3.5.2.3.2. Mehmet Harmancı/ Muhtemel Menkıbeler
Dolmuş
Müziğinde Sadece Bir Yaşam başlıklı anlatıda “Marşa basarken mi
bismillah, dedi, bismillah derken mi marşa bastı?” bu giriş cümleleriyle yazar
masalların başlangıcında yer alan tekerlemelerin dil ve üslubunu kullanarak pastiş
yapmıştır. Aynı durum anlatının son bölümünde de şu şekilde yer almaktadır:
O sırada dolmuşa binenin Azrail aleyhisselam olduğunu bi Azrail’in kendisi bi de marşa
basarken mi bismillah demiş, Bismillah derken mi marşa basmış olduğunu bilmediğimiz
kasetten gelen sesin sahibine benzeyen başını çevirdiği için mi şol şuh hatun kişiyi gördüğü
137
yoksa ol şuh hatunu gördüğü için mi başını kapıya çevirmiş olduğunu meleklerin bildiği ve
yazdıgı ve şahitlik ettiği adam biliyordu.
Dalgın
(s. 11) başlıklı anlatıda, yalnızlığa mahkum olmuş günümüz insanına bir
makine olan arabanın çarpması sonucu
“Paaatt!/ Ploff!”
diye ses çıkması, nesnenin
insan üzerindeki etkisinin sese dönüşmüş halidir. Burada söz konusu çarpma eylemi
“Paaatt!/ Ploff!”
sesler yazılarak taklit edilmiştir. Aynı zamanda anlatının ileriki
satırlarında Ferdi Tayfur adındaki ses sanatçısının yorumladığı “
Gülmedi benim yüzüm
dırırım ne sevgiden ne aşktan/ Kurtar beni Allah’ım bıktım artık hayattan dı ı rı ı rırım”
şeklindeki şarkısının ikinci mısraında sanatçının “
dırırım/ dı ı rı ı rırım”
seslerini
çıkararak bir anlamda enstrümanların sesini taklit ettiği ve bunu yaparken de pastişten
yararlandığı anlaşılır.
Kimin Annesi Kimin Çocuğu
(s. 17) başlıklı anlatıda, Mahşer Meydanı’nda bir
hesaba çekilirken, dünyada annesi tarafından öldürülen bir çocuğun sevap dağıtması
için koşturmasına tanıklık edilmektedir. Bu çocuk başka bir kadının peşine düşüp ona
sevap dağıtmak istemektedir. Fakat görevliler
“(…) bunu isteyemezsin bu kadın senin
annen değil ki.”
demektedirler. O da
“(…) benim annem hiç olmadı ki, bildiğim bir
kadın vardı; dünyada beni sabi iken öldüren... Oysa bu kadın, anne olduğu için öldü.”
cevabını verirken aslında, Kur’an-ı Kerim’in Enfal Suresi’nin
“Biliniz ki mallarınız ve
çocuklarınız bir imtihan sebebidir ve büyük mükafat Allah’ın katındadır.”
(DİB, 2012,
179) şeklindeki 28. Ayetini kendi üslubuyla dile getirmiştir. Yani Kuran-ı Kerim’deki
bir gerçek, anlatı kişilerinden biri olan çocuğun üslubuyla aktarılarak pastiş yapılmıştır.
Serin Serviler
(s. 25) başlıklı anlatıda,
“Kınalı parmakları, delikanlının sert
avuçlarında kaybolmuşken gözleri değmekteydi gözlerine.”
cümlesi, Atilla İlhan’ın
meşhur;
Üçüncü Şahsın Şiiri
gözlerin gözlerime değince
felâketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felâketim olurdu ağlardım
(…) (www.siir.gen.tr)
Üçüncü Şahsın Şiiri’
ni, dil ve üslubun taklit edilmesi, yani pastiş yapılması
dolayısıyla hatırlatmaktadır.
138
Yine aynı anlatının sonunda bulunan
“Dere aktı, bülbüller şakıdı, devran
şeneldi. Tanrı böyle büyük bir sevdalının duasını geri çevirmemişti.”
ifadeleri, destan
ve masallarda yer alan tekerlemelerin yani kalıplaşmış sözlerin üslubunun burada pastiş
tekniğiyle taklit edildiğini gösterir.
