Sevgili Leydi Vıvian,
Lütfen sizin adınıza hızlı bir iyileşme için dua ettiğimi bilin.
Yarım kalan konuşmamızı tamamlama fırsatı bulmadan
gitmeyeceğimi söylemek istiyorum. Ne kadar gerekli ise o
kadar Brighthurst ’te kalacağım.
En içten dileklerimle,
Foxhaven
Altı
Vivi, soğuk algınlığına yakalanmış gibi yaparak üç gün
boyunca Foxhaven’dan kaçmayı başarmıştı. Dün bir kez daha
görüşme isteği ile geldiğinde, tabii ki de ricasını yerine
getiremeyecek kadar hastaydı. Bugün yolladığı yazılı cevabı
ile gerçekten hasta olmuştu.
Tatlı bisküviler aşkına! Sonsuza kadar saklanamazdı. Her ne
kadar bu yaptığı korkakça olsa da. Ve Vivi de korkağın
tekiydi. Huzursuz, çok sıkılmış bir korkak. Tavanına bir kez
daha bakmaya tahammülü kalmayınca, yorganını kenara
fırlatıp hizmetçisini çağırdı.
Winnie çok bekletmeden geldi. “En sonunda kalktınız.” “Bir
dakika önce mucizevi bir şekilde iyileştim. Sanırım akşam
yemeğinde Foxhaven ve Patrice’e katılmalıyım.” “Leydi
Brighthurst çok memnun olacak.”
Hizmetçisi işe koyulmak için başını eğdi fakat Vivi
gülçoktan görmüştü. Giyindikten ve Winnie de sonuçtan
tatmin olduktan sonra yemek odasına gitmek için odasından
çıktı. Foxhaven ve Patrice’in sesi koridorda yankılanıyordu.
Ne konuştuklarını duyamıyordu ama ses tonları samimi
gibiydi. Görünen o ki dük henüz Vivi ile evlenmeyeceğini
söylememişti. Onu bekleyen manzaranın düşüncesi midesini
altüst ediyordu. Kapının önüne geldiğinde tereddüde düştü.
Neden dük konuyu aralarında halledip kapatmalarına izin
vermiyordu? Bir mektup yeterli olurdu. Soytarı külahına nasıl
tüy koyacağını belli ki biliyordu.
Vivi içini çekti. Ash yakın gelecekte yanma uğradığında,
azarı kulaklarını öyle bir şişirecekti ki bir daha asla
iyileşemeyeceklerdi.
“Keşke Vivi de bize katılabilseydi ama çok hasta.” Patrice,
sohbette
kendine
düşen
kısmı
sürdürmek
çaba
gerektiriyormuşçasma tereddütlü konuşuyordu. “Korkarım ki
bu akşam benim eşlik etmemle yetineceksiniz.Suçluluk
duygusu Vivi’ye dişlerini geçirip kemirdi. Dükü tek başına
eğlendirme görevini kuzeninin omuzlarına nasıl yüklemişti?
Düşüncesizlik ettiği için pişmandı. Parlak bir gülümseme
takınarak, odaya girdi, “işte, buradayım.
Geç kaldığım için özür dilerimPatrice şaşırmıştı. “Vivi, hâlâ
hastasın sanıyordum“Öğleden sonra uyandığımda eski hâlime
dönmüştüm.Patrice’in yanma giderek solgun yanağına bir
öpücük kondurdu. Kuzeninin gözlerinin altındaki mavimsi
halkalar, yumruk kavgasından mağlup ayrılmış gibi
görünmesine neden oluyordu. Hastalığı onu hırpalamış fakat
çok şükür yenememişti. Vivi, dükün açıklamalarının kuzenini
tekrar yatağa yollamamasını umdu.
Eğilerek dükü selamladı. “Majesteleri.66
Leydi Vivian, ne kadar hoş bir sürpriz.” Etkileyici bir
gülücük yolladı. “Sizi tekrar görmek ne kadar da güzelVivi,
dükün coşkusunu takdir mi etse yoksa bu coşkudan tiksinse
mi emin değildi. İçinde bulundukları durumun gülücüklerle
ve hoş sözlerle uzaktan yakından alakası yoktu.
Foxhaven, Vivi yerine oturana kadar ayakta durdu.
Oturduğunda, başını bir yana eğdi. “Leydi Vivian, bu akşam
sa çınıza değişik bir şey mi yaptınız?Vivian’ın kalbi yerinden
oynadı. “Sanırım mci dizilerini fark ettiniz“Ah, evet.
Haklısınız leydim.” Işıldayan mavi gözleri ile kadehinin
yaldızlı kenarından Vivian’ı seyrederek şarabını yudumladı.
“Adeta bir hayalsiniz.”
Vivi, ağzına götürmek üzere olduğu limonata bardağı ile
donakaldı. Pınarda karşılaştıklarında onu hayal gücünün bir
oyunu olmakla suçlamıştı. Bardağını masaya geri bırakıp, ilk
karşılaşmalarından kuzenine bahsetmemesi için gözleri ile
yalvardı. “Teşekkürler, majesteleri.”
Foxhaven başını salladı, Vivi’yi incelerken ifadesini
okumak imkânsızdı. Delici bakışlarının ardında hangi
düşünceler dalgalanıyordu acaba? Belki de reddedişini haklı
çıkaracak nedenlerin bir listesini yapıyordu. Çok da zor bir iş
olmamalı diye içinden geçirdi Vivian.
Kaşığına uzanırken elleri titredi, gözyaşlarına boğulma
korkusu ile tabağından başını kaldıramıyordu. Patrice durmak
yorulmak bilmeden, yıllarca onu bir leydi gibi yetiştirmek
için uğraşmıştı ama Vivi kuzeninin yüce gönüllülüğünün
karşılığını öğrendiği her şeyi bir kenara fırlatarak ödemişti.
Patrice boğazını temizledi. “Lütfen bize sonbahar için
planlarınızdan bahsedin majesteleri. Kuzeye mi seyahat
edeceksiniz?”
“Northumberland’ e kısa bir ziyaret gerçekleştireceğim ama
sonra Londra’ya dönmem lazım. Iş ortağım Kaptan Pendry ile
görüşmeliyim.”
Aklını meşgul eden sıkıntılı düşüncelerine rağmen mevzu
Vivi’nin ilgisini çekti. “Kendisi asker mi?”
“Gemi kaptanı. Benim gemimin kaptanı.” Foxhaven’ın
göğsü şişti. Patrice, vaazına iltifat ettiğinde Rahip Ramsey de
böyle oluyordu.
“Neden gemiye ihtiyacınız var?” diye sordu Vivi.
Patrice, kaşlarını kaldırıp baktı ama Vivian kuzeninin üstü
kapalı uyarısını dikkate almadı. Foxhaven’ın ne diyeceğini
duymak daha sonrasında azarlanmaya değerdi.
“Neden bir gemi sahibi olmayayım, Leydi Vivian?
Olmamam için bir neden göremiyorum.”
Dükün yüzündeki ifade, yeni oyuncak alınmış küçük bir
oğlan çocuğununkine benziyordu.
Kaşlarını çattı. “Bana ticaretle ilgilendiğinizi söyleme• yın.
Patrice’in sessizce nefesini tuttuğunu duymamış gibi
yaptılar.
“Keşifle ilgileniyorum, Leydi Vivian. Aslında gerçek bir
keşif seyahatine henüz çıktım sayılmaz ama çok yakında
hepsi hallolacak. Ekim ayında Isla yola çıkacak ve ben de
güvertesinde olacağım. Bizden önce kimsenin gitmediği yere
yelken açacağız.”
Vivi’nin nabzı hızlandı. Şaka ile karışık konuşuyordu ama
İngiltere’den ayrılmak konusunda ciddi olabilir miydi?
“Nereyi keşfetmeyi düşünüyorsunuz?”
“Güney kutbunu. Sandviç Adaları’ınn güneyinde büyük bir
kıta olduğuna inanılıyor. İlk kimin keşfedeceğini görmek için
bahisler bile var: Amerika, Rusya, Ingiltere. Ben paramı
kraliçeden yana koydum.”
“Sandviç Adaları. Kaptan Cook adalarından mı
bahsediyorsunuz? Ama bu keşif elli yıl önce yapıldı.”
“Kırk beş.”
Yemeği unutup çatalını bıçağını elinden bıraktı. “Yeterince
yakın.”
Patrice’den uyarı dolu bir bakış daha geldi. “Lütfen
majestelerinin misafirimiz olduğunu unutma canım.”
“Teşekkürler Leydi Brighthurst ama lütfen leydinin rahatça
konuşmasına izin verin. Tarih bilgisi olan bir hanımla
tanışmak ender rastlanan bir durum.”
Dükün tavrı, kuzenine hükmederken bile kibardı. “Lütfen
devam edin Leydi Vivian.”
“Teşekkürler.” Dük her hareketi ile onu şaşırtmayı
başarıyordu. Kendisinin bir sohbete katkısı olacağını
savunacak bir centilmenle tanışacağını hiç düşünmezdi.
Gergin hâli bir nebze rahatladı. “Dediğim gibi, Kaptan
Cook’un keşfinin üzerinden uzun zaman geçti. Eğer kıta varsa
neden bu zamana kadar bulunamadı?”
Foxhaven parmakları ile masaya vuruyordu, Vivian’ın
söylediklerini düşünüyor gibi gözüküyordu. “Kimsenin
aramadığından şüpheleniyorum. İnsanların kafası savaş
tehdidi ve sonrasında da savaşın kendisi ile meşguldü.
Yalnızca barış, keşifleri mümkün kılar.”
