ALTMIŞ UÇUNCU
(jüneyde ağır ağır iki tur attık. Nadiren vites değiştirmemiz gerekti, zira
hiçbir kırmızı ışıkta durmadık ve kimselerin bilmediği kestirmeleri kullandık.
Oleg karaborsa bankalarını ziyaret işine bayıldı. Hatta kendini o kadar kap
tırdı ki, birkaç tanesine yatacak yeriniz var mı diye bile sordu. Yarımay teyzeye
de bayıldı tabii. O da Oleg’i sevdi ve ay döngüsü ritüelini iki kere izlemek
zorunda kaldık.
Baktım iş uzuyor, Oleg’i tam dokuzuncu dakika, otuzuncu saniyede kolun
dan tutup oradan çıkardım.
Bizi Cuffe Parade’deki President Otel’in yakınlarından bir yere çıkaran so
kağın sonunda arkamızda bir korna sesi duyduk.
Sağ elimle geç işareti yaptım ama korna ısrarla çalmaya devam etti. Uzun
zaman önce biten muson mevsiminin yeşile boyadığı bir grup çınarın gölge
sinde kenara çektik.
Durduğumuz yerin yanında dar bir patika vardı. Ters bir durumda ona
girebilirdik ve bizi hiçbir araba izleyemezdi. Gözlerimi yanımıza yanaşan limu
zinden ayırmadan elimi usulca belime attım.
Siyah cam indi ve Diva’nın tatlı yüzü belirdi. Yanında iki Diva kızı vardı.
“Merhaba, ufaklık,” dedim. “Nasıl gidiyor?”
Arabadan indi. Şoför hemen kapısını tutmak için koştu ama geç kalmıştı.
Diva eliyle kovaladı onu.
“Merak etme, Vinodbhai,” dedi. “Bu adam benim dostum.”
Şoför başını eğerek selam verdi ve arabanın içindeki Diva kızlarına göz atıp
biraz ileride beklemeye koyuldu.
Diva’nın adamın adının sonuna bir saygı ifadesi olan
bhai
’yi eklemesi dik
katimden kaçmadı. Şoför belki de ilk kez onu bir üniformadan ibaret görme
yen aile ve arkadaş çevresi dışında böyle bir unvana layık bulunuyordu.
Genç varisi bunun için takdir etmemek elde değildi.
“Lin,” dedi yanıma gelip beni kucaklayarak. “Seni görmek ne güzel.”
Bana ilk kez sarılıyordu. Aslına bakarsanız ilk kez bana hakaret etmiyordu.
“Kruto,
"dedim. “Birinin beni gördüğüne sevinmesi hoş bir değişiklik oldu.”
Diva küçük elini göğsüme koydu. “Sana teşekkür etmek istiyorum. Bugüne
kadar hiç fırsat olmadı. Her şey o kadar hızlı gelişti ki, mahalleden apar topar
ayrılmak zorunda kaldım. Yanımda olmasaydınız, ne yapardım bilmem. Sen,
Naveen, Didier, Johnny Cigar, Sita, Aanu, Priti,
dudhıuallah
Srinivasan ve...”
“Beni korkutuyorsun, içindeki kaplanı tatile filan mı yolladın?”
Güldü. Klimalı limuzindeki Divalar da kıkırdadı.
Diva, Oleg’i tam iki kere baştan aşağı süzdükten sonra, “Arkadaşın kim?”
diye sordu.
“Ah, bu, Oleg. Rus bir yazar ve Kayıp Sevgililer Bürosu’nda saha dedektifi.”
“Diva Devnani,” dedi Diva ve gülümseyerek elini uzattı. “Memnun oldum.”
Oleg onun elini öptü.
“Oleg Zaminovic. Büyük büyükbabamızın bu soyadını uydurduğunu dü
şünüyoruz ama soyumuz ondan yürüdüğü için sesimizi çkaramıyoruz.”
“Ben, Charu,” dedi Divalardan biri.
“Ben de, Pari,” diye atıldı öteki.
Oleg motorunda kibarca eğildi.
“Atlayın,” dedi Charu.
“Evet. Gelin hadi,” dedi Pari.
Limuzinin kapısı sanki kendiliğindenmiş gibi sessizce açıldı.
