdi ama belli ki bu görüşmeyi tek başına
gerçekleştirecek kadar uyumluydu.
Uyumlu ve cana yakın. Luke bu özelliklere hayır demezdi.
Ağabeyinin Vivian’ı tarif etmek için kullandığı itaatkâr,
yumuşak başlı ve evcil kelimeleriydi onu tedirgin eden. Luke
için önemli olan bu özellikler olsaydı, bir köpek alırdı.
Üç
Hizmetçisi başını yana eğmiş Vivi’nin aynadaki yansımasını
inceliyordu. “Leydi Brighthurst sizi daha önce fark etmediğini
düşünüyorsa...”
Patrice ile yaptıkları konuşma Vivi’ye fikir vermişti. Bu
durumdan kurtulmak için bir şey denemeliydi ve daha fazla
kaybedecek bir şeyi de yoktu.
Şansı yaver giderse Lord Ellis Londra’ya ley dinin tuhaf biri
olduğu haberini taşıyacaktı. Tuhaf olarak tanımlanmak, iç
çamaşırı ile yüzen ve centilmenleri fırtınanın ortasına
yollayarak hayatlarını tehlikeye atan terbiyesiz bir kız olarak
tanımlanmaktan daha tercih edilebilir bir durumdu.
Çok ileri gitmediği sürece... Deli Leydi Vivian olarak da
anılmak istemiyordu. Kendisini başka bir açıdan görmek için
yandan baktı, kaşlarını çattı, ince bir çizginin üzerinde
yürüyordu. Eski leydinin kızıl bukleli peruğunu takmak ‘akıl
hastanesine yatmaya adayım’ diye bağırıyordu.
“Ne düşünüyorsun?”
Hizmetçisi omuzlarını silkti. “Fena değil.”
Aslında saçı berbat görünüyordu. Ama çatı katındaki eski
sandıkları didik didik ettikten sonra Winnie’nin bulabildiği
normale en yakın buklelere tünemiş gibi duran tavus kuşu
tüyü ile süslenmiş peruk buydu. Eski kontesin moda algısının
ya da olmayan moda algısının bir belgesiydi.
“Tepeyi tekrar düzeltmeli miyim?” diye sordu hizmetçisi.
Vivi başını iki yana salladı ve dengesini kaybetti.
Düşmemek için Winnie’nin koluna tutundu. İkisinin de
sinirleri bozulmuştu, gülmeye başladılar.
Winnie uğraşarak kuşu tüneğinden çıkarmış, sonra da
seradan ödünç aldığı bahçe makasıyla peruğun boyunu
kısaltmıştı ama başındaki Babil Kulesi gibi göğe uzanan
gülünç bir oluşumdu. Daha fazla değişiklik yapamazdı çünkü
alttaki tel file açığa çıkabilirdi.
Kahkahaları azalınca Vivi kafasındaki hilkat garibesinin
ağırlığını test etmek için yavaşça etrafında döndü. “Bu iğrenç
şey kimliğimi saklayamasa da Lord Ellis’in dikkatini dağıtıp
yüzümü incelemesine engel olabilir.”
Winnie sırıttı. “Öyle olmazsa da poponuzun üzerine
düşerken dikkati dağılır. Gerçi yerdeyken yakından bakmasını
isteyeceğinizden emin değilim.”
Vivi, utandığını gizlemek için makyaj masasına geçti. “Sana
söyledim. Hiçbir şey görmedi.”
“Gerçekten. Kusursuz bir centilmen.”
“Evet, öyle.”
Adamı neden savunduğunu Vivi de bilmiyordu ama
karşılaşmalarının büyük bir kısmında, centilmence davrandığı
doğruydu.
Winnie, Patrice’in rujunun kapağını açtı, parmağını daldırıp
yüzünü buruşturarak Vivi’nin dudaklarına sürdü. “Bu işe
yaramazsa, nişanlınız konttan azarı yiyecek.”
“işe yaramak zorunda.” Vivi koltuğundan kalktı ve elleriyle
eteğindeki kırışıklıkları düzeltti. “Lord Ellis bugün gördüğü
kişinin ben olduğumu anlayamaz.”
Hizmetçisi yelpaze uzattı. “Bunu sık sık yüzünüze tutup
görüşünü kısıtlayın.”
“Harika fikir.” Peruğunun izin verdiği hızla odasından çıktı.
Merdivenden süzülürken Saunders’in meraklı bakışlarını
görmezden geldi. Kâhyanın tuhaf hâlini Patrice’e
yetiştirecekti büyük bir olasılıkla ama en azından yerini bilen
ve fikirlerini kendine saklayan bir adamdı. Vivian kuzeni
iyileşir iyileşmez gerçeği anlatacaktı.
Eğer sorarsa.
Ya da planı başarısız olursa.
Adımlarını hızlandırarak misafirlerin ağırlandığı yemek
odasına doğru yürüdü. Eteği bileklerine dolanıyordu. Hiçbir
zaman yemek odası için özen göstermemişti. Yüksekten
bakan, boğucu bir havası vardı ama evlerine misafir olan bir
asili ağırlamak için uygundu. Daha da önemlisi yemek odası
uzun uzun konuşmaya ya da yemekteki partnerini enine
boyuna incelemeye uygun olmayan uzun bir masaya sahipti.
Lord Ellis onun kim olduğunu anlamadan bu yemeği
atlatabilirse odasına vanr varmaz büyük bir rahatlıkla
yatağına gömülecekti. Kontun yolculuğuna devam edeceği an
çabuk gelmeliydi.
Loş ışık, yemek odasının açılan kapısından süzülüp cilalı
mermer zemini aydınlattı. Vivian kapı eşiğinde durdu.
Hizmetçiler odayı yeterince karartarak talimatlarını özenle
yerine getirdiler.
Misafiri yanından geçemesin diye kapıya en uzak
sandalyeye oturma niyetindeydi. Gözleri şömine rafındaki
saate kaydı. Aklını toplamak için on beş dakikası kalmıştı.
Leydi Vivian?” Tok ses, kollarına ve bacaklarına şok edici
dalgalar göndererek göğüs kafesinin içinde titredi
Oh!Vivi irkildi. Dengesini korumak için ellerini iki yana
açtı.
Lord Ellis sandalyesinin yanında ayaktaydı. Keskin mavi
gözleri kısılmıştı. “Leydi Vivian, değil mi?M
Evet.” Yelpazeyi açtı ve hem yüzünü gizlemek hem de
kızaran yanaklarını serinletmek için sallamaya başladı. Yine
erkenciydi! Ne kadar yakışıksız bir alışkanlık. “Orada
olduğunuzu görmemişim.”
Başını eğdi ve hızla yanından geçti.
“Hizmetçiler şamdanları yaksa iyi olur,” dedi.
Vivian, masadaki yerini alırken gülümsemeye zorladığı
dudakları kasıldı. “Müsrifliğe gerek yok, sizce de öyle değil
mi?”
Düşünceli bir şekilde başını salladı. “Çok doğru, Leydi
Vivian. Ne kadar mantıklısınız.”
Vivian’ın içinde dalgalanan memnuniyet, iltifatın iğneleme
içerdiğini fark edene kadar sürdü. Koltuğunun içine
gömülürken devasa çiçek aranjmanının aralarına girip
görüşlerini kapattığını büyük bir zevkle fark etti. Kont, bu
çiçek ormanı arasından onu görebilmek için zor zamanlar
geçirecekti.