“Ve siz de Güney Kutbu’nu keşfetmeyi umuyorsunuz, öyle
mi?” Bir dükken böylesi acayip fikirleri nasıl düşünebildiğini
öğrenmek istiyordu ama ağabeyine benzemekten de
korkuyordu. Yine de, eğer Foxhaven kendi muhitindeki
erkekler gibiyse tüm ailesi ona güveniyor olmalıydı. Peki,
böyle sorumlulukları varken nasıl oluyordu da farazi bir
kıtanın peşine düşebiliyordu?
Yüce Tanrım. Kesinlikle Ash’e benzemişti.
“İyi bir maceradan her zaman hoşlanmışımdır. Kaptan
Pendry’nin güney kutbu ile ilgili birtakım planları var. Ben
yalnızca görevini tamamlaması için kaptana destek
oluyorum.”
Bu, Vivian’ın bugüne kadar duyduğu en saçma şeydi.
Ağabeyinin dükün planlarından haberi var mıydı?
“Riskli bir maceraya benziyor, majesteleri. Bu seyahatin
akıllıca olduğunu düşünüyor musunuz?”
Foxhaven’ın dudakları inceldi ve gülümser gibi kıvrıldı.
“Endişe etmenize gerek yok, leydim.”
Endişelenmesine gerek yoktu çünkü dükün eşi olmayacaktı.
İma edilenleri değil de sesli konuşulanları duymak için
kendini zorladı.
“Pazar günü kilise pikniği var,” dedi Patrice, daha
tehli“Neden bir gemi sahibi olmayayım, Leydi Vivian?
Olmamam için bir neden göremiyorum.”
Dükün yüzündeki ifade, yeni oyuncak alınmış küçük bir
oğlan çocuğununkine benziyordu.
Kaşlarını çattı. “Bana ticaretle ilgilendiğinizi söylemeyın.
Patrice’in sessizce nefesini tuttuğunu duymamış gibi
yaptılar.
“Keşifle ilgileniyorum, Leydi Vivian. Aslında gerçek bir
keşif seyahatine henüz çıktım sayılmaz ama çok yakında
hepsi hallolacak. Ekim ayında Isla yola çıkacak ve ben de
güvertesinde olacağım. Bizden önce kimsenin gitmediği yere
yelken açacağız.”
Vivi’nin nabzı hızlandı. Şaka ile karışık konuşuyordu ama
Ingiltere’den ayrılmak konusunda ciddi olabilir miydi?
“Nereyi keşfetmeyi düşünüyorsunuz?”
“Güney kutbunu. Sandviç Adaları’nın güneyinde büyük bir
kıta olduğuna inanılıyor. İlk kimin keşfedeceğini görmek için
bahisler bile var: Amerika, Rusya, İngiltere. Ben paramı
kraliçeden yana koydum.”
“Sandviç Adaları. Kaptan Cook adalarından mı
bahsediyorsunuz? Ama bu keşif elli yıl önce yapıldı.”
“Kırk beş.”
Yemeği unutup çatalını bıçağını elinden bıraktı. “Yeterince
yakın.”
Patrice'den uyarı dolu bir bakış daha geldi. “Lütfen
majestelerinin misafirimiz olduğunu unutma canım.”
“Teşekkürler Leydi Brighthurst ama lütfen leydinin rahatça
konuşmasına izin verin. Tarih bilgisi olan bir hanımla
tanışmak ender rastlanan bir durum.”
Dükün tavn, kuzenine hükmederken bile kibardı. “Lütfen
devam edin Leydi Vivian.”
“Teşekkürler.” Dük her hareketi ile onu şaşırtmayı
başarıyordu. Kendisinin bir sohbete katkısı olacağını
savunacak bir centilmenle tanışacağını hiç düşünmezdi.
Gergin hâli bir nebze rahatladı. “Dediğim gibi, Kaptan
Cook’un keşfinin üzerinden uzun zaman geçti. Eğer kıta varsa
neden bu zamana kadar bulunamadı?”
Foxhaven parmakları ile masaya vuruyordu, Vivian’ın
söylediklerini düşünüyor gibi gözüküyordu. “Kimsenin
aramadığından şüpheleniyorum. İnsanların kafası savaş
tehdidi ve sonrasında da savaşın kendisi ile meşguldü.
Yalnızca barış, keşifleri mümkün kılar.”
“Ve siz de Güney Kutbu’nu keşfetmeyi umuyorsunuz, öyle
mi?” Bir dükken böylesi acayip fikirleri nasıl düşünebildiğini
öğrenmek istiyordu ama ağabeyine benzemekten de
korkuyordu. Yine de, eğer Foxhaven kendi muhitindeki
erkekler gibiyse tüm ailesi ona güveniyor olmalıydı. Peki,
böyle sorumlulukları varken nasıl oluyordu da farazi bir
kıtanın peşine düşebiliyordu?
Yüce Tanrım. Kesinlikle Ash’e benzemişti.
“İyi bir maceradan her zaman hoşlanmışımdır. Kaptan
Pendry’nin güney kutbu ile ilgili birtakım planları var. Ben
yalnızca görevini tamamlaması için kaptana destek
oluyorum.”
Bu, Vivian’ın bugüne kadar duyduğu en saçma şeydi.
Ağabeyinin dükün planlarından haberi var mıydı?
“Riskli bir maceraya benziyor, majesteleri. Bu seyahatin
akıllıca olduğunu düşünüyor musunuz?”
Foxhaven’ın dudakları inceldi ve gülümser gibi kıvrıldı.
“Endişe etmenize gerek yok, leydim.”
Endişelenmesine gerek yoktu çünkü dükün eşi olmayacaktı.
İma edilenleri değil de sesli konuşulanları duymak için
kendini zorladı.
“Pazar günü kilise pikniği var,” dedi Patrice, daha tehlikeşiz
bir sohbet konusu sunarak. “Dışarı çıkabilecek kadar iyi olur
muyum bilmiyorum. Henüz kendime gelmişim gibi
hissetmiyorum.”
Vivi, sohbetin konusu değiştiği için oldukça mutluydu.
Dükün gözlemlerine rağmen, istediğinde yumuşak başlı bir
insan olabiliyordu. Kuzenine muzipçe gülümseyerek, “Bayan
Honeywell katılamayacağını duyunca hayal kırıklığına
uğrayacak. Turta yarışmasını kaybettiğinde kimi hile
yapmakla suçlayacak?” dedi.
Patice’in yanakları pembe pembe oldu.
Rahip Ramsey yarışmanın jürisiydi ve Patrice’in katıldığı
her yıl birincilik kurdelesini istisnasız şeftalili turtası
kazanırdı. Hatta Patrice’in turtasını o kadar çok severdi ki
geçen yaz Amerika’dan döndükten sonra bir hafta boyunca
her gün Brighthurst’e uğramıştı. Patrice, her sabah şafak vakti
kalkıp rahip için turta pişirmişti ki bu da birbirlerine
duydukları ilginin karşılıklı olduğunun bir göstergesiydi.
Her ne kadar kuzeni rahibin evlenme teklifini reddetmiş olsa
da bir gün rahiple mutluluğu yakalayacağını umuyordu.
Patrice, kendinden önce Vivi’nin evlendiğini görmesi
gerektiğinde ısrar etmişti.
Manastıra katıldığında, Patrice özgür olacak. Vivi bu iç
karartıcı fikri kafasından uzaklaştırmaya çalıştı. Öyle bir
hayat ona uygun değildi.
“Başka biri kazandığında Bayan Honeywell’in yüzündeki
dehşet ifadesini hayal edebiliyorum,” dedi, sesinin
hissettiğinden daha neşeli tınladığını umarak. “Kaçıracağım
için üzgünüm.”
“Yarışma masasının yakınında olursan kaçırmazsım”
Vivi duraksadı. “Sensiz gitmemi mi istiyorsun? Benim de
evde olmam gerekmiyor mu?”
“Ah tatlım. Senin iyileştiğini düşünmüştüm. Hâlâ iyi
hissetmiyorsun, değil mi?” Patrice aptalca bir şey yapma dan
önce, mesela ateşine bakmak için elini alnına götürmek gibi,
Vivi eliyle dur işareti yaptı.
“İyi hissediyorum.”
Patrice’in alm kırıştı. “Dr. Fredrick’e görünmeyi kabul
etmediğini biliyorum ama...”
Vivi kuzeninin gereksiz endişesine son vermek için avucunu
tuttu. “Gerçekten tamamen iyileştim. Piknik kendimi daha iyi
hissetmemi sağlayacak.“Eğer eminsen...” Vivi başını salladı.
Patrice’in yüzündeki endişeli çizgiler kayboldu. “Teşekkürler.
Rahip Ramsey ayinini gerçekleştirirken tanıdık simalar
görünce iyi hissediyor. Kalabalığın karşısında konuşmak onu
geriyor.” Foxhaven’ın kaşları kalktı. “Ne kadar talihsiz bir
meslek seçimi yapmış.“Hiçbir zaman bu işe uygun olmamış
ama babası ısrar etmiş. Rahip Ramsey’nin Amerika’da geçici
bir müddet kalması da umduğu gibi sonuçlanmayınca
korkarım ki bu işi yapmaya mecbur kaldı.Vivi, Rahip
Ramsey’nin hikâyesini ilk kez dinliyordu. Aslında Patrice ile
olan ilişkisinin ötesinde kafa yormamıştı. Bu durum
vaazlarının neden coşkudan yoksun olduğunu açıklıyordu.
“Ne kadar kötü bir durum44
Rahip duygularını paylaştığın için mutlu olacaktır emi nim
ki Vivian ama lütfen ona bir şey söyleme.” Patrice m sesi
boğulmaya başlıyordu.
