razbit’tim.”
“O ne ya?” dedi Didier.
“Zom yani. Irina çırılçıplak yatağıma girdi. Meğer Elena o sırada komşuya
gitmiş.”
“Bravo,” dedi Didier.
“Oda zifiri karanlıktı. Camlarda ışığı sızdırmayan stor perdelerden vardı.
Irina tıpkı Elena gibi kokuyordu. Vücudu da onunki gibiydi.”
“Seni öptü mü?” diye sordu Didier bir zina suçları uzmanı edasıyla.
“Hayır. Tek kelime de etmedi.”
“Bravo,” dedi Didier yine. “Zeki kızmış. Sesi onu hemen ele verirdi.”
“Sonra Elena geldi ve ışığı yaktı. Bizi yatakta sevişirken buldu.”
“Gerçeği söylesen hayatta inanmazdı tabii,” dedim.
“Beni kendi evimden attı. Bunun yasal olup olmadığından bile emin de
ğilim. Yani hâlâ oranın kirasını ödüyorum. Babası beni tehdit etti. Sevdiğim
kadınla arama demir parmaklıklar girecekti.”
“Elena’nın senin sevginden haberi olduğunu sanmıyorum, Oleg.”
“Ben Irina’yı kastetmiştim zaten. Onunla sevişirken sarhoştum, evet ama o
kadar muhteşemdi ki. Irina çılgının tekiydi. Tam benim kalemimdi. Ona deli
oluyordum. Hâlâ da oluyorum.”
“Müthiş,” dedi Didier. “Ama hikâyenin bir bölümünü atladın sanki.”
“Yok, anlatıyorum. Irina’ya bir şekilde bir mesaj ulaştırmayı başardım.
Benimle kaçmasını teklif ettim. Kabul etti. Gece yarısı Paveletsky Garı’nda
buluşacaktık. Ama Elena’ya planımızdan bahsetmiş. Elena benimle konuşmaya
geldi. Kardeşini kaçırmamam için yalvardı. Onunla konuştum ama isteğini
geri çevirdim. Irina’yla garda buluştuk. Tam kaçıyorduk ki, beni durdurdu ve
asıl sevdiğimin o olduğundan emin miyim diye sordu.”
Bir an duraksadı.
“Sonra?” dedi Didier ayağını yere sabırsızca vurarak.
“Gölgelerin arasında karşılıklı duruyorduk. Bana asıl sevdiğimin Elena ol
madığından nasıl emin olabileceğimi soruyordu. Bir kadının size gerçeği sor
duğu anı bilirsiniz ve o an ne olursa olsun bunu yapmamanız gerektiğini de
bilirsiniz.”
“Doğru,” dedik koro hâlinde.
“Tamam işte. Ben gerçeği söyledim.”
“Ne kadarını?”
“Tamamını,” dedi başını eğerek.
“Eyvah!”
“Seni sevdiğimden yüzde yüz eminim dedim. Çünkü duygularımı kontrol
etmek için iki saat önce beni görmeye gelen Elena’yla yine yatmıştım. Ama
hayır. Ona karşı hiçbir şey hissetmiyordum. Hoşuma bile gitmemişti. Böylece
o gece, Irina’yla aramızda yaşananların benim sarhoşken kurduğum bir fantezi
den ibaret olmadığını anlamıştım.”
“Ha siktir.”
“
Merde
,” diye onayladı Didier.
“Suratıma bir tane patlattı.”
“Ben de şu an tam olarak bunu yapmak isterdim,” dedi Didier. “Bir kadına
salt gerçeği söylemek kadar büyük bir rezillik olabilir mi?”
“Oleg, oğlum,” dedim gülerek, “kendi mezarını kendin kazmışsın. İkisi de
affetmedi mi seni?”
“Babaları peşime kiralıklar taktı. Tabii kaçmak zorunda kaldım.”
“Acıklı bir ayrılık olmuş,” dedim. “Bir polisin kızlarına âşık olmakla hatayı
en baştan yapmışsın zaten.”
Didier arkasına yaslanıp bağdaş kurmuş ve çenesini eline dayamıştı.
“Bir tavsiyeniz var mı?” diye sordu Oleg yalvarırcasına.
“Didier her zamanki gibi çözümü buldu,” dedi Didier. “İki hafta boyunca
gömleğinin içine dönüşümlü olarak iki fanila giyeceksin. Sadece suyla duş ala
caksın. Şampuan ya da sabun yok. Bu arada parfüm ya da deodorant kullan
mak yasak. Koku süren insanlara da yaklaşmayacaksın. Ve fanilaları kesinlikle
yıkamayacaksın.”
“Sonra?” diye sordu Oleg.
“O fanilaları ikizlere postalayacaksın. Paketlerin arkasına da iki kelime ya
zacaksın:
Leopold, Bombay
.”
“Eee?”
“Irina’nın fotoğraflarım Leopold’deki garsonlara dağıtacaksın ve onu ilk ta
nıyıp seni arayana ödül vadedeceksin.”