“Leydi Vivian?” Lord Ellis yana eğilip şakayıkların
kenarından bakmaya çalışıyordu. Siyah saçları mum ışığında
parıldıyor, gözleri ışık saçıyordu. “Ah, buradasınız. Bir an
için sizi kaybettiğimi sandım.”
Uşağın kucağına peçete sermesine izin vermek için kollarını
kaldırdı. “Sanırım daha şatafatlı bir karşılama beklerdiniz ama
kiler kuzenimin olduğu için müsrifliğe kaçan bir şey
hazırlatmadım. Lütfen kusura bakmayın.”
“Bilakis. Brighthurst’te oldukça rahatım. Kuzeniniz çok
zarif,” dedi ve ikinci uşak şarap şişesiyle masaya yaklaşınca
aranjmanın ardında kayboldu. Vivian’ın bir anlık dalgınlığını
fırsat bilip hizmetçiye bir şeyler fısıldadı. “Leydi
Brighthurst’ün yemeğe katılamamasına üzüldüm.”
“Üzüntünüzü ileteceğim. Sizinle tanışma fırsatını kaçırdığı
için leydi de üzülecek.”
Lord Ellis’e hizmet eden uşak, Vivian’a doğru yürüdü, yarı
yolda durdu ve aranjmanı masadan aldı.
Vivi soluğunun kesildiğini belli etmemek için limonata
bardağını kapıp büyük bir yudum aldı. Gizleme konusunda
pek başarılı değildi.
Lord Ellis’in dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı. Uşağa
başını salladı. “Leydi Vivian susamış sanırım lütfen bardağını
doldurun.”
Vivian’ın bardağı doldurulunca kadeh kaldırmak için kendi
bardağını havaya kaldırdı. “Leydi Brighthurst’e ve eğlenceli
kuzenine. Şans, Brighthurst Malikânesi’nin ve sakinlerinin
yanında olsun.”
Vivi pişman olacağı bir şey söylemeden önce dudaklarını
birbirine bastırdı. Lord ona gülüyordu. Dışarıdan olmasa da
sesindeki nükteli tını, parıldayan mavi gözleri onunla
eğlendiğinin kanıtıydı. Çenesi seğirdi. Gözlerindeki kırmızı
buğu yüzünden, uşağın önüne bir kase çorba bıraktığını
güçlükle fark etti.
Gerçekten de eğlenceli kuzen. “Ben deli değilim,”
deyiverdi.
“Öyle mi?” Masanın diğer ucuna doğru çarpık sırıtışını
fırlattı. “Bunu bilmek ne kadar hoş, leydim.”
Luke, boşalan şarap kadehini doldurmak için hamle yapan
hizmetçiyi elini sallayarak uzaklaştırdı. Bakışlarını Leydi
Vivian’ın üzerinden ayırmıyordu. Vivian’ın cevapları gittikçe
mesafeli oluyor ve kısalıyordu. Gözlerini gözlerinden
kaçırıyor, her fırsatta peçetesini dudaklarına hafifçe
dokundurarak ya da elini alnına getirerek yüzünü kapatmaya
çalışıyordu.
Bugünkü karşılaşmalarından sonra onu tanımayacak kadar
mankafa olduğunu mu sanıyordu?
Fantezisini paramparça etmek istemezdi ama Leydi Vivian
kunduz şapkası takıp bıyık bıraksa bile tanınabilirdi.
Başına kondurduğu kutsal emanet kimliğini gizleyemiyordu,
tabii amacı buysa.
Emsalsizdi. Unutulmazdı. Hizmetçi değil de bir leydi
olduğunu karşılaştıklarında fark etseydi kendisini dizginler,
göz ucuyla bakmazdı. Ama bakmıştı. Görüntüyü
hatırladığında kanının sıcak akmasına yetecek kadar uzun
bakmıştı: göğüslerinin yumuşak kabarıklığı. Omuzlarının
zarif kıvrımı. Yanaklarına yapışan bal rengi bukleleri.
Vücudu, onun peşinden gitme olasılığında vızır vızır çalıştı.
Ley dinin peşinden gitmek zor olduğundan değil, ağabeyi ne
düşüneceğini umursamadan sultana sunulan bir hediye gibi
sunmuştu onu. Aptal adam. Luke, kendi kız kardeşlerine asla
böylesine duyarsız davranmazdı.
Parmağının derin olukların şeklini aldığı ahşap kolçakları
tutan elini gevşetti ve boğazını temizledi. “Kuzeninizin aşçısı
bu enfes yemekleri ile övgüyü hak ediyor. Bu ördek eti mi kaz
mı?”
Leydi Vivian dudaklarını kıvıran iğneleyici bir gülümseme
ile başını kaldırdı.
Luke aşağı baktı, tabağındaki sığır eti rostosuna henüz
dokunmamış olduğunu fark etmek için artık çok geçti.
“İltifatınızı ileteceğim, lordum.” Budala demeyecek kadar
kibardı. En azından yüzüne karşı.
Çatalını havuca saplayıp Brighthurst’de neler döndüğünü
çözmeye çalıştı. Ashden’in kız kardeşi eğer gerçekten kız
kardeşi ise ve Leydi Vivian’ın yerine geçmiş bir hizmetçi
değilse ki tavrından ve diğer hizmetçilerin ona olan hâl ve
hareketinden böyle olması ihtimal dâhilinde değildi
beklentilerinin hiçbirini karşılamıyordu.
Luke’un yıllardır kaçındığı sosyetenin aptalca sırıtan
kızlarına hiç benzemiyordu.
Buraya geldiğinde meseleyi hemen halledip gitmek
istiyordu ama kahretsin ki Leydi Vivian Worth’ün gizeminin
etkisinden kaçamıyordu. Luke, birkaç meseleyi çözene kadar
Kaptan Pendry’nin seyahati ilerleyemezdi. Ama Lııke
cevaplarım alana kadar Brighthurst'ten ayrılamazdı. Burnunu
tutup yavaşça iç geçirdi.
“Hasta mısınız?” Vivian’ın hafif yorgun çıkan sesi Luke’u
kendine getirdi. Ellerini kucağındaki peçetenin üzerinde
gezdirerek soğukkanlı, sakin duruşunu yeniden takındı.
“Leydi Vivian, yemekten sonra misafir odasına geçsek,
sormak istediğim birkaç sorum var.”
“Sorunuz mu var?” Uzaktan bile leydinin yanaklarının
kızardığı belli oluyordu. Yelpazesini açıp sallamaya başladı,
şakaklarına dökülen saçları rüzgârla uçuşuyordu.
“Müsaade ederseniz, yalnızca bir iki soru.” Canını yakmak
gibi bir amacı olmadığını gösterircesine gülümsedi.
Vivian bardağına yapışıp yavaş yavaş limonatasını
yudumlamaya başladı. Bardağını tekrar masaya koyduğunda,
kızarmış dudaklarını peçetesi ile kurulaması biraz uzun sürdü.
Gerginlik Luke’un vücudunu sarmıştı. Vivian ya
oyalanıyordu ya da dikkatini dağıtmaya çalışıyordu.
“Korkarım davetinizi geri çevirmek zorundayım, sör.