Oleg hevesla bana baktı. “Harika bir fikir.”
“Tamamdır!” diye bağırdı Diva. “Hadi mahalleye! Biz Lin’le motorla gide
riz. Oleg, kızlarla.”
“Bir dakika,” dedim. “Bir noktayı atlıyorsunuz.”
“Dert etme, Lin,” dedi Diva. “Daha üç yaşında uşağımızın tank gibi mo
toruna biniyordum.”
“Ben
onun
bindiği motordan söz ediyorum.”
Oleg limuzindeki mini elbiseli kızlara özlemle baktıktan sonra bana döndü.
“Motorunu yol ortasında bırakamazsın,” dedim.
“Didier’nin tavsiyesini unutuyorsun,” dedi sesini alçaltarak. “Şu kokulu ti
şört olayı. Bu gece işe koyulayım diyorum. Sence?”
Limuzine baktım. Kızlar fıstık gibiydi hakikaten. Oleg’le ilgilendikleri de
her hâllerinden belliydi.
“İyi,” dedim çaresiz. “Motoru şu kapının oraya bırak. Bekçiye yüz rupi ver.
biz dönene kadar ona göz kulak olsun.”
“Harika!” Oleg dediğimi yaptı ve bekçinin itirazlarını bir tomar parayla
geçiştirdi.
Limuzine binerken anahtarı bana fırlattı.
Diva yanımda durmuş, gülümsüyordu. Gece yanımızdan hızla geçen bir
kertenkeleydi. Ara sıra birileri Diva’yı tanıyor ve kimileri durup ona alenen
bakıyordu.
“Neden gülüyorsun?” diye sordum.
“Ne kadar iyi bir adam olduğunun hiç farkında olmamana.”
Kaşlarını çattım. Etrafımdaki insanlar, dostlar ve düşmanlar o kadar hızlı
değişiyordu ki, ayak uyduramıyordum.
“Charu’yla Pari kendilerini bir kişiyle sınırlamaz,” dedi.
“Efendim?”
“Seni de çekici buldular diyorum.”
“Herkesin kendine göre bir çekiciliği vardır.”
“Karla’yı gerçekten seviyorsun, değil mi?” Hâlâ gülümsüyordu ve kaplan
kesinlikle tatildeydi.
“Mahalleye gitmeyi neden istiyorsun?”
“Bir parti var. Kadınlar düzenliyor. Ben onur konuğuyum ve bana eşlik
etmeni istiyorum. Son yirmi dakikada daha iyi bir teklif aldıysan hiç durma.”
Gülme sırası bendeydi. Belki de gerçekten değişmişti. İnsanlar zamanla de
ğişirdi.
“Onur konuğu, ha?”
“Gidelim, Cisco,” dedi bir bacağını motorun üzerinden aşırtırken.
Mahallenin dışına park edip çiçeklerle süslenen sokaklardan geçtik. Bütün
evlerden uzun ve sık çelenkler sarkıyordu. Johnny’nin yeğeni Eli, bir el fene
riyle bize eşlik etti. Bazen bir çiçek düzenlemesinin yanında durup el fenerinin
ışığını onun üzerinde dolaştırıyordu. Sokaklardaki herkes gibi, o da en güzel
giysilerini giymişti.
Nihayet mahallelinin festivaller ve düğünler için kullandığı meydana var
dık. Küçük sahnenin önüne plastik iskemleler dizmişlerdi. Kalabalıktan göz
gözü görmüyordu.
Kadınlar rengârenk giysileriyle bir çiçek bahçesini andırıyordu. Örgülerini
Hint yaseminleriyle süslemişlerdi ve tatlı konuşmaları şafakta neşeyle cıvılda
şan kuşları anımsatıyordu.
Oleg, Charu ve Pari’yle az sonra geldi. Sonra Kavita’yı gördüm. Naveen’le
Karla hemen arkasındaydı.
Karla.
Beni görünce gülümsedi. Sevdiğiniz kadın size gülümsediğinde içinize ce
saret yağmurları yağar ya, bana da öyle oldu.
Herkes Diva’nın bir konuşma yapması için ısrar etti. Diva kendine insan
ların onu görebileceği bir yer seçti ve konuşması boyundan bile daha kısaydı.