“Belki de bu akşamı burada noktalamalıyız,” dedi Vivian.
“Dinlenmelisin.”
Patrice esnemek üzereydi ama bastırdı. “Bu akşam oldukça
yorgun hissediyorum.” Dirseklerini dayadığı masadan güç
alarak ayağa kalktı. Foxhaven da yardımcı olmak için ayağa
kalktı, Patrice’e kolunu uzatıp kapıya kadar eşlik etti.
“Rahip, Pazar günü bir başka samimi yüz gömlekten
mutluluk duyabilir, Leydi Brighthurst. Leydi Vivian’ın
zamanında kilisede olacağına emin olabilirsiniz.”
Pardon? Vivi koltuğundan güçlükle kalktı.
“Sağ salim kilisede olmasını sağlarsanız minnettar olurum,
majesteleri.”
“Benim için zevk olur. Benim gözetimim altında Leydi
Vivian’ın kılma zarar gelmeyecek.”
Ondan, bir çocuktan ya da gözetim altında olması gereken
bir aptaldan bahseder gibi bahsediyorlardı.
“Refakate ihtiyacım yok.” Kelimeler ağzından çıkar çıkmaz
ne kadar gülünç bir duruma düştüğünü fark etti.
Foxhaven kapı eşiğinde durdu ve omzunun üzerinden baktı.
Patrice de Vivian’a bakmak için döndü.
“Yani demek istediğim uşaklarla beraber gidebilirim.”
Foxhaven’ın kendini beğenmiş sırıtışı yok oldu. “Sorun
değil leydim. Piknik yaparak bir gün geçirmek kulağa hoş
geliyor.”
Dükün kendisi ile eğlendiği koca bir gün fikri, Vivian’a hiç
de hoş gelmiyordu.
Pazar günü kiliseye gitmek için yola koyulduklarında, Leydi
Vivian at arabasının en uzak köşesine yerleşince Luke
somurttu. Biraz daha ilerlerse yere düşecekti.
Atın dizginlerini Vivian’a uzattı ama karşılığında zehir
sunmuş gibi bir tepki aldı. “Nasıl süreceğinizi bilmiyor
musunuz?” diye sordu.
Küçümseyen ses tonu, umduğu etkiye sahipti.
“Tabii ki nasıl süreceğimi biliyorum.” Dizginleri alıp
yumuşak elleriyle sıkı sıkı tuttu.
Elleri boş kalan Luke, kollarını Vivian’ın beline dolayıp onu
koltuğun ortasına doğru çekti. Vivian bu beklenmedik
hareketle kaskatı kesilmişti.
“Kuzeninize size bir zarar gelmeyeceğine dair söz verdim.
O kadar kenara oturarak kendinizi tehlikeye atmayın.”
Aslında Vivian’ı bırakacaktı ama sıcaklığı ve parfümünün
tatlı kokusu yüzünden tereddüde düştü. Bu arada hızlı birkaç
kalp atışı kadar süre geçmişti. Yerinden kımıldamayacağına
güvenemediğini kendisine söyleyerek, kolunu sırtından
çekmedi. Vivi kurtulmaya çalışsa da parmaklan ince belinin
etrafını kavramıştı. Öyle ki korsesinin tellerinin izi avucunun
içine çıkmıştı.
“Beni bırakın majesteleri.” Sesinde keskin bir köşe vardı.
“Benimle evlenmek istediğini sanıyordum tatlım. Evlilik
yeminimizi ettiğimizde seni sık sık kucaklayacağım.”
Kışkırtıyor, gerçekleri net bir biçimde sunmaya çalışıyordu.
Eğer dokunuşundan tiksiniyorsa, ki öyle görünüyordu,
ağabeyiyle konuşması gerekiyordu.
Vivian, derin bir nefes aldı ve Luke’a dik dik baktıktan
sonra dikkatini tekrar yola verdi. “Teklifinizle beni
korkutacağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. O kadar korkunç
değilsiniz.”
Luke şaşırdığını gizlemek için gülümsedi. Leydi Vivian
düşündüğünden daha cesurdu.
Vivi, dizginleri bir eline aldı, boşta kalan elini Luke’un
kalçasına koydu. Luke’un içine çektiği soluğu ıslık olarak
çıktı. Vivi sırıtıp kalçasını sıktı.
“İsa aşkına!” Luke Vivi’nin elini yakalayıp zorla kucağına
geri koydu. Pantolonundaki kabarıklığı fark etmesin diye
diğer tarafa döndü.
“İki kişilik bir oyun bu,” dedi Vivian. “Siz bana
dokunursanız ben de size dokunurum.”
İnleme isteğini bastırdı. Birbirlerini elle tacize devam
ederlerse bugün hiç bitmezdi. Tanrı’ya şükür kiliseye
gidiyorlardı. Yoksa Leydi Vivian bu oyundan galip
çıkabilirdi. Luke’un dokunuşu Vivian'ı rahatsız etmekle
kalırken onun içinde bir ateş yakmıştı.
Yedi
Luke, kilisenin sert sırası üzerinde Leydi Vivian ile arasına
hatırı sayılır bir mesafe koymayı başardı. Tahmin ettiği gibi
kiliseye beraber gelişleri meraklı bakışların üzerlerine
çevrilmesine neden olmuştu. Şu an bile, birisi onu izlerken
ensesinde hissettiği o karıncalanma hissi vardı.
Bu Pazar rahibin endişelenmesine gerek yoktu, tüm gözler
Leydi Vivian ve Luke’un üzerindeydi. Vivian ise fark etmiş
gibi durmuyordu. Dolgun pembe dudaklarında belli belirsiz
bir gülümseme vardı. İnsanın sıkıntılarını unutturacak
kusursuz, öpüşülmeye müsait bir ağzı vardı.
Luke’un olduğu tarafa baktığında kendisini izlediğini gördü.
Gülümsemesi yavaş yavaş söndü.
Kahretsin. Luke kafasını çevirip karşıya baktı. Kollarını
kavuşturarak rahibin vaazını dinlemeye koyuldu, bir yandan
da kanı soğumaya başlıyordu. Elbise giymiş bir erkeği
izlemek kadar insanın tutkusunu öldüren bir şey yoktu. Tekrar
arzu ile bakma dürtüsüne karşı koymak için bakışlarını Leydi
Vivian’dan uzağa çevirdi. Ancak aklı ondaydı.
Sadece nefes kesici değildi aynı zamanda neşeli ve cesurdu.
Daha da etkileyicisi ilgi duyduğu konu üzerine görüşlerini
söyleyebilir, patronluk taslarken haddini bildirme hususunda
vicdan azabı çekmezdi. Ayrıca insanı ferahlatan bir biçimde
şeffaftı. Planlarına karşı olduğunu, Luke’un kardeşi gibi sesli
bir şekilde dile getirmese de, seyahatini onaylamıyordu.
Sıkıntılarını Richard’a anlatmaya çalışmıştı ama kardeşi ona
acır gibi başını sallamıştı. Luke’un utanç yarası sıkıca etrafını
sarıyor, hafif bir pırıltı teninin üzerini örtüyordu. Kör edici bir
baş ağrısı yaşamadan bir kitabın sayfalarına bile
bakamıyordu. Acıdan başka bir şeye odaklanamıyorken
ailesine nasıl bakabilecekti? Artık babasının unvanını
taşıyamayacakken yaşamının amacı neydi?
Bir kez daha Leydi Vivian’a baktı. Leydi Vivian onunla
evlenmek, çocuklarını doğurmak, normal bir hayat sürmek
istiyordu ama Luke artık normal olamazdı. Leydi Vivian ne
derse desin, kırsalda tek başına sakin bir hayat genç ve hayat
dolu bir kadını tatmin edemezdi. Er ya da geç Londra’da
geçirilecek anları, operayı, centilmence ilgiyi arzulayacaktı.
Omurgası kaskatı oldu. Centilmence ilgiymiş, kıçım.
Kahrolası hovardaların Vivian’ın etrafında olması fikri,
yarasını deşti. Kilisedeki erkekleri incelemek için
döndüğünde, herkesin ayakta olduğunu fark etti.
“Muhteşem Lütuf ”un ilk notaları orgdan yükseldiğinde
ayağa kalktı. Leydi Vivian ilahi kitabını paylaşmayı teklif etti.
Luke tutmadan önce endişeli bir şekilde kitaba baktı.
Güçlü ve duygusal sesi Luke’u şaşırttı. Uç kız kardeşi ve
çeşitli aile fertleri ile birlikte sayısız müzikale katıldıktan
sonra sadece aktrislerin ahenkli bir sese sahip olabileceğine
inanmıştı.
Leydi Vivian duruşunu ayarlarken parmakları parmaklarına
değdi. Bu hareket Luke’un kolundan yukarı bir titreşim
gönderdi. Bilerek mi dokundu anlamak için Vivian’a baktı
ama onun dikkati notalarda ve sözlerdeydi.
Luke da şarkı söyleme konusunda kız kardeşlerinden daha
iyi değildi. Bu yüzden ağzını oynatmakla yetindi. Bir
zamanlar münasebetsiz bir aktris Luke’un şarkı söylemesini
azgın bir Mart kedisinin çığlığına benzetmişti. Müzikal
yeteneğinin o kadar da kötü olduğunu sanmıyordu ama bülbül
gibi şakımadığını da biliyordu.