Kuzenim, görüşmemiz sırasında yanımızda olmalı ama soğuk
algınlığı yüzünden yatağından çıkamıyor. Umarım anlayışla
karşılarsınız.”
Kolayca kıvırdığı için kendinden oldukça memnun gibi
gözükerek gülümsedi.
“Anlıyorum, Leydi Vivian.” Ancak Luke başından
savmasına
izin
vermeyecekti.
“Görüşmemizi
gerçekleştirmeden önce Leydi Brighthurst’ün iyileşmesini
bekleyeceğim.” Leydinin gözleri kocaman açıldı. “Beklemek
mi? Ama iyileşmesi günler sürebilir. Belki de bir hafta.”
“O hâlde zamanımı geçirmenin yollarını bulmalıyım.”
Dirseğini kolçağa dayadı. “Erken uyanırım. Belki de yarın
mandıraya uğrarım.”
“Neden?”
“Leydi Brighthurst’ün hizmetçilerinden biri ile konuşmam
gereken bir mevzu var. Sütçü kız, sanırım.” Eğleniyordu.
Tabii ki kim olduğunu bildiğini anlayacak ve oyunundan
vazgeçecekti. “Eğer yumurcağı bulamazsam, hangi evde
çalıştığını öğrenmek için Leydi Brighthurst’e sormak zorunda
kalacağım.”
“Ah.” Leydi Vivian ağzı açık bakıyordu. Bir daha “Oh,”
dedi ve ayağa kalktı.
Luke da kalktı.
Kapıya doğru yürümeye başladı. “Beni bağışlayın.
Kuzenimin nasıl olduğuna bakmam lazım.”
Vivian’ın yüzündeki korku ifadesi ile midesine yumruk
yemiş gibi oldu. Luke onu korkutmak istememişti.
“Leydi Vivian,” deyip elini uzattı ama Vivian yönünü
değiştirdi.
“Hizmetçiler neye ihtiyacınız varsa temin edeceklerdir, iyi
akşamlar.”
Hızla kapıdan çıkıp, gözden kayboldu. Geriye parfümünün
tatlı esintisi ve koridorda yankılanan ayak sesleri kaldı.
Luke içini çekti ve koltuğuna gömüldü. Şimdi ne
yapmalıydı? Kadehini kaldırarak hizmetçiye şarap doldurması
için işaret etti.
Keşke Bayan Truax’a Leydi Vivian bahsinde danışabilseydi.
Kadınların akimın nasıl çalıştığı konusunda annesinin
arkadaşına güveniyordu. Babalarının ölümünden sonra kız
kardeşlerini anlamasında ve onlarla yeniden bağ kurmasında
çok önemli bir yeri olmuştu. Ama Luke şu an tek başınaydı.
Bu son senede annesi ve kız kardeşleri ile geçirdiği vakitten
öğrendikleri ile bir çözüm yolu bulmaya Çalışacaktı.
Şüphesiz konu Leydi Vivian olunca tecrübeler ve
araştırmalar faydasız kalabilirdi. Vivian bir gizemdi. Luke’un
Çözmeye niyetli olduğu bir gizem.
Dört
“Leydi Vivian, uyanın.”
Sıcak bir el Vivi’yi omzundan tuttu ve salladı. Gözlerini
açtı, kırpıştırdı. Etrafındakiler yavaşça belirginleşmeye
başladı.
Çiçekli cibinlik. Kapitone yatak örtüsü. Pencere önü
koltuğu. Nerede olduğunu anladı. Arkasına dönerek üzerine
eğilmiş Winnie’nin somurtan yüzüne baktı. “Kalkma vakti,
leydim.”
“Ama dışarısı karanlık.” Vivi’nin sesi kırk yıldır pipo içen
yaşlı bir adam gibi boğuktu. Winnie doğruldu ve tırnağını
kemirirken, “İnekler ne zaman sağılıyor sanıyorsunuz,
leydim?” dedi.
Bu Allah’ın cezası saatte değil. “Bu saatte uyanmayı onlar
da benim kadar istemez.” Diğer tarafına döndü, örtüsünü
kafasına kadar çekti. “Bırakalım da zavallı yaratıklar
uyusun.”
“Peki ya Lord Ellis uyanır ve dışarı çıkarsa...”
Winnie bir kez daha Vivi’yi sarstı. “Ya kuzeninize giderse?”
Homurdanarak sırtüstü döndü. Sinir bozucu adam!
“Kalkıyorum.”
“Acele etseniz iyi olur leydim. Sütçü kız çoktan mandıraya
gitmiştir.”
Winnie yatağın üzerine bir hizmetçi elbisesi fırlattı, Vivi’nin
ellerinden tutup oturmasına yardım etti.
Vivi gözlerini ovuşturdu ve esnedi. Bu oyun zaman
kaybından başka bir şey değildi. “Bence beni çoktan tanıdı.”
Bu düşünce yüzünden gece geç saatlere kadar uyuyamamıştı.
Hizmetçisi servis tepsisini getirip sıcak çikolata ile dolu
fincanı uzattı. “O zaman neden yemekte bir şey söylemedi?”
Omuzlarını silkti, fincanı almadan önce yatağından çıktı.
“Belki de düke rapor vermeden önce emin olmak istiyordur.”
Bir yudum aldı, acıyan boğazından aşağı süzülen sıcaklığı
karşıladı. “Düşünüyorum da belki de manastırda yaşamak
hayal ettiğim kadar korkunç değildir. Rahibelerden başka
konuşacak kimse olmaması, gri bir gardırop, heyecan verici
değil tabii. Ama kaderimi kabul etme noktasındayım.”
“Ne zamandan beri?” Winnie’nin tonu alaycıydı.
“Saat sabahın ikisini gösterdiğinden beri, Bayan Küstah.”
“Yersiz
konuştuğum
için
beni
affedin
leydim.”
Dudaklarındaki küçük gülümseme ile hiç de pişman olmuşa
benzemiyordu. “Kollarınızı kaldırabilir misiniz, rica etsem?”
Vivi, fincanını masanın üzerine koyup geceliğini çıkarmaya
çalışan hizmetçisinin isteğini yerine getirdi. “Belki de Lord
Ellis’i sırrımızı saklamaya ikna edebilirim. Dükün beni neden
reddettiğini Patrice öğrenirse kahrolurum.”
“Sizin savaşmadan teslim olacağınızı hiç düşünmezdim,”
dedi Winnie, Vivi hâlâ geceliğinin altında gömülüyken.
“Belki de Lord Ellis’in tek kızacağı şey onu yanlış
yönlendirip fırtınanın ortasına göndermeniz olacaktır.”
Vivi’nin kalbi bir parça yükseldi. Eğer hizmetçisi hak lıysa
Lord Ellis fikrini söyleyebilir ve ırmaktaki karşılaşmalarını
unutabilirdi. Kendisini manastırda yaşamaya mahkum
etmeden sevdiği adamla evlenmek için Patrice’i rahat
bırakabilirdi. Bu düşünce, hizmetçi elbisesini giymek ve inek
sağma hakkında her şeyi biliyormuş gibi davranmak için
yeterince teşvik ediciydi.
Ellerini sert pazen elbisenin üzerinde gezdirdi, hafifçe
bağlanmış saçını örten beyaz şapkasını düzeltti ve aynanın
karşısından ayrıldı. “Kontu kandırmam için bana şans dile.”
