ELEŞTİRİ - KURAM
nesnesi olmadığı anlamına gelmez. Mimarlık
mekânsaldır, ama bir o kadar da zamansaldır;
Bruno Zevi’nin nitelemesiyle, üç boyuttan çok
daha fazla boyut, eksen barındırır (Zevi, 2015:
17). Günümüzde bir mimarın tasarladığı yapıya
içkin bir kendiliğindenlikle ve kolaylıkla arzula-
dığı anlamı katması ve bunu ifade etmesi hem
çok kolay, hem de çok zor bir hal almıştır. Tek-
nik olanaklar, düşünce biçimleri, algı, sosyal
yapılardaki başkalaşımlar bu döneme ait bir dilin
belirgin bir biçimde ortaya çıkışını olanaksızlaş-
tırırken bu durum belki de birden fazla dilin var-
lığından kaynaklanır. Mimarlıktaki üsluplar bu
dilin eşdeğerleriyse, yok oldukları/başkalaştıkla-
rı zaman –ve çağımızda olduğu gibi yerleri dol-
durulamadığında– temsil ettikleri nesneler hangi
bağlamda kavranmalıdır?
Dilin dönemleri olduğu gibi, mimari üslup-
ların da dönemler içerisinde kurgulanışı
artza-
manlı
(diyakronik)
bir okumaya işaret eder. Bu
yaklaşım, her üslubu, dili, ‘ait olduğu’ zaman
altında sınıflandırmaya eğilimlidir. Bu bölüm-
lenmenin ne kadar nesnel yapılabildiği, bölüm-
ler arasında kesin sınırların olup olmadığı,
mimarlık alanındaki tarihyazımının süregiden
tartışmalarındandır. Oysa Saussure artzamanlılı-
ğın karşısına
eşzamanlı
(senkronik) bir tutum
ile çıkarak bunu satrançta hamlelerin artzamanlı
akışının oyunun herhangi bir anında kuralları
değiştirmemesi ve dolayısıyla oyunun bu kural-
larla açıklanabilmesi örneği ile göstergebilim ışı-
ğında ele almıştır. Bu anlık bakışı bir kesit olarak
düşünürsek, ardıl olarak akan bir oluşumun
(tarihsel bir durumun, toplumsal bir olgunun,
kültürel bir fenomenin vs) herhangi bir anından
alınan kesit, bize bu oluşumun (şu durumda
mimari üslubun, dilin ve neticesinde anlamın)
kurallarını verecektir (Saussure, 1985: 13-18).
Çağdaş dilbilimden ödünç alınan bu yaklaşım,
mimarlığın farklı iki eksende değerlendirilebil-
mesine de olanak tanımaz mı? Sistemin anlık bir
kesitinde geçerli olan kurallar bütününün yer
aldığı eşzamanlılık ekseni ile bu kesitteki anın
hangi tarihsel süreçten gelerek o ana eriştiğini
anlatan artzamanlılığın ekseni (Fischer, 2015:
52). Bu kavrayışın günümüz için indirgemeci
olduğu bilinmelidir. Ancak okuma her zaman
bir üstdil ile yapılır ve bazı kabuller gerektirir.
Sözü geçen ‘dil’ kavramını Saussure termi-
nolojisindeki
langue
(dilin genel sistemi) ve
parole
(söz) ikilisine ayırmak faydalı olacaktır.
Dil, statik bir olgu değildir, sürekli değişir. Her
söz dilin genel sistemi içerisinde bir dışavurum-
dur; kullandığı ses öbekleri ve sentakslar bu
dışavurumun temsil gereçleridir (Saussure,
1985: 16). Dile getirişler, tıpkı mimarlıktaki
yapılar gibi, her seferinde dilin genel sisteminin
bir uygulaması, icrasıdır. Bu uygulama devingen
olduğu için dile getirişlerin yeni durumlara
uyum sağlamasını sağlayacak sapmalara olanak
tanır. Yeni dışavurumlar belirir, yeni yapılar
ortaya konur; dil dönüşür. Bazen bambaşka bir
dil ortaya çıkar. Buna olanak sağlayan –gerek
yazın, gerek mimarlık olarak dile ait olan– yapı-
lar sanki “farklı dillerde” söylenmiş sözlermişçe-
sine, ilk anda birbirleriyle ilgileri yokmuş gibi
durabilirler. Oysa anlamları dolaysızlıkları teme-
linde aynıdır (Saussure, 1985). Hal böyle olun-
ca, örneğin Kolumba Müzesi (
Şekil 1
) ile Bru-
der Klaus Şapeli (
Şekil 2
) aynı dilde söylenmiş
farklı sözler olarak kavranabilirler. Bu durum
asla başka dilde sözler söylenmeyecek ya da dil
dönüşmeyecek anlamına gelmez. Daha ziyade
bu türden bir mimarlıkta en az yazınsal ürünler
kadar güçlü bir artzamanlılığın okunabilir halde
mevcut bulunduğunu, böylesi bir okumanın ise
ancak bir eşzamanlılık kesiti içerisinden müm-
kün olabileceğini ortaya koyar.
Şekil 1.
Şekil 2.
24
mimar•ist 2018/2
Do'stlaringiz bilan baham: |