Leydi Vivian’ın kalçası hafifçe kalçasına yaslandı. Yine ne
yaptığının farkında değil gibi gözüküyordu. Üçüncü kıtaya
geçtiklerinde yana kayıp Vivian’dan uzaklaştı. Vivian yüzünü
kitaptan kaldırdı, haylazlık yüzünde dans ediyordu. Demek
kasten dokunmuştu. Luke’un bakışları üstünde, dizeyi bitirdi.
Dudaklarının kenarı yukarı kıvrılmıştı. Vivian’ın sesi
üzerinden akıp geçerken Luke’un boğazı düğümleniyordu,
başka tarafa bakarken bile aklını alıyordu. Daha önceki
bakışları için intikam mı alıyordu?
Çizmesinin ucu ayağına değince arzu damarlarında
dolaşmaya başladı. Böylesi masum bir temastan nasıl
etkilenebilirdi? Hele ki kilisede, “Muhteşem Lütuf ”un yedi
kıtasını okuyormuş gibi yaparken.
Yedi, Tanrı aşkına!
İyileştiğini kanıtlamak için yedi kıtaya ihtiyaç duyan
BayNewton’ın da ahlaksız hayatının da Allah belasını versin.
Müzik yavaşça sona ererken ilahi kitabını alıp, masumca
gülümsedi. “Majesteleri.”
Boynunu sıkıştırmak istiyordu. Ya da saçmalayana kadar
öpmek. Ya da sıranın üzerine yatırıp“Leydi Vivian!” İnce bir
ses fantezisini bölüp Luke’u kendine getirdi.
Al yanaklı yaşlı bir kadın koridorda durmuş kaşlarını
çatarak onlara bakıyordu. Büyük göğüsleri elbisesinin
dikişlerini zorluyordu.
“Bayan Honeywell, sizi görmek ne kadar güzel. Lond ra’da
hoş vakit geçirmişsinizdir umarım.” Leydi Vivian’ın nazik
tavrı Luke’a onun terbiyeli bir leydi olduğunu hatırlattı.
Hakkında hayal kurmayı bırakmalıydı.
“Leydi Brighthurst nerede?” Vikontesten bahsederken
kadının burnu kırıştı. “Sizin yanınızda olmadığından ağa
beyinizin haberi var mı?Leydi Vivian kaskatı kesildi.
Bayan Honeywell, küçümseyen bakışlarıyla onu yerine
çivilemişti. “Lord Ashden bugünkü hâlinizi mutlaka bilmek
isteyecektir. Onu bilgilendirdiğimde bana müteşekkir olacak.”
Luke kadını süzdü. Dün akşam yemekte bahsi geçen
cadalozdu bu.
“Leydi Vivian,” dedi. “Lütfen dostunuza kendimi takdim
etmeme izin verin.”
Burnundan soluduğunu düşünüyordu ama bakışlarını Bayan
Honeywell’den ayırmadı.
“Nasıl isterseniz. Bayan Honeywell, şey...” Kaşlarını
kaldırdı. “Bayan Honeywell Bedfordshire’ın en büyük toprak
sahibidir.” Luke’un bir şey söylemesini bekler gibi durdu.
“Gerçekten mi? Tebrikler madam. Gurur duyuyor
olmalısınız.”
“Evet, gururluyum...” Gözlerini kırptı, yuvarlak yüzü
şaşkınlıkla dalgalanıyordu.
Leydi Vivian, kendine hâkim olmaya çalışarak dudaklarını
birbirine bastırdı.
Bayan Honeywell hızlıca elini sallayarak Luke’un
yorumunu savurup kaldığı yerden devam etti. Pis bakışları
yine VivianTn üzerindeydi. “Ağabeyiniz bugünkü utanmaz
gösterinizi duyduğunda-”
“Beni affedin sevgili Leydi.” Luke, ses tonu hataya yer
bırakmasa da, etkilemeye çalışarak gülümsedi. Leydi Vivian’ı
eleştirmeye hakkı yoktu, özellikle de onun yanında. “Suçlu
olan benim. Nişanlımın güzelliğine kapılmış durumdayım,
gördüğünüz gibi. Ama haklısınız, aşk kötü davranışlar için bir
bahane olamaz.”
“Nişanlınız mı?” kelime neredeyse Bayan Honeywell’i
nefessiz bırakacaktı, yüzü kıpkırmızı olmuştu. “Lord
hazretleri onun için eş bulduğundan bahsetmemişti.”
Luke’un çenesi gerildi ama öfkesini gizledi. Yılların
tecrübesine sahipti. Leydi Vivian’a sahip çıkmak akıllıca
değildi. Babası ve Ashden arasındaki görüşmeler herkes
tarafından bilinmiyordu. Yine de Vivian’ı bu cadalozdan
koruma isteği ağır basıyordu. Leydi Vivian’a bakınca
gülümsedi. “Abin kıvançlı haberimizi henüz kimseye
söylemedi sanırım, değil mi?”
“Korkarım ki hayır, majesteleri. Ama her şey ani bir şekilde
gelişti zaten, değil mi?”
Bu sırada Bayan Honeywell’in yüzü renkten renge
giriyordu. “Majesteleri mi?”
Leydi Vivian, âşık bakire rolünü zevkle oynayarak Luke’un
koluna girdi. Yüzünü kaldırarak gür kirpiklerini kırpıştırıp
gözleri ışık saçarak gülümsedi. Tanrım, böyle hayranlıkla
kendisine bakarken iç organları titriyordu. Bütün bu oyun
gerçek olsaydı kim bilir neler olurdu?
“Bayan Honeywell, Foxhaven Dükü’nü takdim etmeme izin
verin.”
“Ah Tanrım. Foxhaven Dükü mü?” Gösterişli yanaklarını
yelpazelemeye başladı.
Luke formalite icabı eğildi. “Hizmetinizdeyim. Şimdi
müsaadenizle madam. Bu güzel Bayana kilise pikniğinde
eşlik etmeye söz verdim.”
Etrafından dolanmaya çalışırlarken, yana adım atıp yollarını
kapadı. “Majesteleri, belki de piknikte beni bulsanız # iyi
olur. Size özel olarak anlatacağım şeyler olabilir.”
“Bilmem gereken her şeyi biliyorum, iyi günler, madam.”
Leydi Vivian, bugünden sonrasını hasarsız atlatamayacaktı.
Eğer Bayan Honeywell, Dunstable’ın önde gelenlerini temsil
ediyorsa, yargılayıcı insanlarla karşı karşıyalar demekti.
Leydi Vivian’ı yüzleşeceği sonuçlarla tek başına bırakıp
gidemezdi ama onunla ne yapacağını da bilmiyordu.
Anlaşmayı bozma planı, beraber geçirdikleri her an daha da
karmaşık bir hâl alıyordu.
Kilisenin merdivenlerinden inerken Vivian’ın içinde
kabaran sevgi, Foxhaven’ın koluna sarılması için teşvik
ediyordu. Bu sefer de cesur savunması ile Vivian’ı şaşırtmayı
başarmıştı. Onunla evlenmeyi yeniden düşünüyor muydu?
Bayan Honeywell’e tepkisi öyle olduğunu gösteriyordu.
Vivi, geçen gün yaptığı teklifin doğru olduğunu düşünmüştü
ama reddedilmek gururunu incitmişti. Belki de, ondan pek bir
şey beklemeyen bir kadınla evlenmenin avantajlarını görmeye
başlıyordu.
“Beni ejderhadan koruduğunuz için teşekkür ederim.”
“Leydi Vivian, Bayan Honeywell ejderhalardan değil
Gorgonlardan geliyor.”
Vivi kıkırdadı. Dük de onun kadar saygısızdı ve bu hoşuna
gidiyordu.
Yine de kilisedeki davranışından dolayı biraz utanmıştı.
Yanlışlıkla dokunuyormuş gibi yapmak, onun için bile,
utanmazca bir hareketti ama arabada bacağını sıktığında
Foxhaven’ın tepkisi başını döndürmüştü. Arsızca olsa da,
soğukkanlı duruşunu bozmaktan hoşlanmıştı. Bu onu daha
insancıl yapmıştı.
Eli elini kaplıyor ve sımsıkı bastırıyordu. “Kadının
Ashden ile irtibat kurma olasılığı var mı? Ona yazıp durumu
izah edebilirim isterseniz.”
Vivi’nin güveninin bir kısmı uçtu. Belki de dükün fikirlerini
değiştirememişti.
“Bayan Honeywell’i hafife almamayı öğrendim. Ash’in
kulağına gitme ihtimali olursa teklifinizi kabul edeceğim ama
şu noktada harekete geçmeye gerek yok.” Başını bir yana
yatırdı. “Âşık erkeği çok iyi oynadığınızı daha önce söyleyen
oldu mu?”
“Öyle mi? Mükemmel. İlham kaynağım çok... ilham verici.”
Gözünü kırpıp Vivian T daha da yakınma çekti. “Ama bugün
hep yanımda kalmalısınız ki kimse gerçeği anlamasın.”
Taş kilisenin arkasında, renkli battaniyelerin yeşil çimin
üzerine serildiği alana doğru kol kola yürüdüler. Üzerleri
yarışacak turtalar, danteller, resimler ve nakışlarla dolu
masalar kilise binasının yakınına kurulmuştu.
Foxhaven masalara doğru başıyla işaret etti. “Siz de
yarışmalara giriyor musunuz?”
“Tanrım, hayır. Aslında girmeliyim. Böylece diğer
leydilerin kendilerine güvenleri artar.”
“Yani başarınızın bir nişanesi olarak eve kurdele götürme
zevkini hiç tatmadınız?”
“Başarı kurdelesi kazanmak için bir şey başarmak lazım
majesteleri.”