“Ah, leydim. Gerçek olmasını dilediğim başka bir şey
olabilir mi?”
Omzunun üzerinden alaycı bir gülücük savurdu, “içimi
rahatlattığın söylenemez, sevgili Winnie.”
“Özür dilerim leydim.”
Vivi kapıyı araladı, koridorda kimse olmadığına emin
olduktan sonra hizmetçilerin kullandığı merdivene yöneldi.
Zemin kata doğru ilerlerken merdivenin sonundaki lambanın
ışığında uzun gölgesi duvara düşüyordu. Kancanın ucunda
sallanan boş bir feneri alıp arka kapıyı açmadan önce yaktı.
Dışarıda onu, esintide asılı, taze kesilmiş ot kokusu ile
sonbaharın habercisi serin sabah karşıladı. Sonbaharı hem
seviyor hem de hemen ardından soğuk havanın geleceğini
bilerek sonbahardan nefret ediyordu. Ama diğer yandan kış
mevsiminde hep yeni bir başlangıç vardı. Vivi bu fikri akimda
tutmaya çalıştı. Hâlâ bu kargaşadan kurtulma şansı vardı.
En kötü durumda, Vivi diz çöküp merhamet dilerdi.
Luke uyandığında odası karanlıktı. Birinin koridordan
geçerken çıkardığı tanıdık olmayan gıcırtı ona nerede
oldıığunu hatırlattı. Brighthurst. Müstakbel nişanlısının evi.
Aniden geçen mahmurluğu ile örtüyü üzerinden atıp yatağın
kenarına oturdu.
Leydi Vivian işini kolaylaştırmıyordu. Ağabeyinin kusursuz
leydi tanımına uygun yaşadığından da değil. O gerçekleşmek
üzere bekleyen bir skandaldi. Pek çok centilmen nişanlısını
gölde yarı çıplak yakalasa nişanı bozardı. Oysa Luke o
centilmenlerden değildi.
Leydi Vivian’ı, Ortodoksluğa uygun düşmeyen meşgaleleri
yüzünden mahvetmenin anlamı yoktu. Luke da bildiklerini
ona karşı kullanmayı aklından geçirmezdi. Vivian, ağabeyine
başvurmalıydı. Başkaları öğrenmeden ağabeyi anlaşmalarını
bozarsa sorun olmazdı.
Ama ilk önce Vivian’ın iş birliğini kazanmalıydı. Bunun
için de kendisine henüz bahşedilmeyen huzura kabul
edilmeye ihtiyacı vardı.
Yataktan çıkarken kendi kendine homurdandı. Şömine
rafından kibrit kutusunu aldı. Leydi Vivian’ın kuzeninin
iyileşmesini ne kadar sürecekti, kestirmek güçtü. Kaptan
Pendry ile işi ise bekleyemezdi. Luke’un işle ilgilenen adamı
geminin gümrük bildirgesini ve erzak için gerekli giderlerin
hesabını iletmişti. Ödeme yetkisi vermeden önce belgeleri
incelemesi gerekiyordu ama arkadaşından yardım istemeyi
umuyordu. Kaptan Daniel Hillary yılların tecrübesi ile bu işi
uykusunda bile halledebilirdi ama hafta sonunda Brighton’a
gidiyordu. Luke’un kaptanı Londra’dan ayrılmadan yakalama
umudu gittikçe azalıyordu. İşi tek başına halletmek zorunda
kalacaktı.
Mum yaktı, üzerini giyindi ve ceketinin cebinden belgeleri
çıkardı. Ufak masaya oturup okumaya başladı ama daha
sayfanın yarısına gelmeden çenesi gerilmeye başladı. Ensesini
ovuşturdu. Kaslarının da gerildiğini fark etti. Allah’ın belası
yeni bir baş ağrısı. İkinci sayfaya geçtiğinde görüşü
bulanıklaştı. Küçük gelen bir şapkanın sıkması gibi başı
eziliyordu. Gözlerini kırptı, gördüklerini netleştirmeye çalıştı
ama sayfanın üzerindeki mürekkep puslu bir karışıklık
şeklinde kalmaya devam etti.
Kahretsin. Kâğıtları kenara fırlatıp ayağa kalktı. Hareket
kafatasının içinde sersemletici bir gürültü yarattı. Sesli bir
şekilde lanet okudu. Luke isteğine karşılık verene kadar
Kaptan Pendry yerinden kımıldamayacaktı. Neden bu baş
ağrılarına yakalanmadan en basit işi bile yapamıyordu?
Pencereye gidip bıkkın bir hâlde perdeyi açtı. Şafak
gökyüzünü boyamaya başlamıştı. Son zamanlarda çok fazla
gün doğumuna tanık olmuştu. Babasının ölümünden önce de
erken kalkardı ama bu son bir yılda uyanık olduğu saatler
uyuyarak geçirdiği saatlerden oldukça fazlaydı.
Babasını gururlandırma şansını kaybetmişti ve keşkeler onu
geri getirmeyecekti. Babası ölmeden önce Luke ortalığı
birbirine katmakla meşguldü. Maceraya ihtiyacı vardı.
Hayatını, ince bir çizginin üzerinde yaşama heyecanıyla yanıp
tutuşuyordu. Hesap defterleri ile çalışmak sıkıcıydı.
Babasından ve görevlerinden eline geçirdiği her fırsatta
kaçıyordu.
Luke’un kazasından sonra babasından başka bir sebepten
ötürü kaçmaya başladı. Utanç. Baş ağrıları ile kıvranmadan
bir şey okuyamadığını öğrenseydi ne olurdu? Malı mülkü
nasıl önemseyebilirdi? Ailesinin iflasına neden olacaktı.
Bazı zamanlar babasının ölümüne karşı duyduğu öfke
içinden taşıyor, kelimeleri akimdan dışan itiyordu. Nasıl
ölebilirdi? Onu nasıl yalnız bırakabilirdi?
Bu sabahki olağan kendinden nefret ediş, yerini Leydi
Vivian muammasına bıraktı.
“Neden o?”
Tabii ki babası, leydinin gerçek tabiatının farkında değildi.
Luke kabul etmeye yanaşmasa da Vivian’ın neşesinin babası
tarafından onaylanmasına imkân yoktu.
Penceresinin altından birinin geçtiğini görünce derin
düşüncelerinden sıyrıldı. Bu, elindeki fenerin ışığı ile sırtına
düşen bal rengi buklelerin aydınlandığı bir kadındı.
Kalp atışları hızlandı. “Leydi Vivian?”
Yine tek başına.
Gördüğüne inanamayarak başını iki yana salladı. Haspa
şimdi neyin peşindeydi acaba? Ceketini aldı ve odasından
ayrıldı.
Arka merdivenlere ulaşmak için koridoru geçti. Mandıraya
giden kestirme bir yol bulmayı umuyordu. Dışarıya adım
attığında kendine hâkim olmaya çalıştı. Kasları gergin, midesi
beklentiyle çalkalanıyordu. Leydi Vivian ile üçüncü raunda
hazırlanıyordu.
Dananın sesi ile Leydi Vivian’ın kahkahası birbirine karışıp,
mandıranın açık kapısından dışarı süzülüyordu. Leydi,
neşesini candan bir coşku ile ifade ediyordu. Dumanlı ses,
Luke’u içeri çekiyordu. Onu bir kere daha görme hevesiyle
adımlarını hızlandırdı.
