“Selamünaleyküm,
"dedim.
Cevap vermedi.
Selamımı yineledim. İslam dininde biri seni selamladı mı, onu aynı şekilde
ya da daha hoşça selamlamak şarttı.
“Ve aleykümselam, ”
dedi sonunda.
“Adın ne?”
Ağzını açmıştı ki, Concannon araya girdi.
“Kapa çeneni, ahmak. Görmüyor musun, seni kullanıyor? Bu yolları bu
nun için öğrenmiş. Anlaşıldı. Bu iş bana kalacak. Yaşadınız! Size de gerçek bir
ustayı izleme fırsatı doğdu.”
Ayağa kalkıp bana yaklaştı.
“Saçma sapan bir işe kalkışırsa arkadaşını indir,” dedi Govinda’ya. “Sonra
cesedini birlikte parçalarız.”
“Tamam, patron.”
Karşımda durdu. Usulca sallanıyor ve hâlâ gülümsüyordu.
“Neyi merak ettiğini biliyorum.”
“Sadece benimle uğraşmaktan vazgeçmeni istiyorum.”
“Hıh. Ben de buna inandım. Sen asıl çok önemli bir sorunun cevabını
istiyorsun.”
“Neden bahsediyorsun?”
“Minicik bir soru,” dedi melodik bir sesle. “Çatlıyorsun.”
“Kes oyunu, Concannon. Çıkar ağzındaki baklayı da, hepimiz rahatla
yalım.”
“İyice anladın değil mi, Govinda? Kıpırdarsa arkadaşını vur.”
“Evet, patron.”
“Dediğim gibi, aklında tek bir soru işareti var. O gece tatlı sevgilini Ranjit’le
bırakmadan önce becerdim mi diye merak ediyorsun.”
Çenemden gözlerime ve alnıma, bütün damarlarım zonklamaya başlamış
tı. Concannon’ın canını yakmak istiyordum. Su gibi terlemeye başlamıştım.
Buraya gelirken aklımda bu yoktu. Ama Lisa’yı öne sürdüğü an artık onun için
savaşacaktım.
“Eminim ataların Büyük Kıtlıktan hiç etkilenmemiştir, Concannon.
Çünkü sen sadece İrlandalı aksanıyla konuşan bir İngiliz’sin.”
L
Bir anda tepemde bitti ama bunu beklediğim için arabaya doğru sıçradım.
“Bence sen yalnızca konuşmayı biliyorsun, Concannon. Bana aksini ka
nıtlamak istersen, buyur. Sen kazanır ve el sıkışmak istersen, hakkını mem
nuniyetle teslim ederim. Ben kazanırsam, benden ve benim olanlardan uzak
duracaksın. Nasıl? Sence de adil değil mi, Govinda?”
“Evet, patron,” dedi otomatikman.
“Kes sesini, geri zekâlı,” diye tısladı Concannon.
“Bence senden daha akıllı,” dedim. “Gel, sorunumuzu silahsız çözelim. Sen
ne dersin, Govinda?”
“Kapa çeneni!” diye bağırdı Concannon. “Kimse konuşmasın!”
Beni baştan aşağı süzdü.
Gözlerim beni yanıltıyor muydu? Kavgacı düşmanımın yüzünde gördü
ğüm bu ifade isteksizlik miydi yoksa?
“Tamam,” dedi. “Madem dövüşmek istiyorsun, neden olmasın? Ama izin
verirsen müzik açacağım. Birine dayak atarken müzik dinlemeye bayılırım.
Hatta en sevdiğim şarkılardan oluşan bir albüm mü çıkarsam diyorum?”
Arabanın hoparlörlerine bağlı bir diskçaları açtı. Kırmızı Pontiac, İrlanda
ezgileriyle inlemeye başladı. Concannon yumruklarını sıktı.
“Hadi, başlayalım.”
Hiç beklemedim. Ona doğru koştum ve kendimi yere atarken bacağını,
tam Abdullah’ın onu vurduğu yeri yumrukladım. Concannon da boş durmadı.
İki sert yumrukla sersemledim. Bu arada onun acıyla bağırdığını ve tek dizinin
üzerine düştüğünü gördüm.
Doğrulup yüzünü hedef aldım. Kafamın arkasına bir tane patlattı ama his
setmedim. Parmaklarımı gözüne soktum.
Hızla geri çekildi. Göz kapağı kanıyordu.