Üzerinde tavuk ve soğuk jambonla dolu tabaklar, çeşit çeşit
meyveler ve tatlı bisküviler olan, beyaz örtülü iki masanın
önündeki sıraya girdiler. Foxhaven Vivian’a bir tabak uzattı.
Vivi tabağını doldurup oturabilecekleri bir yer bulmak için
ilerledi.
Bir zamanlar arkadaşları olduğunu sandığı bir grup genç
kız, Vivian’ın yaklaştığını görünce, başka tarafa bakarak
sırtlarını döndüler. Yalnızlık acısı zaman içinde körelmişti
ama hakir görmeleri bugün onu daha çok yaralamıştı.
İnsanlardan uzakta bir battaniye seçip oturdu. Biraz sonra
Foxhaven da ona katıldı.
Yere çizgi çeken bir grup erkeği işaret etti. Yardımcı Rahip
Bay Fry, elinde kumaş parçaları, çizginin yerini kontrol
ediyordu.
Foxhaven Vivian’a döndü. “Bence üç bacak yarışında
kurdeleyi alabiliriz. Siz hızlı bir koşucusunuz. Benimle eş
olur musunuz?”
Vivian kabul etmek üzereydi ama ağzından çıkmak üzeolan
hevesli bir
55 5 anda durdurdu. Yakınlarında kendilerini duyacak
kimsenin olmadığına emin olduktan sonra sessizce konuştu.
“Zaten dedikodu malzemesi olduk. Benimle evlenmek gibi bir
niyetiniz yoksa, kasaba halkına yeterli nedeni verdim
korkarım kiKaim, siyah kaşları düştü. “Reddedemeyeceğimi
bilme lisiniz, özellikle de şimdi. Mahvolurdunuz. Sadece bu
nok tada vazgeçebilirsiniz.İç geçirecekti ama kendisini tuttu.
Yine başladıkları yere dönmüşlerdi. “Dürüst olmam gerekirse,
kuzenim benim yüzümden çok sıkıntı çekti. Artık benim
sorumluluğumu daha fazla yüklenmesini ondan isteyemem.
Anladığım kadarıyla siz de bu sorumluluğu almayı hak
etmiyorsunuz ve bunun için de özür diliyorum. Ama siz
benim son umudumsunuz-”
“Leydi Vivian.”
“Lütfen, dinleyin. Tek istediğim teklifimi ciddi bir şekilde
düşünmeniz. Bana soyadınızı verin sonra istediğinizi
yaparsınız. Güney Kutbunu keşfedin ya da kayıp şehir
Atlantis’i arayın, ben de kırsalda sakin bir yaşam süreyim.
Sonrasında hiç canınızı sıkmam.”
“Lütfen saçmalamayı kesin.” Mavi gözleri Vivian’ın içine
işledi. “Babanız bir asildi, eminim ki size mükemmel bir eş
olacak bir centilmen vardır. Neden böyle bir evliliğe razı
oluyorsunuz?”
Vivi, kendisini utandırmakla tehdit eden gözyaşlarını
tutmaya çalıştı. Dük, seçme şansı olduğunu sanıyor, onu
anlamıyordu. “Eğer sizinle evlenmezsen ağabeyim beni
İskoçya’daki bir manastıra yollayacak. Ağabeyimin eşi
neredeyse iki yıldır bu fikrin üzerinde duruyor.”
Foxhaven geri çekildi. “Manastır mı? Ne için? Lond ra’da
yaşayabilirsiniz. Ağabeyiniz deli mi?
Omuzlarını silkti. “Ben de aynı şeyi merak ediyorum.
Aslında eşinin çok da aklı başında bir insan olmadığını
biliyorum.
Kaçan bir damla gözyaşını silip sahte bir kahkaha attı. Daha
iyi düşününce, majesteleri, ailemle aranıza mesafe koymakla
akıllılık ediyorsunuz. Delilik bulaşıcı olabilir. ağzının
etrafındaki gerginlik yumuşadı. Ayağı ayağına değdi
Siz deli değilsiniz. Önceki gece böyle dediğinizi çok net
hatırlıyorum.
Yüzünü buruşturdu. “O geceyi unutma şansınız var mı? “Bir
parçacık bile yok,” dedi sırıtarak.
“Harika.”“Dinleyin. Hemen içinizi karartmayın. Bunu nasıl
çözebileceğimiz konusunda bir fikrim var sanırım.”
Vivian umut dolu gözlerle baktı. Luke, dişlerinin arasındaki
ufak aralığı göstererek gülümsedi. Bu, kusursuz biçimde
kusurlu gülümsemeye âşık olabilirdi. Tabağını battaniyenin
üzerine koydu ve ayağa kalktı, Vivian’a elini uzattı, “Bugün
eğleneceğiz. Can sıkıcı konuşmalara son.” “Anlaştık.”
“Haydi, gel. Eve kurdele götürmek istiyorum ama
yardımınıza ihtiyacım var.”
Vivi de tabağını kenara koyup ayağa kalktı. Kendisine
ihtiyacı varken onu nasıl reddedebilirdi?
Bay Fry, parmaklarını ağzına soktu ve keskin bir ıslık çaldı.
Başlar rahip yardımcısına dönünce sohbetler sonra erdi.
“Bayanlar ve baylar, üç bacak yarışması başlamak üzere. Bu
tarafa gelin ve bir eş seçin.”
Vivian ve Foxhaven çizgiye adım atan ilk yarışmacılardı
fakat diğer yarışmacılar da sonrasında onlara katıldılar. Son
olarak da isteksizler öne çıktı. Lord Goodrich canhıraş karşı
koymalarına aldırış etmeden başlangıç çizgisine sürüklerken,
Bayan Heaton’ın yüzü Noel ışıkları kadar kırmızıydı.
Bay Fry, elindeki kumaş şeritlerini yarışmacılara uzata uzata
ilerledi. Foxhaven Vivi’nin yanında diz çöküp bileklerini
birbirine bağladı. Ayağa kalktı ve elini Vivian’ın beline
doladı. Vivian’ın vücudu ayak bileğinden Luke’un hafifçe
elini koyduğu yere kadar titredi.
“Siz de sarılmalısınız Leydi Vivian,” diye kulağına fısıldadı.
“Ben dokunursam siz de dokunacaktınız, söz vermiştiniz.”
Ateşin vücudunu sardığını hissetti ama kolunu beline doladı.
Dük, kalçasından çekerek Vivian’ı biraz daha kendisine
yaklaştırdı. O ana kadar bu yarışın ayıp bir tabiatı olduğunu
fark etmemişti. Rahip ve yardımcılarının böyle şeylere
müsaade etmesi merak konusuydu. Belki de kalçaları
birbirine değen kadın ve erkeğin yakınlığı ile hissedilen hoş
duyguların farkında değillerdi.
“Haydi, yürümeye çalışalım. Önce orta bacak. Bir, iki,uç.
Pratik yapmak için diğer çiftlerin etrafında dönerek
zıpladılar.
Bay Fry, herkesi başlangıç çizgisine çağırdı. “Üç deyince.
Çizgiyi geçen ilk takım kazanır.”
Foxhaven’ın kasları gerilmişti. Vivi ona doğru baktı. Çenesi
kararlı bir çizgi hâlini almış, gözleri hedefe odaklanmıştı.
Vivian o anda fark etti ki hiçbir şey Foxhaven’ı istediğini
almaktan alıkoyamazdı. İçini bir huzursuzluk kapladı ama
görmezden geldi. Bugün onun arzu ettiğini istiyordu ve
Vivian da istediğini başarmasına yardım edecekti. Yarın başka
bir hikâyeydi.
Bay Fry, kahverengi kunduz şapkasını havaya kaldırdı. “Bir,
iki, üç.” Kolunu indirdi. “Başla!”
İleri atılan iki genç oğlanın tiz sesleri Vivian’ı güldürdü.
Foxhaven Vivian’a sarılıp adımlarını uydurdu. Önde gidenler
bir adımı kaçırınca bacakları birbirlerine dolandı. Vivian ve
Foxhaven onlardan ayrılıp sabit koşularına devam ettiler.
Aynı anda duyulan her adım sesi arayı açtıklarının
habercisiydi.
Vivian sağa baktığında Bayan Heaton ve Lord Goodrich’i
gördü.
“Daha hızlı!” Baron at sürüyormuşçasma coşkulu
bağırıyordu.
Vivi birkaç metre ilerideki çizgiye odaklandı.
“Biraz daha dayan tatlım. Harika gidiyorsun.” Foxhaven’ın
iltifatı moralini yükseltti. Gerçekten de onun yanında
kilometrelerce koşabilirdi.
Lord Goodrich arkalanndan bağırmaya devam etti, ses tonu
öfkeli bir hâl almaya başlamıştı. Daha da geride kaldıklarında
Bayan Heaton’ın çaresiz çığlığı duyuldu.
Vivi ve Foxhaven, gülerek ve biraz da nefessiz bir hâlde
çizgiyi ilk geçen çift oldular.
“Bravo Leydi Vivian!”
Bir kere daha sarılıp aralarındaki bağı çözmek için yere
eğildi.
Vivi kucağındaki kurdelelerle oynuyordu. Toplamda üç tane
kazanmışlardı: birini üç bacaklı yarışmada birlikte
kazanmışlar, diğer ikisini dük nişan alma ve ok atma
yarışlarında kazanmıştı.
Foxhaven, Brighthurst Malikânesi’ne doğru at arabasını
sürerken Vivian da kısık gözlerle parlayan ikindi güneşinde
ona bakıyordu. Dizginleri tutuşunda rahat bir güven vardı.
Asilliğin tüm öz güvenine sahipti ama şaşırtıcı derecede müte
vaziy di.