“Hepinize teşekkür etmek istiyorum,” dedi Hintçe. “El birliğiyle hayatımı
kurtardınız ve bana, birlikte her zorluğu aşabileceğimizi gösterdiniz. Bundan
sonra sıra bende. Şehirdeki bütün gecekondu mahallelerinin ıslah edilmesi için
kolları sıvadık. Bütün kaynaklarımı kullanarak hepinize daha iyi imkânlar sun
maya söz veriyorum.”
Kadın, erkek herkes tezahürat yaptı. Çocuklar neşeyle hoplayıp zıpladı.
Orkestra neşeli bir şarkıya başladı. Sonunda kimse birbirini duyamaz oldu.
Meydanın bir köşesine büyük, mavi bir muşamba serilmişti. Misafirler ta
bak niyetine muz yaprakları kullanacaktı. Karnım toktu ama ikramı reddet
mek hem ayıp hem günahtı.
Yan yana çömeldik. Charu’yla Pari minicik, marka elbiseleri yüzünden ba
caklarını yana alıp oturmak zorunda kaldılar ama aldırmadılar. Gözlerini etraf
taki renkli sahnelerden akmıyorlardı.
Şehrin bu yakasına ilk gelişleriydi belli ki. Ortamdaki ve yemeklerdeki mik
roplar onları dehşete düşürse de, mahalleden etkilenmişlerdi. Ve bir Hintli hu
şuyla karışık bir hayrete düştüğünde her zamankinden de candır.
Kaderin şu cilvesine bakın ki, Kavita sağıma, Karla soluma oturdu.
Hindistan cevizi macunu ve sebze biryani. Bengal baharatları, Keşmir’in
birbirinden nadide lezzetleri, tandır ateşinde pişen sebzeler, salatalıklı ve doma
tesli yoğurt, sarı
dhal,
vok tavada pişen karnabahar, bamya ve havuç. Menüdeki
bütün bu güzellikler yüzlerinden gülümsemeleri eksik olmayan insanlar tara
fından bize neşeyle ikram edildi.
“Kutlama yapmak için tuhaf bir saat,” dedim Karla’ya.
“Sen bilmezsin tabii,” dedi Kavita bütün bilgiçliğiyle. “Mesai arası olduğu
için tercih etmişlerdir bu saati. Gece ve gündüz çalışanlar başka türlü bir araya
gelemezdi.” Bakışları gözlerimi, kalbimi ve ruhumu yakıyordu.
Komikti gerçekten. Bu mahallede yaşayan bendim ama Kavita bana bura
nın kurallarını öğretmeye kalkışıyordu.
“Hiç vazgeçmeyeceksin, değil mi?” dedim.
“Neden, kovboy? Meydanı sana bırakayım diye mi?”
“Bana şu tuhaf kokulu sosu uzatsanıza,” dedi Karla arabulucuyu oynayarak.
Sosu verirken bir an göz göze geldik.
“Lisa öldüğünde kaçtın,” dedi Kavita. “Şimdi de aynısını yapıyorsun.”
“Tamam. Dök içini. Bütün nefretini kus ve bitsin bu işkence.”
“Beni tehdit mi ediyorsun?” dedi gayet alakasız bir şekilde.
“Gerçekler nasıl bir tehdit oluşturabilir ki? Bana vicdan azabı çektirmeye
çalışmandan bıktım, usandım, anlıyor musun? Bu şehre gelirken bir sürü der
dim vardı zaten. Bir de senin yenilerini eklemene ihtiyacım yok.”
“Onu sen öldürdün.”
İnsaf! Bu kadarı da fazlaydı artık.
“Kavita,” diye uyardı Karla. “Sakin olur musun, lütfen?”
“Ben burada bile değildim,” dedim. “Başka bir ülkedeydim. Lisa
senin
gö-
zetimindeyken öldürüldü.”
Gözlerini kırpıştırdı. İncinmişti ve ben onu incitmek istemiyordum. Sadece
beni daha fazla incitmesini engellemeye çalışıyordum. Göz pınarlarında mini
cik gözyaşı kubbeleri belirdi.
§
“Onu seviyordum,” dedi ve o minik kubbeler titreşti. “Sen kullandın onu.