Kapıdan girer girmez Luke’u tatlı saman ve miskli hayvan
kokusu karşıladı. Leydiyi hemen gördü ama arkası ona dönük,
benekli bir dananın kulaklarını kaşımakla meşguldü. Bebek
eline hafifçe sürtündüğünde leydiden kalp durduran bir kıkırtı
daha duyuldu.
“Sabret ufaklık. Annen şimdi gelecek.”
Ayak parmaklarının üzerinde yükseldi ve bölmenin en
üstteki tırabzanından eğilerek yetişkin ineğe baktı. İnek,
Luke’un olduğu yöne doğru sıkkın bir bakış attı ama Leydi
Vivian hâlâ varlığından habersiz gibi görünüyordu.
Luke öksürdü.
Vivian nefesini tutup dönüverdi. Kovaya akan sütün ritmik
şıpırtısı kesildi.
Luke doğal davranmaya çalışıyordu ama sırıtmasına engel
olamıyordu. Leydi hizmetçi hâliyle de dünkü ıslak hâliyle
olduğu kadar çekiciydi.
Yere kadar eğilip selamladı. “Dünkü fırtınadan sağ salim
çıktığınızı gördüğüm için çok rahatladım, Sör.”
“Hayat sürprizlerle dolu, değil mi?” Tabii ki Leydi Vivian,
inadıyla en büyük sürprizdi. Oyununa devam etmesi
büyüleyiciydi.
Luke baktığını belli etmemeye çalışarak yaklaştı.
Leydi Vivian’ın yanakları kızardı. Yarım çizmeleri samanın
içine gömülmüştü. Luke, iki adım kalana ve yüzünü yakından
görme ödülünü kazanana kadar ilerlemeye devam etti.
“Süt sağma zamanı.” Bakışlarından, ondan, kaçarak
bölmeye girdi. “Dün çok net olmayan bir tarif verdiğim için
özür dilerim ama Brighthurst’ü bulmuşsunuz işte.”
Net olmayan bir tarif mi? Haylaz kız onu bile bile yanlış
yola yönlendirmişti.
“Özrünüz kabul edildi.”
Vivian omzunun üzerinden baktı. Mavi gözleri yumuşadı.
“Teşekkür ederim. Cömert bir gönlünüz var, Lord Ellis.”
Luke duraksadı. Lord Ellis? Onun Ellis olduğunu mu
sanıyordu?
Haber yolladığı hâlde bu nasıl olabilirdi? Hizmetçi kız
büyük bir olasılıkla gerçek sütçü Leydi Vivian Tn oturması
için tabureden kalktı. “Teşekkürler, Kimberly. Gerisini ben
hallederim.” Sütçü kız başını salladı ve ahırdan çıkarak ikisini
baş başa bıraktı. Luke kollarını kavuşturup kendisine dikkatle
bakarken Leydi Vivian gergin bir şekilde gülümsedi. “Size iyi
yolculuklar diliyorum. İyi günler lordum.”
Onu kandırdığını sanıyordu, değil mi? Yanlış hüküm
veriyordu. Luke, strateji oyunlarına meraklıydı ve Vivian ile
uğraşma arzusuna karşı koyamıyordu. Gerçi ne kuralları
biliyordu ne de kazananın ödülünün ne olacağını.
“Acelem yok. Dün gece Leydi Vivian’a da söylediğim gibi,
Leydi Brighthurst iyileşene kadar kalma niyetindeyim.”
Vivian irkildi. Zar zor fark ediliyordu ama Luke ahıra
girdiğinden beri gözlerini Vivian’dan ayıramamıştı ve bunu
başarabilmek imkânsıza yakındı.
“İşinize devam edin. Engel olmak istemem.”
Luke yanma çöktü. “İnek nasıl sağılır hep merak
etmişimdir.”
“Ee...”
Pembeye yakın bir ton yavaşça Vivian’ın boynundan yukarı
tırmanıp yanaklarına yerleşti. Luke kim olduğunu bildiğini
söylemeden önce böyle dalga geçmemeliydi ama onu
kandırmak için bu kadar ileri gitmesinden etkilenmişti. Büyük
bir hevesle bir sonraki adımını bekliyordu.
“Sizi izlememde sakınca yok, değil mi?” diye sordu.
Biraz tereddüt etti ama sonra başını iki yana salladı.
Ensesinde toplanan bukleleri hafifçe sallandı. Saçlarını
topladığı bağı açıp parmaklarını güzel saçlarının arasında
gezdirmemek için kendini zor tutuyordu, elini yumruk yapıp
arkasına
sakladı.
Konumunun
hak
ettiği
saygıyı
göstermeliydi.
“Devam edin. Varlığım sizi utandırmasın.”
Vivian gözlerini kapattı. Kara kirpikleri gül rengi tenine
değiyordu. Belki de gözlerini tekrar açtığında yok olmasını
umuyordu.
O kadar şanslı değildi.
Gözünün ucuyla baktı. Sonra dikkatini ineğe çevirdi. “İşte,
işte, rahat ol Maggie.” Hayvanın yanını okşayarak elini ineğin
altına soktu, dudakları kıpırdıyordu. Parmaklarının ucuyla
hayvanın memesine dokununca ciyaklayarak elini geri çekti.
Luke öksürme taklidi yaparak eğlendiğini gizlemeye
çalışıyordu. “Memeleri soğuk muymuş?”
Leydi Vivian, küçümsemesini kaldırdığı burnu ile ifade
ederek, somurttu. “Et gibiler, lordum. Ama sizin gibi birinin
böylesi bir bilgiye sırdaş olacağını düşünmezdim.”
“Büyüleyici. Et gibiler dediniz, değil mi? Lütfen devam
edin. Tabii, hâlâ süt sağma konusunda fikrinizi
değiştirmediyseniz.”
Ağzı nemrut bir çizgiye dönüştü. “Fikrimi değiştirmedim.”
Luke, Vivian’ın kararlılığına hayran kaldı.
Derin bir nefes alarak kolunu uzattı ve ineğin memelerinden
birini yakaladı. İnekten boğuk bir möleme duyuldu ve Leydi
Vivian’ın ayağının yakınında tepinmeye başladı. Leydi
bağırarak geriye sıçradı ve süt kovasım devirdi. “Lanet
olsun!”
Luke güldü ve Vivian’ın omzuna dokunmak için uzandı.
Vivian’ın vücudu, Luke’un dokunuşuyla daha da gerildi.
“Lordum! Tanrı aşkına ne yapıyorsunuz?”
Luke elini indirdi. “Affedin, niyetim bu değildi-” Hızla atan
kalbini tekrardan kontrol edebilmek için nerin bir nefes aldı.
“Leydi Vivian, şimdi bütün bu oyunlara bir son verelim, olur
mu? Ben ne kadar hizmetçiysem siz de o kadar hizmetçisiniz
ve bahse girerim hayatınızda hiç inek sağmadınız.”
Erimiş gümüşü hatırlatan açık mavi gözler, ona döndü.
Biraz önce gördüğü küstah parıltı yeniden yandı. “Akşam
yemeğinde de biliyordunuz.”