Burnunu seviyordu. Ne aşırı hükmeder bir hâli vardı ne de
kusursuzdu; geçmiş bir travmanın eseri gibi gözüken yüksek
bir çıkıntısı vardı. “Ayak yarışını bile bile kaybettiniz, değil
mi?”
Gözlerini yoldan ayırmadı. Dudağının bir kenarı kıvrıldı.
“Bunu da nerden çıkardınız?”
“Üç yaz önce Dottie Kennicot’un bahçe partisinde yarışmak
için bana meydan okuyan Adam Randolph’u yenmiş* tim.”
Sevgili arkadaşı Dottie’yi nasıl da özlemişti. Üzüntüsünü
savuşturdu. Uzun zamandır böyle eğlenmemişti ve
değiştirilemeyecek şeyleri düşünerek anı mahvetmek
istemiyordu. “Bay Randolph sonraki iki hafta boyunca surat
astı. Kilisede karşılaştığımızda kaba ve kısa bir şekilde selam
verdi.”
Foxhaven güldü. “Zavallı Bay Randolph ödülünü alamamış.
Somurtmasına şaşmamak lazım.”
“Ne ödülü? İşin içinde ödül falan yoktu.”
Foxhaven’ın içinde mutluluk çeşmesi olmalıydı. Yüzünden
gülümseme eksik olmuyordu. “Bir öpücük, Leydi Vivian.
Onun yerinde olsam bunu isterdim.”
Yanaklarına yayılan kırmızılığı görmesine fırsat vermeden
yüzünü çevirdi. “İstemezdiniz, majesteleri. Ne kadar da
şakacısınız.”
“Sizi temin ederim ki isterdim.”
Kucağındaki kurdeleleri üst üste dizdi. Nasıl cevap
vereceğini bilmiyordu. Cilve yapma sanatında hep bir
gözlemci olarak kalmıştı. Pratiklikten yanaydı. “Beni
öpseydiniz benimle evlenmek zorunda hissederdiniz, ve
ikimiz de böyle bir birleşmeyi arzu etmediğinizi biliyoruz.”
Arabayı yolun kenarında, bir ağacın altında durdurdu.
Brighthurst Malikânesi’nin yüksek çatısı uzakta gözüküyordu.
Luke, Vivi’nin elini tutarak ayağa kalktı. “Benimle gelin.”
“Neden?” Vivi’nin sesi tiz çıkmıştı. Peşinden güçlükle
ilerledi. Yüce tanrım, kendisini kanıtlamak gibi bir niyeti
yoktu, değil mi?
Vivian’ın belini kavrayıp yere indirdi. Ama ellerini
çekmedi.
Şeker pekmezi aşkına! Daha önce kimse ile öpüşmemişti ve
ne yapacağını bilmiyordu. Gözlerini kapattı ama ağzı
konusunda emin değildi. Dudaklarını yaladı ve büzüştürdü.
Bekliyordu.
Yakındaki bir ağaçta, bir ağaçkakanın hızla vuruşları
duyuldu. Elbisesinin kolları esen rüzgârla havalandı.
Parmakları belini sıkıyor ve daha yakınına çekiyordu.
“Lanet olsun her şeye.” Ellerini bıraktı.
Vivian gözlerini açtığında bir boşluğa bakıyordu. Foxhaven
atların etrafından dolaşmış, budaklı, yaşlı bir çınar ağacına
doğru yürüyordu. Çınarın dalları berbat boğumları olan
parmaklar gibi bükülmüştü. Burnunun çıkıntısını kırıştırarak
seslice nefes aldı ama bir şey söylemedi.
“Tırmanmak için güzel bir ağaç,” dedi Vivian gergin
sessizliği bozmak için.
Foxhaven ağacın dallarına baktı. “Ağaca tırmanır mısınız?”
Vivi peşinden gitti. Bir leydiye yakışmayan başka bir
alışkanlığı kabul etmek düşesi olmaya uygun olmadığım bir
kez daha kanıtlamak olacaktı ama Foxhaven’ın canını sıkan
Vivian’ın tuhaf davranışları değildi.
“Zaman zaman tırmandığım doğrudur. Ama tabii,
pantolonumu giyiyorsam.”
Ona bakarken gözleri parladı. “Hiç beklediğim gibi
değilsiniz.”
“Teşekkürler majesteleri. Yani, sanırım.” Dizlerini kıvırarak
yere çöktü.
“Foxhaven diye seslenmek çok samimi gelirse ve
duygularınızı incitirse, bana Luke diyebilirsiniz. Ama
ilişkimiz ‘ınajesteleri’ gibi formaliteleri ortadan kaldırmayı
gerektiriyor.”
Vivian başını eğerek baktı. “Peki, ne tür bir ilişkimiz var?”
Küçük bir çocukla ilgileniyormuş gibi önüne çömeldi.
“Hızlı gelişen bir arkadaşlık bizimkisi, sanırım.”
“Benden, size veremeyeceğim bir şey istiyorsunuz. Bence
arkadaşlığımız uzun ömürlü olmaz. Belki de bu kadar aceleci
olmamalıyız.”
Luke yerden bir sap ot koparıp, parmaklarının arasında
dolaştırdı. Dudakları azıcık inceldi ama daha sonra kocaman
gülümsedi. Gülümsemesi göz kamaştırıyor ve Vivian’ı
heyecanlandırıyordu ama giderek buna güvenmemeye
başlamıştı. Ciddi gözlerinin arkasında olanları gizlemek için,
gülümsemesini
bir
maske
olarak
kullandığından
şüpheleniyordu .
“Geleceğinizi nasıl hayal ettiğinizi anlatın. Manastırdan
kaçmak için istediğiniz geleceği değil, gerçekten arzu
ettiğinizi.”
Önünde diz çökeni arzu edebilirdi mesela. Foxhaven kibar
ve anlayışlı görünüyordu. Onu sevebilir, iyi bir eş olabilirdi.
Ama bunu itiraf edemezdi.
“Diğer kadınlardan farklı değilim. İyi bir evlilik yapmak
istiyorum. Eğer eşim para konusunda akıllı olur, çok cimri
olmaz ve ağzındaki dişleri tam olursa, mutlu olurum.”
Foxhaven içten, ağız dolusu bir kahkaha ile gülerken başını
geriye attığında, Vivian’ın son isteğine uygun olduğunu
kanıtladı. “Hepsi bu mu? Daha fazlasını istemediğinize
inanmakta güçlük çekiyorum.”
“Daha fazlasını isteyecek bir durumda değilim. Böyle
durumlarda kadınların söyleyecek az şeyi olduğunu
bilmelisiniz.”
Durgunlaştı ve düşünceli bir şekilde başını salladı. “Peki ya
çocuklar? Bir vâristen bahsetmiştiniz ama aile hayatı
istemiyor musunuz?”
Parmağının sardığı otu inceledi. Parmağının ucu önce
kırmızıya döndü sonra da o fark etmeden morardı. O da sıkıca
sarılmış ve milim milim ölen parmağı gibi mi hissediyordu?
Konumunun
beraberinde
getirdiği
baskılan
tahmin
edebiliyordu. Ağabeyi de kendi sorumlulukları altında
ezilirdi. Ve Muriel vardı. Karısının hastalığının dönemsel
tekerrürleri, ağabeyinin boynunda bir tasmaydı. Ya Vivi’nin
aile hayalleri, Muriel’in hastalığının ağabeyine yük olması
gibi, Foxhaven’a yük olursa?
“Aile hayatı yaşamak istemiyorsunuz, değil mi?” diye
sordu. “Soyadınızı sürdürecek bir vârise ihtiyaç duyabilirsiniz
ama bir aile kurmak istemiyorsunuz.”
Foxhaven ayağa kalktı. “Gerçekten bunlan düşünmek
istemiyorum.”
Vivi alt dudağını ısırdı. Onu bırakabilirdi. Bu kararı
pahalıya mal olabilirdi ama başka birinin acı çekmesine sebep
olmak kendisinin neden olduğu sefalete katlanmaktan daha
kötü gözüküyordu.
Keşke daha cesur olsaydım diye düşünürken güçlükle
yutkundu.
“Bir teklifim var Leydi Vivian. Belki de bir çözüm.
Northumberland’deki ev partisinde bana eşlik etmenizi
istiyorum.”
Ev partisi mi?” Bu saçma teklifin nesi çözümdü? Annem
her yıl ev partisi düzenler. Çok saygın bir or tamdır ve
amacımıza oldukça uygundur.”
“Kulağa nankörlük ediyormuşum gibi geliyorsa bağışlayın.
Davetiniz için minnettarım ama bir ev partisi amacımıza nasıl
uygun olabilir?” Ve amacımız ne?
“Partiye pek çok seçkin bekâr katılacak.”
Kaşlarını kaldırdı ve amacımız belli değil mi? der gibi baktı.
Değildi, en azından Vivian için.
Cevap vermeyince, Luke iç geçirdi. “Her biri ile ilgili
bilgiyi paylaşabilirim mizacı, ailesi, maddi durumu ve sonra
tanıştırabilirim. Benim yerime geçecek bir eş adayı
bulabilirsiniz. Sonra da kimse fark etmeden anlaşmamızı
bozabiliriz.”
“Anladığım kadarı ile buna epey kafa yormuşsunuz.”
Zararsız olabilirdi ama onu başka bir erkeğe yamamaya
çalışması, acıydı. Özellikle de paylaştıkları bu güzel günün
ardından.