Karla yı beklerken onunla kafanı dağıttın.”
“İkiniz de kapayın çenelerinizi,” dedi Karla sertçe. “Burada misafir olduğu
muzu unutuyorsunuz. Diva yeterince acı çekti. Bir de biz canını sıkmayalım.”
Ben yemek yermiş gibi yaptım. Kavita susmuş gibi. İkimiz de beceremedik.
“O yatakta yapayalnız ölmesi gereken şendin,” diye tısladı yeniden kontro
lünü kaybederek.
“Kavita, yeter artık,” dedi Karla.
“Cevap versene, Lin. Konuşsana!”
“Yeter, Kavita,” dedim.
“Hah! Yine kaçıyorsun tabii.”
Ayağa kalkıyordum ki, kolumdan çekti.
“Benimle sevişirken senin hakkında ne dediğini duymak ister misin?”
Dilimi tutmalıydım. Yapamadım.
“Bak ne diyeceğim, Kavita. Sen neredeyse tamamını esmer insanların
oluşturduğu bir ülkede bir avuç beyaza haber yapan bir gazetede çalışıyorsun.
Çevre kirliliğinden dem vururken, petrol ve kömür şirketlerinin reklamların- |
dan tonla para kazanıyorsunuz, insanlara kürk giymeyin diyorsunuz ama bü- 1
tün hayatlarını bir avuç kafesin içinde geçiren tavukları ve hormonlu hambur
gerleri halka yediren restoran zincirlerini detekliyorsunuz. Ekonomistleriniz
bankacıların bütün kusurlarını affediyor. Fikir sayfalarınızda fikir namına
hiçbir şey yok. Eleştirileriniz yaltaklanmalarınızın yanında devede kulak kalı
yor. Sayfalarınızdaki kadınların hepsi süs bebeği. Erkekler de sahte filozoflar.
Ortaya çıkardığınız suçlar kadarını örtbas ediyorsunuz. Tiraj uğruna nice ma-
sum insanı ipe yolladığınızı bilmeyen yok. Tahtından in ve gerçekleri gör artık,
Kavita.”
Hiçbir şey söylemeden baktı bana. Belki de söyleyecek hiçbir şeyi olmağın-
dandı.
İzin isteyip kalktım ve mahalleden çıktım. Naveen beni dar sokakların açıl
dığı caddede yakaladı.
“Lin, dur.”
“Kayıp sevgililer ne âlemde?”
Bilmeden bir pot kırmıştım galiba. Saç diplerine kadar kızardı.
“Neyi ima ediyorsun?”
“Naveen, bilirsin severim seni. Ama cidden havamda değilim.”
Yürüyüp gittim. Dışarıda hâlâ çocuklar oynuyordu. Bir an onlara daldım ve
arkamdan birinin yaklaştığını hissettim.
Hızla döndüm ve bir elimle boğazını sıkarken diğer elimle bıçağımı çektim.
Ama gelen Karla’ydı.
“Beni yakaladın, Shantaram,” dedi.
“Her zamanki gibi.”
Geri çekilmedi.
“insanlara böyle gizlice yaklaşırsan öfke oklarının hedefi olabilirsin.” Elim
hâlâ belindeydi.
“Öfke okları mı? Fazla Amerikan filmivari olmadı mı?”
“Bu gece böyle.”
“Benim öfke oklarım ne olacak?”
“Söylerim, kimse sana gizlice yaklaşmaz. Bu arada belki de bileziğine minik
bir çan takmalıyız.”
“Belki,” diye mırıldandı.
İçimden gitmemesi için yalvararak öptüm onu.
“Hop,” dedi beni hafifçe iterek. “Gemiler kıyıya yanaşmadan Truva’yı işgal
etmeye kalkışıyorsun.”
“Ne demek istediğini yatay pozisyonda açıklaşan?”
Güldü. “Sende mi, bende mi?”
“Hangisinde olursa.”
Yine güldü.
“Dağdan beri birlikte olmadık,” dedim. “Ayrılığımız sence de biraz fazla
uzamadı mı?”
Sanki komiklik yapıyormuşum gibi, ettiğim her lafa kıkırdıyordu. Hatta
Do'stlaringiz bilan baham: |