“Evet, korkarım biliyordum.” Omuzları öne eğilince, elini
tuttu. Rahatsızlığını giderme ihtiyacı içinden dolup taşıyor,
kafasını karıştırıyordu. Bu ihtiyaç o kadar güçlüydü ki
görmezden gelemiyordu. “Sizinle tanışmak bir onur, leydim.”
Elini dudaklarına getirerek parmaklarına iffetli bir öpücük
kondurdu. Dudaklarına değen teni yumuşak ve ılıktı. Elini
bırakırken tereddütlüydü. Bu bir tanışmada daha önce deney
imlemediği bir samimiyetti. Bir leydinin çıplak tenini
hissetmek. Görgü kurallarının sınırlarını zorlayarak bileğini
açığa çıkarmak için nazikçe kolunu döndürdü ve hassas
noktasına dudaklarını değdirdi.
Leydi Vivian titredi, gözleri kocaman olmuştu. “Lord Ellis,
bırakın beni. Lütfen,” dedi ve kolunu çekti. Luke midesine
yumruk yemiş gibiydi. Ne yapıyordu? Soğukkanlı bir şekilde
gülümsemeyi denedi.
“Bir yanlış anlaşılmayı düzeltmeme izin verin, Leydi
Vivian. Ben Lord Ellis değilim. Üç gün önce Leydi
Brighthurst’e bir mektup yollamıştım. Ben sizin müstakbel
nişanlınızın!.”
Kendisini neden bu şekilde takdim ettiğini bilmiyordu.
Birghthurst’e geldiğinde babasının sözünü yerine getirmek
gibi bir niyeti yoktu. Ona ait olmayan, mantıksız, başına
buyruk hareketleri dışında hiçbir şey değişmemişti. Luke
kendine gelerek Vivian’dan uzaklaştı.
Leydi Vivian, yüz yüze gelmek için taburenin üzerinde
döndü. Ağzından bir şey çıkmıyordu ama hissettikleri
yüzünden okunabiliyordu.
“Aklınızdan neler geçiyor, Leydi Vivian?”
Luke’un, bu saçma nişanı bozmaktaki kararlılığını yavaş
yavaş yok ederek, dudaklarını yaladı.
“Tamamen dürüst olmamı ister misiniz, majesteleri?”
Bu sefer gerçekten gülümsedi. Oyununu ifşa edişine ve
uygunsuz hâllerine korktuğu kadar sinirlenmemiş olması
rahatlatmıştı.
“En ufak bir dürüstlük parçası bile takdir edilir, leydim.”
Vivian gözlerini yere indirdi. “Doğru,” diye mırıldandı. “Ufak
bir sansür gerekebilir.”
Luke, tekrar Vivi’nin ellerini tuttu ve yüzüne bakmaya
zorladı. “Düşündüm de şiddetle dürüst ol. Bir dakika önce ne
düşünüyordun, söyle bana?”
Ellerini kurtarmaya çalıştı ama Luke sıkıca tutmaya devam
ediyordu. İçgüdüsel olarak mı, yoksa isteyerek mi, emin
değildi ama Vivian parmaklarını parmaklarının etrafında
kıvırdı ve aralarındaki bağı sağlamlaştırdı.
Yutkunduğunu duydu. “Anlaşmamızı berbat ettiğim için ne
kadar pişman olduğumu düşünüyordum. Bu kadar yakışıklı
olacağınızı düşünmemiştim, majesteleri.”
Luke, göğsünün etrafında dönen sıcaklıktan mest olarak
kahkaha attı. Konu evlilik olunca saf değildi. Karşılıklı
çekim, yıllar boyunca mutlu bir birliktelik sürdürmeye
yetmezdi ve leydiden etkilendiği aşikârdı. Ama şehvetli
dürtülerle sürüklenen güzelliğin tazeliği sönünce hayal
kırıklığına uğrayan erkeklerin bitmeyen sefaletine tanık
olmuştu. Bu centilmenler açgözlü metreslerinden ve gaddar
karılarından şikâyet edip her gün White’ın Yeri’nde
sabahlarlardı.
Yine de, Leydi Vivian’ın itirafından keyif almıştı.
“Babamın verdiği sözü lekelemek gibi bir niyetim yok,
leydim.” Kaşlarını kaldırdığını fark etti. “Ama ağabeyinizle
konuşup bu işten kurtulmamızı sağlarsanız, bana bir iyilik
yapmış olursunuz.”
Bes
Vivi, ellerini Foxhaven’dan kurtardı, taburenin üzerinden
geriye zıplarken tökezledi. Dük tutmaya çalıştı ama Vivian
çok sert bir şekilde çamurun içine düştü.
İnek, başını Vivi’ye doğru çevirdi ve hüzünlü kahverengi
gözlerini üzerine dikti.
“Sakın benim için üzülmeye kalkma,” diye ağzından kaçırdı
Vivian.
Foxhaven yerden kalkmasına yardım ederken sordu, “Neden
sizin için üzüleyim?”
“Siz değil.” Vivi üzerindeki tozu toprağı silkeledi ve işaret
parmağını ineğe doğru uzattı. “Maggie. Onun bana acımasını
istemiyorum.”
Luke’un bakışları Maggie ve Vivian arasında gitti geldi.
Alm kırıştı. “Sanırım şok yaşıyorsunuz, Leydi Vivian. Belki
de gidip uzanmalısınız. Konuşmamıza daha sonra devam
edebiliriz.”
Konuşacak bir şey yoktu. Ağabeyinden anlaşmanın
bozulmasını isteyemezdi. Foxhaven başını sallayınca, Vivi’yi
düşüncelerinden uzaklaştırıp yeniden görüş açısına girdi.
Alnındaki çizgiler derinleşti. “İyi misiniz? Bir yerinize bir
Şey olmadı, değil mi?”
Zonklayan poposunun dışında bir şeyi yoktu. Tabii,
yaralanmış gururunu saymazsa. Gözyaşları akmaya hazırdı.
ve“Uzanmama gerek yok, majesteleri. Şimdi eğer izin rirseniz
üzerimi değiştirip ata binmek istiyorum. Siz siz gelişinizle her
şeyi altüst ettiniz ve artık buna tahammül edemeyeceğim.”
Hüngür hüngür ağlamadan önce Foxhaven’ın yanından
geçmeye çalıştı ama Foxhaven engel oldu. “Bir dakika
bekleyin. Sizi üzmek istememiştim.”
Üzmek mi? Hah! Üzgün değildi. Yıkılmış dese daha
yerindeydi. Ya da bozguna uğramış. Çaresiz. “Nişanımızla
ilgili söz hakkım yok majesteleri. Ağabeyim kararını ver miş.
“Her kadının evlendiği kişi ile ilgili söz hakkı olmalı. Eğer
mantıklı
bir
açıklama
yaparsanız
Asliden’ın
sizi
dinleyeceğine şüphem yok. Ağabeyiniz benim gerekçelerimi
dinlemeyecek kadar inatçı. Bu evlilikten kimseye hayır
gelmez.”
Vivi geri çekildi. Ne kadar kaba ve kırıcı bir adamdı. Daha
buraya gelmeden onun uygun bir eş olmadığına karar
vermişti. Başını kaldırıp dikleşti, gururunun son parçalarına
tutunmaya kararlıydı.
“Ağabeyimle konuşamam. Size iyi günler diliyorum.”