Serin Serviler
başlıklı anlatıda, anlatı kişilerinden biri olan
“Genç kız gözlerini
ayırmadan delikanlının gözlerinden, elleri avuçlarında, serviler kadar serin, bülbüller
kadar şen konuş(
ur
).”
denilirken Leyla ve Mecnun hikâyesine bir atıf da yapılmıştır.
Zira bu hikâyeye göre, ailesi Mecnun’u Kâbe’ye götürüp bu aşk belasından kurtulması
için dua etmesini istemektedir. İnanışa göre âşıkların duaları kabul olduğu için
Mecnun’un da ailenin istediği duanın tersini yapması, “Allah’ım benim aşk acımı artır.”
şeklindeki duası kabul olur. Dolayısıyla genç kızın yaptığı dua ile Leyla ve Mecnun
hikâyesinde Mecnun yaptığı dua arasında üslup yönünden bir benzerlik söz konusudur.
Yazar, anlatı kişisi üzerinden burada pastiş yapmıştır (Doğan, 1996).
Yüzünü Unutan Adam
(s. 29) başlıklı anlatıda, Mehmet Eroğlu adlı yazarın
Everest Yayınları’ndan 2004’te çıkan
Adını Unutan Adam
adlı eserindeki kahramanın
18 yıl boyunca adını araması ile bu anlatıdaki anlatı kişisinin
“40 kırk yıl ne aynada ne
de suda”
yüzünü hiç görmemesi arasında dil ve üslup yönünden pastiş tekniği
uygulanarak taklit yapılması söz konusudur.
Bizde Ali’yi Severiz Hem de Nasıl
(s.37) başlıklı anlatıda, Hayber Kalesi’nin Hz.
Ali tarafından alınması yani fethedilmesi, kapının tokmağı çalınarak veya kapısı
sökülerek gerçekleşen bir olaydır. Anlatıda, Hayber Kalesi’nin kapı tokmağının
sökülmesi ya da yerinden çıkarılması olayı, günümüzün teknolojik ürünlerinden biri
olan telefonun zilinin çalmasına
“(…) ben, Hz. Ali’nin Hayber kapısını omuzladığında
kapının tokmağının çıkardığı şıngırtıyı duyuyorum!”
cümleleriyle benzetilmekte ve bu
yönüyle de pastiş yapılmaktadır.
Kentsel Dönüşüm ya da “Tevbeten Nasuha…”
(s. 49) başlıklı anlatıda, anlatı
kişisinin eskiden yaşadığı yerlerin yıkılması hasebiyle, önceden yaptığı tövbenin kabul
olduğunu düşünmesi anlatılmaktadır. Bu ifadeler doğrudan Kur’an-ı Kerim’in Tahrim
Suresi’nin
“Yâ eyyuhâllezîne âmenû tûbûilâllâhi tevbeten nasûhâ.”
yani
“Ey âmenû
olanlar (Allah’a ulaşmayı dileyenler)! Allah’a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin!”
(DİB,
2012, 560) şeklindeki 8. ayetine göndermede bulunmaktadır. Ayette anlatılan bu durum
günümüzdeki kentselleşmeye uyarlanmıştır. Anlatı kişisi
“(…) mekânların yıkıldığını,
günah işlediği yerlerin harap olduğunu gördükçe.”
kıyamet alametlerinden biri olan
kentlerdeki çok katlı binaların içinde işlenen günahlarla birlikte yok olduğunu, bunun
139
içindir ki yapmış olduğu tövbesinin kabul olduğunu düşünmektedir. Dolayısıyla bu
anlatıda Tahrim Suresi’nin 8. Ayetinin üslup yönünden taklit edildiği anlaşılmaktadır.
Eski Darı ile Taze Buğday
(s. 67) başlıklı anlatıda
“Buğday kardeş, kendimizi
baklava olacağız, diye hırslandırmamalıyız. Ekmek olmak nemize yetmez.”
ifadeleri,
insana özgü özelliklerin fabl mantığı ile darı ile buğday’a verildiğini göstermektedir.
Yani anlatıda fabl türünün dil ve üslubu taklit edilmektedir.
Do'stlaringiz bilan baham: |