“Geleceğini nereden biliyorsun?”
Oleg in yüzünde Idriss’in öğrencilerinin onun konuşmalarından birini din-
lerkenki ifadesi belirmişti.
“Kokudan,” dedi Didier gülümseyerek. “Kız seni gerçekten seviyorsa ko
kun onu buraya getirir. Bir feromon pervanesi gibi sana doğru çekilir. Unutma,
yalnızca o senin oldukça, sen de onun olabilirsin.”
“Vay canına!” diye bağırdı Oleg. “Hemen başlıyorum. Fanila niyetine iki
tişörtü üst üste giysem olur herhâlde?”
Dolabıma koşup tişörtlerimden bir tane daha arakladı.
“Anlamadığım bir şey var,” dedim Didier’ye. “Neden Elena’nın değil de,
Irina’nın fotoğrafı? Ya da neden ikisininki birden değil?”
Didier kaşlarını çattı. “Burada anahtar kelime seks. Hiç dikkatini çekmedi
mi? itina, Elena’nın bütün kısıtlamalardan arınmış hâli.”
“Çok haklısın,” diye atıldı Oleg üstteki tişörtü çekiştirirken.
Didier kalkıp koku sürmediğinden emin olmak için onu kokladı. “Irina’yla
yaşadığın sıra dışı bir seksti. Daha fazla bir açıklama yapmama gerek yok
herhalde?”
Ukala bir tavırla kollarını süpürdü.
“Burada işim bitti,” dedi kapıya doğru yürüyerek. “Bu ara hayatına biraz
heyecan kat, Oleg. Tehlikeli yerlere git. Atla, zıpla, tırman. Bir polise kafa tut.
Bir kabadayıyla dalaş. Ve bütün bunların ötesinde kadınlarla cilveleş ama ti
şörtleri gönderene dek kimseyle yatma. Kız şendeki kaplanı koklamah. Ya da
kurdu ya da gorili. Sekse susayan ve kadınları da sekse susatan bir erkeği kok
lamak.
Bonne charıce
.”
Gri-mavi fularını boynuna bağlayıp sahneden çıktı.
“Vay canına,” dedi Oleg.
“Hani sana R’yle başlayan kelimeyi yasaklamıştım ya?”
“Evet?” dedi tereddütle.
“O listeye
vay camnayı
da ekleyebilirsin.”
“Öyle bir liste mi var?”
“Şimdi oldu.”
“Tüh be. Söyleyemeyeceklerimin bir listesi var. Sen böyle yapınca yuva has
reti çekiyorum. Moskova’yı özlüyorum. Hâlbuki ben orayı sevmem bile.”
Haklıydı. Söylenmeyecekler listesi de neyin nesiydi yahu?
“Boş ver, Oleg,” dedim. “Canın ne istiyorsa, onu söyle.”
“Sahi mi?”
“Vay canına! Yine Rus oldum.”
“Hâlâ motorumu kullanmak istiyor musun?”
“Yoksa izin verecek misin?”
“Asla. Ama aşağıda bir külüstür var. Benimkini park ederken fark ettim.
Kayani’deki garsonlardan birininmiş. Çok bakımsız kalmış. Dayanamayıp sa
tın aldım. Birkaç haftadır da adam etmeye çalışıyorum.”
“Kruto,
’’dedi Oleg. Pabuçlarını aramaya başlamıştı bile.
“O ne demek?”
“Benim
vay canına
demeyen hâlim.
Kruto
acayip havalı demek, dostum.”
“Kruto?”
“Evet, dostum.”
“Motora binmeyi biliyor musun?”
“Dalga mı geçiyorsun?” Pabuçlarını giyerken kaşlarını çattı. “Biz Rusların
binmediği alet mi var?”
“İyi. Birkaç yere uğrayacağım. İstersen sen de gel.”
“Vay canına. Bir hikâyeye yetecek kadar malzeme çıkar kesin.”
“Sakın işlerime burnunu sokma. Motoruna bin, gözlem yap ve sonrasında
anılarını canlı tut, yeter.”
“Ama ya süper bir karakter yakalarsam? Diyelim konuştuklarından biri aca
yip enteresan bir tip. Yine de ona birkaç soru soramaz mıyım?”
Gözlerimi havaya dikip düşündüm. İyi çocuktu şu Oleg. Kırmak istemi
yordum.
“Tamam. Benden sana müsaade. Birini seç. Ama yalnızca bir tane.”
“Harika!”
“Yarımay teyze hariç. Onunla tek kelime etmeyeceksin.”
“Tüh. Adı bile ilginçmiş.”
“Gerisini sen düşün. Onun için uzak dur diyorum ya. Evet, hazır mısın?”
“Ben her şeye hazırım, dostum. Ailemin sloganı bu.”
“Aman, dur. Rusya’daki aileni dinlemek istemiyorum.”
“Sen bilirsin. Ama bir sürü muhteşem Rus karakterini kaçırıyorsun. Hem
de bedavaya.”
Do'stlaringiz bilan baham: |