Tekrar kaçmaya çalıştı ama Luke omuzlarından hafifçe
yakaladı. Dokunuşu kafasını karıştırdı, vücudunun her
noktasını tutuşturdu.
“Leydi Vivian, lütfen mantıklı olun. Daha birbirimizi
tanımıyoruz bile.”
“O zaman ben onları sizden koparmadan önce ellerinizi
üzerimden çekin.”
Foxhaven’ın gözleri büyüdü. Gözleri parlak maviydi.
Gördüğü her şeyden daha maviydi. Deniz kadar mavi. Ah,
neden onu yakışıklı bulduğunu itiraf etmişti ki? Bu küçük
düşmenin de ötesinde bir şeydi.
Güçlükle nefesini verdi, alnına düşen bukleleri havalandı.
“Leydi Vivian, temiz bir sayfa açamaz mıyız?
Kaçmayacağınıza söz verirseniz sizi bırakırım.”
“Ata binmek istiyorum,” diye mırıldandı. “Lütfen.”
Foxhaven içini çekti ve ellerini bıraktı. “Tabii ki leydim.
Rutininizi daha fazla bozmak istemem.” Ellerini iki yanma
düşürdü ve geri adım attı. “Gidin ve hazırlanın.”
Vivi koşarak yanından geçip ahırdan dışarı çıktı. Ash, asla
sözünden dönmesine izin vermezdi ve Foxhaven sözleşmeyi
imzalamayı reddederse hayatı mahvolurdu. Daha da kötüsü
kuzeninin hayatı mahvolurdu ve Vivi bu suçluluk duygusuyla
yaşayamazdı.
Kafasını dağıtmak için uzun, kalp sıkıştıran bir binişe
ihtiyacı vardı. Belki de deniz kıyısına kadar gitmeliydi,
böylece Foxhaven’ın gözleri deniz ile aynı mavi tonda mı
görebilirdi.
Vivian binici kıyafetini giydikten sonra Patrice’in odasına
uğradı. Bu defa şiddetli bir öksürükle karşılanmamıştı ve
kuzeninin nefes alış verişi, daha düzenli ve sakindi. Patrice’in
iyileşmekte olduğuna emin olduktan sonra dışarı çıktı. Atları
hazırlayan seyisin yanında duran Foxhaven’ı görünce
donakaldı.
Elini, Winnie’nin yazın başında diktiği eteğinin üzerinde
gezdirdi. Bu evliliğe karşı olmak için düke daha fazla gerekçe
vermek yerine, seyisten yan eyerini hazırlamasını istemeliydi
ama dükün ona katılacağına ihtimal vermemişti. Yalnız
kalmak istediğini söylememiş miydi?
Fark edilmeden, kaçmaya fırsat bulamadan, Foxhaven
başını kaldırdı ve düzgün beyaz dişlerinin arasında ufak bir
aralık bırakarak gülümsedi. “Leydi Vivian, seyisiniz bu koca
hayvanı zapt edebileceğinizi söylüyor.”
Vivian derin bir nefes aldı, başlığını taktı ve atına yaklaştı.
Romie’nin kürkü sabah güneşinin altında cilalanmış maun
gibi parlıyordu. “Yıllardır benim atım. Ağabeyim on beşinci
yaş günümde doğum günü hediyesi olarak vermişti.” O sene,
anne ve babasının ölümünden beri yaşadığı en güzel doğum
günü olmuştu.
Foxhaven, Vivian’ın ata binmesine yardım etmek için
seyisin önüne geçti. “Ashden’ın size güveni tam olmalı.”
Vivi hizmetçiden dizginleri alırken kaşlarını çattı ve
çizmesini dükün birleştirilmiş avucunun içine yerleştirdi.
“Ata hâkim olma yeteneğime güvenir, majesteleri.”
Ağabeyinin ona olan inancı başka bir konuydu. Vivian’ın
ise kendisinden başka suçlayacağı kimse yoktu.
Foxhaven Vivian’ı havaya kaldırdı, kaslı göğsü yeleğinin
altından belli oluyordu. Romie’nin yelesini tutarak bacağını
üzerinden atıp eyerine oturdu. Kızaran yanaklarını saklamak
için hemen başka tarafa baktı.
Luke atın boynunu okşarken vücudu Vivian’ın bacağına
değiyordu. “Kelimelerinizin ardında gizli bir anlam
seziyorum,” dedi usulca. “Ağabeyiniz bir centilmeni belli bir
düzeye getirmek için yardıma ihtiyacınız olduğunu mu
düşünüyor?”
Dizginleri
tutan
parmakları
gerildi.
“Düşünceleri
okuyamam. Ashden’ın kafasından geçenleri bilebilecek özel
güçlerim de yok. Yardım ettiğiniz için teşekkürler.”
“Benim için zevkti, Leydi Vivian.”
Kendi atının yanma gitmek için döndüğünde Vivian fırsatı
değerlendirdi ve Romie’nin başını çevirip Foxhaven’ı ardında
bırakarak atını sürdü.
“Kahretsin!” Luke, atı Thor’a binip Vivian’ı yakalamak için
çabalarken leydinin kendisinden kaçma alışkanlığının gittikçe
kötüye gittiğini düşünüyordu. Bu defa kaçamayacaktı. Yere
yatırıp üzerine oturmak zorunda kalsa bile Leydi Vivian ile
görüşecekti.
Homurdandı. Hangi dük birisiyle görüşmek için yalvarıp,
böylesi yollara başvururdu? Babası değil, onu biliyordu.
Vivian, yönünü değiştirip atını çayırın içinde dört nala
sürmeye başladı. Beygirinin toynakları inip kalkarken yerden
ot ve çamur söküp atıyordu. Vivian görüş açısından çıktı.
Luke’un vücudu gerildi. Atına pek çok erkekten daha çok
hâkimdi ve eyerinden kaldırdığı poposu çok hoş
gözüküyordu.
Vivian’ı yakalamaya kararlı, kaslan heyecan ve telaşla
titriyordu. Çayırın kıyısında Thor’un başını çevirdi. At, dört
nala koşmaya başladı, adımlan uzun ve zarifti. Vivian ile
arasındaki mesafe daralmıştı. Tam bu sırada Vivian, ilerideki
çitleri dikkate alarak atını durdurmaya hazırlanmak için
yavaşlattı.
Luke atının dizginlerini yavaşça geri çekti. Şimdi leydiyi
köşeye sıkıştırıp aklını başına getirme şansını yakalamıştı.
Ama Vivian durmadı. Topuklarını indirip üzengide yükseldi
ve atını çitin üzerinden atlattı. Görkemli hayvan yere indi ve
hiç durmadan tepeye doğru koşmaya devam etti.
Hoş bir titreme Luke’un içini ürpertti. Daha önce onun
önünden koşan bir kadın hiç olmamıştı ve Leydi Vivian
kıymetli bir rakibe olduğunu kanıtlamıştı. Ödünç şapkasının
siperini indirdi, atını çitlere doğru sürüp, Vivian gibi
üzerinden atladı. Thor’un toynakları yere indiğinde Leydi
Vivian otlayan koyunları dağıtarak ufak tepenin zirvesine
varmıştı. Sonra diğer tarafta gözden kayboldu.