Kendinden gurur duymuş gibi görünerek kocaman
gülümsedi. “Saygı değer bir evlilik ağabeyinizi mutlu eder,
sizi de manastıra gitmekten kurtarır. Ve ben de sizin adınızı
lekelemeden ve babamın sözünü çiğnemeden serbest
kalabilirim. Neden daha önce bunu düşünemedim,
bilmiyorum.”
Göğsü daraldı ve farkında olmadan bir elini göğsünün
üzerine koydu. “Ash’in izin vereceğinden emin değilim. Beni
araya karıştırmadan bir nişan yapmanın en iyisi ola cağını
düşünmüştü.Foxhaven’ın derin mavi gözleri içini deliyordu.
“Sebebi neydi?Bir omzunu silkti ve başka tarafa baktı.
Gerçeği sakla mak yanlıştı ama adil olmayan bir şekilde
yargılanmıştı v
|;oxhaven ile evlenmesi gerekiyordu, işte bu yüzden gerçeği
saklamalıydı.
“Başkalarından farklı olduğumu kabul etmelisiniz.
Düşünmeden davranma huyum yüzünden bir şeyleri
başarmak benim için hep zor oldu.”
Vivian çocukluğundan beri bu dertten muzdaripti. Patrice,
isterse bunun üstesinden geleceğini söylemişti ama Vivian
asla başaramamıştı.
FoxhavenTn
çenesindeki
gerginlik
kayboldu
ve
gülümsemesi yine içini ısıttı. “Siz mutluluk verici taze bir
nefessiniz Leydi Vivian. Erkekler gönlünüzü kazanmak için
yarış edecekler.”
“Yalancısınız.” Yanlışlıkla gururunu okşadığını bilse de
yanakları zevkten kızardı. “Iş terbiyesiz bir kızla evlenmek ve
ölüm arasında bir seçim yapmaya gelince, bu senaryoda
kimse kazanmıyor.”
“Cazibenizi hafife alıyorsunuz.”
O da başka erkeklerin, onun gibi olabilme hünerlerini hafife
alıyordu. Korkuyla kaçmamış olabilirdi ama bu diğerlerinin
de kaçmayacağı anlamına gelmiyordu.
“Belki de ağabeyinizden parti için izin alabilirim. Tabii, siz
de onaylarsanız. İstemiyorsanız da bunu sizden talep
etmeyeceğim.”
“Ah,” Bugüne kadar kimse geleceği ile ilgili bir konuda
Vivian’ın fikrini almamıştı. İznini isteyen de olmamıştı.
Gözyaşları akmaya hazırdı.
“Cevabınız nedir, leydim? Size bir eş bulmama müsaade
edecek misiniz?”
Aptal duygularını bastırmaya çalışarak, yavaşça başını
salladı. İyilik yapması bir anlam ifade etmiyordu. Hâlâ ondan
kurtulmak istiyordu.
“Harika,” dedi Luke. “Bu akşam ağabeyinize bir mektup
yazacağım.”
Uzattığı elini tuttu ve ayağa kalktı. Parmakları parmaklarına
dolanmış bir hâlde arabaya kadar gittiler. Yan gözlerle
bakıyor, Foxhaven’ı çözmeye çalışıyordu. Her kelimede
ondan kurtulmak istediğini söylüyordu ama hareketleri hiç
öyle demiyordu.
Kalbinde bir kıpırtı başladı; bir soru. Ya onu karısı olarak
istediğinin henüz farkında değilse?
Eli belinde, arabaya binmesine yardım ederken Vivi’nin
sonu gelmeyen hayal gücü çalışmaya devam etti. Bir erkeğin
bir dükün kur yapması cesaret ve aptallıktan daha fazlasını
gerektirirdi. Neyse ki Yivi de aptallık bolca vardı.
Teşekkürler, Luke.
İfadesiz maskesini yüzüne geri takmadan önce burun
delikleri hafifçe kabardı. Artık onu ikna etme derdinde
olmadığından belki de yakınlıklarını ilerletmek için tekliften
geri adım atmak istiyordu.
Vivian koltuktaki yerini aldı. “Hâlâ vaftiz isminizle
seslenme iznim var mı?”
“Tabii ki Leydi Vivian.” Bir akrobat gibi çevik, arabaya
atladı, yanma oturup atın dizginlerini aldı.
“isterseniz bana Vivian diyebilirsiniz.”
Luke başını salladı ve atları yola doğru çevirdi. Araba
oluğun üzerinde sarsıldığında Vivian’ın dikkati, planındaki
olası bir aksamaya çevrildi.
Bir erkeğe nasıl kur yapılır, nereden başlanır hiçbir fikri
yoktu.
Sekiz
Luke erkek kardeşi ve eşini beklerken, Brighthurst
Malikânesi’nde zaman geçirmenin keyifli yollarını bulmuştu.
Vivian’ın kuzeni tam olarak iyileşemediğinden, Luke’un
ailesi Irvine Kalesi’ne yaklaşan ziyaret için şaperonluk yapma
görevini üstlenecekti.
Geçen haftanın büyük kısmı Vivian ile geçmişti.
Dinçleştiren gezilerle başlayan sabahlar, satranç tahtası
üzerindeki,
genellikle
Vivian’ın
galibiyetiyle
biten
mücadeleler ile son bulmuştu. Ağabeyinin bahsettiğinden çok
daha fazlasına sahipti ve Luke Ashden kız kardeşini gerçekten
tanıyor muydu merak ediyordu.
Bu öğleden sonra, uşağı ile küçük bahçede yeni aldığı
Harper’s
Ferry
çakmaklı
silahını
denemek
için
sabırsızlanıyordu. Kırsalda tatil yapmanın en iyi yanlarından
biri de ateş ettiğinde gürültüden şikâyet edecek kimsenin
olmamasıydı.
Thomas’a hedefi yerleştirmesi için işaret etti, ve uşağı
güvenli bir yere gidene kadar bekledi.
Luke nişan aldı ve tetiği çekti. Silah tatmin edici bir ışık
saçip geri tepti. Üç yıl önce Amerikalı bir askerde
gördüğünden beri bu silahı istiyordu. Arkadaşı Daniel,
Amerika’ya gittiği zaman almış ve ailesine bir konuda yardım
ettiği için teşekkür etmek amacıyla Luke’a vermişti.
Silahın elindeki hissi güzeldi. Hedefinin soluna ateş etmişti.
Bir kere daha doldurdu ve bir kez daha ateş etti. Çürümüş
elma parçalara ayrıldı.
“iyi atış, majesteleri,” dedi Thomas.
Luke alkış sesi ile irkildi. Arkasına döndüğünde hizmetçisi
ile birlikte kendisine doğru yaklaşan Vivian’ı gördü. “Bravo
majesteleri. Bahçede yürüyüş yaparken silah sesi duydum.”
Ateşlenen silahtan korkmayan bir leydi.
İncelemesi için silahı uzattı. “Benim için gurur ve keyiftir.”
Cilalanmış kabzaya uzanırken parmakları parmaklarına
değdi. Günlerdir içinde yanan ateş alevlenmişti.
“Ne kadar güzel,” dedi Vivian. “Ash’inkiler bu kadar iyi
değil.”
Doğru değildi. Ashden değerinin farkında olmasa da müthiş
bir kız kardeşe sahipti. Onunla evlenmeye hevesli başka bir
erkek bulmak hiç de zorlu bir iş değildi.
Boğazını temizledi ve silahını yeniden doldurmak için
uzaklaştı. Vivian’ın yakınında olacak bir başka erkeği
düşünmek istemiyordu yoksa aptalca bir şey yapabilirdi.
“Ateş etmek ister misiniz?”
“Ben mi?”
“Başka bir elma koy,” dedi Thomas’a. “Atıcılığa
yeteneğiniz olduğunu söylediğinizi hatırlıyorum.”
“Nasıl ateş edileceğini biliyorum dedim, on adım öteden bir
elmayı vurabilirim demedim.”
Luke göz kırptı. “Elmanın karşılık vermeyecek olması
şansınıza, o zaman.” Ateşleme panından içeri barut
döküyordu. “Silahı nasıl dolduracağınızı da biliyor musunuz?
Yoksa sadece boşaltmayı mı biliyorsunuz?” diye sordu.
“Ağabeyimi silahını doldururken seyrettim ama hiçbir
zaman barutu tutmama izin vermedi.” Nasıl yaptığını görmek
için daha yakınma eğildi.
Luke sırıttı ve kalan barutu da namlunun içine doldurdu.
“Böyle olmaz. Silah kullanan bir leydi düzgün bir şekilde
silahlanmayı da öğrenmelidir. Atışınızı yaptıktan sonra nasıl
olacağını göstereceğim.” Kurşun topunu ve kâğıdı namlunun
içinde gidebileceği yere kadar itti, çubuğunu yerine geri
koydu ve silahı Vivi’ye uza etmeden önce, duruş biçiminizi
görmek istiyorum temizleme attı. “Ateş Silahı aldı ve iki
eliyle tutup kollarını ileriye doğru uzattı. Kaslarındaki
gerginlik doğru kıvamdaydı. Güzel. İlk kez eline aldığı bir
silahı ateşlerken hazırlıklı olacak kadar deneyimliydi. Geri
tepecek bir parça yüzünden moraran bir elmacık kemiği ya da
kırık bir burun için endişelenmesine gerek yoktu.
Hedefi vurmak için biraz daha sağınıza nişan alm.
Nişangahı yok. Nasıl nişan alacağım?”
“Göstereyim.”
Kollarını etrafında dolamak için arkasında durdu. Kasıkları,
kalçasına değiyordu. Vivian zıpladı. Luke derin bir nefes aldı.