Bir gözü kapalı ve bir dizi bükülmüş vaziyette bana Naveen’in anlattığı
şekilde saldırdı. Hızla çömeldim ve kalktığımda elimi yakasına soktum. Onu
sertçe yere çekerken üzerine abandım. Köprücük kemiğinin gevşediğini hisset
tim. Acıyla uludu.
Hapishane dövüşleri başka dövüşlere benzemez. Ya ölürsün, ya öldürürsün.
“Bütün marifetin bu mu?” diye bağırdı. Bir yandan da gözünü ovuşturarak
aramıza mesafe koymaya çalışıyordu.
“Evet, bu,” dedim.
Tekrar bir boksör dansına başladı ama kendimi bir kez daha yere atarken
bu sefer hayalarından tutup çektim. O da düştü ama hayalarını sıkmaya devam
ettim.
Concannon nihayet elimden kurtulduğunda, dizlerimin üzerinde doğrulup
onu yumrukladım. Baktım yetmedi, ikinci yumruğu savurdum.
Yerde otururken sallanmaya başladı. Sağlam eliyle hayalarını avuçlamıştı.
Bir bebek gibi kıkırdadı.
“Hile yaptın. Bu adam şahit,” dedi Oleg’i işaret ederek.
“Doğru ya. Sen hep şerefinle dövüştün. Kaç kere üzerime geldin. Başıma
ödül koydun. Ya bunlar ne? Sana son bir şans veriyorum. Beni rahat bırak,
Concannon.”
“Hile yaptın, dostum,” dedi sırıtmaya çalışarak. “Günahını itiraf etmek zo
rundasın.”
“Peşimden gelmeye devam edersen, itiraf edecek daha büyük bir günahım
olacak.”
“Düşündüm de, geberdiğinde daha çok hoşuma gideceksin.” Bir gözü kan
içindeydi ve kapanmıştı. “Govinda, vur şu döneği. Patlat beynini.”
Sonrasında her şey çok hızlı oldu. Govinda elini oynattı. Oleg bir bıçak
çıkarıp suratına doğru savurdu ve Govinda elini yırtılan yanağına götürürken,
Oleg diğer elindeki bıçağı kaptı.
Govinda acıyla uludu. Film artisti suratının dağılması onu dehşete düşür
müştü. Oleg ona kendi silahıyla bir tane patlattığında, nihayet sustu.
Afganistanlı’nın elinde hâlâ minik bir yelpazeyi andıran kâğıtlar vardı. Ben
bıçaklıydım, Oleg silahlı.
“Yerinde olsam kaçardım, dostum,” diye sırıttı Oleg. “Elim ne kadar iyi
olursa olsun arkama bile bakmazdım.”
AfganistanlI kâğıtları fırlatıp koşmaya başladı.
“Köprücük
kemiğimi
çıkardın,
pislik,”
diye
tısladı
Concannon.
“Kolumu bile kaldıramıyorum. Yoksa seni bir yumrukta yere sererdim. Sen
de biliyorsun.”
“Beni... rahat... bırak.”
“Ah, tatlı Lisa.”
Ona yine vurdum. Arkaya doğru devrildi. Kolları iki yana açıldı ama ba
yılmadı.
Ne yapacağım,
diye düşündüm.
Öldürebilir miyim onu? O beni öldürmeye
kalkışmadıkça olmaz.
Concannon kapalı gözü ve fırlamış köprücük kemiğiyle
yerde yatıyordu. Kalkmaya bile çalışmamıştı. Ama hâlâ kendi kendine konu
şup kıkırdıyordu.
Oleg bundan hiç hoşlanmamıştı. Ağzına bir tıkaç bağlamak istedi ama
Concannon boğularak ölürse bunun vebalini ödeyemeyeceğini söyledim.
Oleg, bunun yerine, vurdu ona. Esaslı bir yumruktu doğrusu. Concannon
bayıldı ve onu yaralı adamı Govinda’ya emanet ederek çıktık. Gitmeden önce
Govindaya bir daha onu güneyde görürsem, suratında bir façayla kurtulama
yacağını söylemeyi de ihmal etmedim.
“Silahını alıyorum,” dedi Oleg. “Peşine düşmeye kalkışırsan seni onunla
vururum.”
Motorun yanına dönerken konuşmadık ama binmeden önce onu durdurdum.
“Altı bini peşin,” dedim ona parayı vererek. “Kalanı ve ikramiyesi yarın.
Beşte Leo’ya gel. Sana borçlandım.”
“Ne
Do'stlaringiz bilan baham: |