Luke tepeye ulaşınca, Vivian ve atı çayırın içinden akan su
bendine doğru yöneldi. Belli ki etkileyici performansından
sonra atını su içmeye götürüyordu ama Luke tekrar hızlanıp
bir sonraki tepeye ulaşmasına izin vermeyecekti.
Leydi Vivian, durup atından inene kadar dük de takip
etmekten vazgeçmeyecekti. Leydi atını suyun kenarına getirdi
ve saldı. O kıyıda dolanırken at suya yönelip ön toynaklarını
suya daldırdı. Vivian yere eğildi, birkaç tane düz taş alıp
suyun yüzeyinde sektinneye başladı.
Bir. İki. Üç. Dört. Beş.
Luke birkaç metre ötede Thor’u durdurdu. “Takdire şayan
bir performanstı leydim.” Gerçekten de etkilenmişti. “Böyle
at binmeyi kimden öğrendiniz?”
Bir tane daha düz taş alıp suyun yüzeyinde kaydırdı.
“Ağabeyimden.”
“Peki, taş sektirmeyi? Onu da mı ağabeyinizden
öğrendiniz?”
Uzağa bakarak başını salladı. “Atıcılık ve eskrimi de
öğrettiğini size söylemem lazım sanırım.”
Luke atından inerken kendi kendine gülüyordu, Vivian’ın
yanma geldi. “Bu beni kılıçla kovalayacağınız ya da göğsümü
fişekle dolduracağınız anlamına mı geliyor?” Vivian korku
dolu bir ifade ile arkasına döndü. “Ah, hayır. Öyle demek
istemedim-”
“Eskrim kılıcı mı süvari kılıcı mı?”
VivianTn ifadesi yumuşadı, hafifçe gülümsedi. “Eskrim
kılıcı. Ash, temel kuralların ötesinde bir şey öğretmenin
saçma olduğunu düşünüyordu.”
“Ağabeyiniz bana hiç bu ilginç başarılarınızdan
bahsetmedi.”
Elindeki taşı yere bıraktı ve kıyıdaki söğüt ağacına doğru
yürüdü. Ağacın dallan suya sarkıp içinde süzülüyordu.
“Evlendiğim zaman bu uğraşları bırakma niyetindeydim. Şu
an bir önemi olduğunu sanmıyorum.”
Çimlerin üzerine oturup sırtını ağacın gövdesine dayadı.
Luke, Thor’un güvende olduğundan emin olduktan sonra
Vivian’ın yanına geçti, çiçeğin büyüsüne kapılmış bir
sinekkuşu gibiydi.
“Size bir özür borçluyum, majesteleri.”
“Gerçekten mi?”
Hangi suç için? Vivian eline bir dal aldı ve çamura bir
şeyler çiziktirmeye başladı.
“Evlilik anlaşmamızı neden feshetmek istediğinizi
anlıyorum ve hareketlerimin sonuçlarını kabul edeceğim.
Ama bana bir şans daha vermeyi düşünürseniz, hoş olmayan
alışkanlıklarımı bırakacağıma söz veriyorum. Yüzmek ya da
erkek gibi ata binmek ya da ateş etmek yok.”
“Peki ya eskrim? O uğraşınızı da bırakacak mısınız?”
Luke’a doğru eğildi, ifadesi hevesliydi. “Sizi utandırmamak
için kendimi tamamen leydilere özgü meşgalelere
adayacağım. Söz veriyorum.”
Dün içinde uyandırdığı tüm coşku bir anda sönmüştü. Eğer
şartlar farklı olsaydı ve onunla evlenebilseydi, teklif ettiği
tavizleri asla kabul etmezdi. Bir erkeğin eşi olmak için,
olduğu insandan vazgeçmek zorunda kalmamalıydı.
Senin unvanın onu koruyacaktır. Kafasının içinde fısıldayan
sese kaşlarını çattı.
“Leydi Vivian, nişanımızı bozma isteğimden kendinizi
sorumlu tutmamalısınız. Beni uygun bir eş adayı yapmayan
pek çok kusura sahibim.”
Vivian geri çekildi, gözleri kocaman, “Yani kimseyle
evlenmeyeceksiniz, öyle mi?” diye sordu.
Luke omuzlarını silkti. Geleceği, seyahatten sağ salim
dönüp dönemeyeceğine bağlıydı.
“O zaman benimle evlenmeyi yeniden düşünün. Ben size bir
evlat vereceğim.”
Luke, Vivian’ın yatağında olması düşüncesi ile mest olmuş
bir şekilde gülümsedi ama arzusunun mantığının önüne geçip
kararlar vermesine izin verecek kadar aptal değildi.
İngiltere’den ayrılmadan hamile kalacağını bile garanti
edemezdi.
Dizlerini göğsüne çekti ve kollarını bacaklarının etrafına
doladı, bir savaştan geri çekiliyor gibiydi. “Önerim sizi
eğlendirdi sanırım.”
“Hayır. ”
Uzun uzun Luke’u inceledi, alt dudağını ısırdı. Luke, o an
Vivian’ın baskıya devam etmeye karar verdiğini anladı.
Gözlerinde azimli bir ışık yanmıştı.
“Oğlumuzu doğurduktan sonra beni bir daha görmek
zorunda değilsiniz.”
“Ben öyle olacağını sanmıyorum-”
“Tek başıma yaşayabilirim,” dedi çabucak. “Birden fazla
eviniz olmalı. Çocuğumuzun benim yanımda yaşamasını
isterim şüphesiz. En azından okula başlayacak yaşa gelene
kadar. Küçük çocukların anne sevgisine ihtiyacı vardır. Yemin
ediyorum hiç canınızı sıkmam. Beni anlıyor musunuz
majesteleri?”
Cevabı beklerken nefesini tutuyor gibiydi.
Omuzlan düştü, bitkinlik vücudunu ve ruhunu işgal etmişti.
İkisi için de bir şey ifade etmeyen bir gelecekten
bahsediyordu. “Gerçekten de sayfiyede tek başınıza yaşamak
ister miydiniz?”
Umut dolu ışığı sönmüştü. Yüzünü başka tarafa çevirdi.
“Beklentilerime uyum sağlayabilirim.”
Yine de istekleri konusunda uzlaşmak zorunda olmamalıydı.
Genç ve güzeldi. Londra’dan bir centilmen seçebilirdi.
Utangaç olduğu için kendisine söz hakkı verilmediğini
sanmıştı ama belli ki yanılıyordu. Neden ağabeyi onu
saklıyordu?
Boğazını temizledi. Onu hayal kırıklığına uğrattığı için
kendinden nefret ediyordu. “Eminim ki çok iyi bir eş
olacaksınız ama maalesef aradığınız eş ben değilim. Lütfen
ağabeyinizle konuşacağınıza söz verin.”
Vivian gözlerini suyun ötesine dikti, çenesi kilitlenmişti.
“Sizi hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm, ama
ağabeyimden bu anlaşmayı feshetmesini isteyemem. Öte
yandan
benimle
görüşmemizden
sonra
vazgeçmeyi
seçerseniz, kin gütmeyeceğim. Uzun süre.”
Luke dişlerini gıcırdattı. Bu kadar inatçı olmak zorunda
mıydı? “Ashden yumuşak başlı olduğunuzu söylemişti,” diye
homurdandı.
“Ağabeyimin abartma huyu meşhurdur, majesteleri.”
Do'stlaringiz bilan baham: |