“Ah! Özür dilerim. Ben böyle olsun istememiştim...” dedi
Vivian. Sesi canlılığını yitirdi. Pembe bir sıcaklık boynundan
yukarı tırmanıyordu.
Kanı damarlarında sıcak akmaya ve Vivian’a özel zaafı olan
yerlerde toplanmaya başladı. Koluna doğru ilerleyen titremeyi
hissederek, ellerini daha sıkı tuttu. “Sabit durmalısınız.”
“Deniyorum,” dedi soluğunun arasında.
Başını başının yanma koydu, kulağının arkasındaki hassas
noktayı tatma arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Hep tatl
kokuyordu, vanilya ve şeker gibi bir kokusu vardı.
“Tek gözünü kapa ve namlunun ucuna bak.”
Düzensiz nefes alışverişleri minik kulağının arkasında
kıvrılan saç tellerini havalandırıyordu. Zevk veren bir iç
geçiriş elde edebilmek için narin boynunda ağzını kaydırmayı
düşünürken dudakları aralanmıştı. Dilini köprücük kemiğinin
çukurunda gezdirmek sonra elbisesini çözüp kumaşı
omuzlarından sıyırıp çıkarmak istiyordu. Parmakları
muhteşem göğüslerini hapseden hain korseden onu kurtarmak
ve tenine dokunmak için yanıp tutuşuyordu.
“İyi şanslar!” Vivian’ın hizmetçisinin tiz sesiyle kendine
gelip, şu ana döndü.
Bir adım geri atarak aralarında boşluk yarattı. “Ne zaman
hazırsanız leydim. Yavaşça sıkın.” Sesi giderek boğulmuştu.
Tetiği çekti. Işık ve ateş keskin çatırtıdan önce hissedildi.
Elmanın sol üst tepesi param parça olmuştu.
“Başardım!”
Hizmetçiler alkışladı. Thomas’ın yüzünde kocaman bir
gülümse belirdi. “Müthiş bir atış, leydim.”
“Teşekkürler.” Gözleri elmas gibi parlayarak Luke’a döndü.
“Bir kez daha deneyebilir miyim?”
“Tekrar doldurmanız şartıyla. Ne yapacağınızı size
göstereceğim.” Elini yakaladı ve malzemelerim olduğu yere
götürdü. Vivian fişeği alıp kokladı.
“Isırmalı mıyım?”
“Eğer tehlikedeyseniz, ısırmaksınız ama bırakın ben
yapayım.” Elinden fişeği aldı, ağzına getirdi ve dişleri ile
tepesini kopardı. Vivian’ın dudakları nefesini tutarken
aralanmıştı. Luke mutlu gülümsemesine engel olmadı.
Ondan etkilendiği kadar, kendisinin de Vivian’ı etkilediğini
fark etmek ona haz veriyordu. Başka bir erkeğe ait olan ya da
olacak olan, Vivian ile flört etmeye hakkı yoktu.
Kendine geldi. “Şimdi içine bir miktar dökün.”
Dediğini yaptı. Narin parmakları kendinden emin ve
ustaydı. Silahı hazırlayıp doldurdu. Pozisyonunu aldı. Luke
bu defa mesafesini korudu. Ne yapabileceğini görmek
istiyordu.
Iskaladı. Yüzünü asıp döndü. “Bir kez daha deneyebilir
miyim?”
“Ne kadar isterseniz. Ama önce başparmağınızla taşı
temizlemelisiniz.” Vivian silahı doldumrken müdahale
etmedi. Fişeği tereddüt etmeden ısırışını seyretti.
Bir sonraki atışı elmayı dağıtmaya yetti ve hizmetçilerden
coşkulu bir tezahürat aldılar.
Vivian’ın silahı bir kez daha doldurma telaşını izlemekten
keyif alarak yere çöktü. Üç kez daha hedefini vurdu. Karşı
taraftan gelen patırtı dikkatini dağıtmasa daha da devam
edecekti.
Bir
at
arabası
Brighthurst
Malikânesi’ne
doğru
yaklaşıyordu.
Gelenler Drew ve Lana olmalıydı.
Luke ayağa kalktı, pantolonunu silkeledi ve Vivian’ın
yanma gitti. “Gelenleri karşılayalım mı?”
Tabancıyı bir kütüğün üzerine yerleştirip kolunu uzattı. Ön
tarafa doğru ilerlerken kedi miyavlamasına benzeyen tiz bir
ses havada yankılandı.
Vivian endişeli bir şekilde bakıyordu. “Yüce Tanrım. Kedi
miydi bu?”
“Daha da kötü. Kardeşim kızlarla gelmiş.”
“Kızlarla mı? Kaç kız?” Sesindeki titremeden, hayal
gücünün masum bir bakireden beklenenden daha edepsiz
olduğu anlaşılıyordu.
“Sadece üç.”
Drew’un neşeli eşi ve yerinde duramayan kızlan. Annesi
küçük olanlarına bir avuç ikiz derdi.
“Sadece üç mü? Ve buna aldırmıyorlar, öyle mi?”
Luke kıkırdadı ve şefkatli bir şekilde Vivian’ın elini sıktı.
“Panik yapmaya gerek yok. Erkek kardeşimin eşi ve kızları
sadece.”
Vivian rahatladı ve güldü. “Benimle çok fena
eğleniyorsunuz, majesteleri.”
Arabaya yaklaştıklarında uşaklardan biri son bavulu
indiriyor, diğeri omzundaki bavulu içeri taşıyordu.
Kardeşi elini salladı ve merdivenlerden inen karısına yardım
etti. Lana kabarık saçları ve kırışmış elbisesi ile belirdi .
Arabanın içinden bir çığlık daha duyuldu.
“Chloe, lütfen,” yüzünde acı çekmiş ama yine de keyifli bir
gülümseme ile arabadan inerken söyleniyordu.
Bu sırada Patrice, aşağı inmiş, Luke’un ailesini karşılamak
için girişte bekliyordu. Leydi hayalet gibi solgun ve kırılgan
görünüyordu. Vivian, eski hâline dönmeye başladığını
söylemişti.
Luke, takdir eden bir bakışla kolundaki Vivian’a baktı.
Sağlıklı bir parıltısı vardı. Onunla yatağa girmek yumuşak ve
hayat dolu olurdu.
Uygunsuz düşüncelerini delip geçen başka bir tiz çığlık
arabadan dışarı taştı.
“Tanışma faslına geçelim mi leydim, yoksa hâlâ şansımız
varken kaçalım mı?”
Vivian ağzını açamadan Luke’un yengesi büyük bir
gülümseme ile yanlarına geldi. Luke’u görmezden gelip
Vivian ile tokalaştı. “Leydi Vivian olmalısınız. Sizinle
tanışmak ne kadar güzel. Ben Lana, çok iyi arkadaş
olacağımıza eminim.”
Vivian, Lana’nın coşkusuna parlak bir gülümseme ile
karşılık verdi. “Brighthurst’e hoş geldiniz, leydim. Sizi
kuzenimle tanıştırayım.”
“Memnuniyetle.” Kol kola girip yürümeye başladılar. Lana,
Vivian’a bir şey fısıldıyordu.
Drew, kollarında kıpır kıpır kıpırdayan kızı Chloe ile
yaklaştı. Chloe öfkeli bir çığlık kopardı. “Şimdi, hadi.”
Havaya kaldırıp omuzlarına oturtunca, kızgın bağırtıları
neşeli çığlıklara dönüştü. İkizinin gürültücülüğüne alışkın gibi
gözüken kız kardeşi Claire, tombul parmaklarının arasında bir
tutam saç, bakıcısının kollarındaki uykusuna devam etti.
Luke’un yeğenlerine duyduğu sevgisi kabardı. Bir
zamanların çapkını olan küçük kardeşinin, korunacak bir
değil tam iki kızı olmasını bazılan ilahi adalet olarak
yorumlayabilirdi. Ama Drew, evlendiğinden beri çok farklı
bir adam olmuştu. Şefkatle kızlarına baktığında daha uysal bir
insana dönüşüyordu. Yine de bu hâline kanıp onu hafife
almak hata olurdu. Yaşları kemale erdiğinde yeğenlerine yan
gözle bakacak olana Luke şimdiden acıyordu.
Kadınlar evin içinde gözden kayboldular. “Lana, Leydi
Vivian’ı kaçırdı. Neyin peşinde?”
Drew sırıttı. “Lana’nın aklından neler geçtiğini benim
bildiğimi nereden çıkardın?”
“Özgürce konuştuğu ve bütün gün aynı arabada olduğunuz
için, olabilir.”
“Konuştuğumuzu kim söyledi? Sevgili Chloe başka kimseyi
konuşturmadığı için düşünmek bile zor.”
Kızını kollarına alıp alnından öptüğünde gülümsemesi
büyüdü. “Ama geçen hafta Forest kadınlan arasında pranganı
bacağına geçirdikten sonra büyük bir düğün yemeği verme
konusunda birtakım şeyler konuşulmuş olabilir. Annemin
demirciye pranga siparişi verdiğini söylemiş miydim?”
“Çok komik. Lana’ya daha fazla plan yapmamasını söylesen
iyi olur.”
Drew’un kaşları havaya kalktı. “Öyle mi?”
Karanlık antreye girdiler. Luke gözlerinin karanlığa alışması
için eşikte durdu. Tabii ki kardeşinin soruları olacaktı. Belki
de Vivian için iyi bir eş seçmesine yardımcı olurdu.
“Baş başa kaldığımızda her şeyi anlatacağım. Leydi
Brighthurst küçük salonunu kullanmamıza izin verir. Haydi,
gidelim.”
Do'stlaringiz bilan baham: |