“înna lillahi ve inna ileyhi raciun,
’’diye mırıldandım.
Ondan geldik ve yine
Ona döneceğiz.
Böyle desem de hem çok üzülmüş, hem de şok olmuştum.
“Subhânehu ve Teâlâ,
” dedi Abdullah.
Allah günahlarım affetsin ve sevapla
rını kabul eylesin.
“Amin,” dedim.
Fardeen o kadar kibar ve düşünceli bir adamdı, o kadar adildi ki, ona
Politik Fardeen derdik. Cesur bir savaşçı, sadık bir dosttu. Fardeen hariç herke
sin Sanjay Şirketi içinde en az bir tane düşmanı vardı. Bir tek Fardeen’i hepimiz
severdik.
Akrepler yangına misilleme olarak Fardeen’i kurban seçtiyse, Sanjay
Şirketi’ndeki herkesin bam teline dokunmuşlar demekti.
“Akrepler mi?” diye sordum.
Abdullah, Comanche, Shah, Ravi ve Uzun Tony hep bir ağızdan inlercesine
güldü. Yüzlerindeki buruk ifadelere baktım.
“Flora Çeşmesi’yle Chor pazarının arasında bir yerde kaçırmışlar,” dedi
Shah. “Fardeen çarşıya gidiyormuş. Motorunu Byculla’da, yol kenarında bul
duk.” Elinin tersiyle öfke gözyaşlarını sildi.
Uzun Tony devam etti, “Onu bir yere götürüp bağlamışlar ve işkence et
mişler. Göğsüne kahrolası bir akrep dövmesi yapmışlar. Sonra da tam ortasına
bir bıçak saplamışlar. Kendilerini gizlemeye gerek bile duymamışlar.”
Şirket’te, uzun boyuyla Kısa Tony’den hemen ayırt edilen, Uzun Tony yere
tükürdü. Hikâyenin en zalim kısmı dövmeydi, zira Fardeen dövmenin günah
olduğuna inanan Müslümanlardandı. Dolayısıyla ona bir dövme yapmak kav
gayı iki rakip çetenin meselesi olmaktan çıkarıp bir dinler savaşma dönüştü
rüyordu.
“Lanet olsun,” dedim. “Nasıl yardım edebilirim?”
Tekrar güldüler. Bu sefer içtenlikle.
“Asıl biz sana yardıma geldik, Lin kardeş,” dedi Abdullah.
“Neden?”
Yine güldüler.
“Neler oluyor, Abdullah?”
“Başına ödül koydular, Lin.”
“Özel bir teklif sundular,” dedi Comanche. “Yirmi dört saat için geçerli.”
“Kaçtan kaça kadar?”
“Bu gece yarısından yarın gece yarısına kadar,” dedi Shah.
“Kaç para?”
“Yüz bin rupi,” dedi Ravi. “Şu dünyada piyasa fiyatını bilen tek adam ola
bilirsin.”
Yaklaşık altı bin dolara tekabül ediyordu. Amerika’da, bu parayla ancak bir
kamyonet alabilirdiniz. Bombay’da ise, sokaktaki bütün kiralıkları satın almaya
yeterdi.
Tanıdığım birkaç kişiyi düşündüm. Hatta onları arkadaşım bile sayabilir
dim. Bırakın bu parayı, sırf adam öldürmekten hoşlandıkları için memnuni
yetle harcarlardı beni.
“Sağ olun, çocuklar,” dedim.
“Ne yapalım sen söyle,” dedi Abdullah.
“Karla’dan uzak durmalıyım. Bir çatışmanın ortasında kalmasını istemem.”
“Haklısın. Evden istediğin bir şey var mı, getirelim?”
Avcılarımdan kaçarken neye ihtiyacım olurdu ki?
Sokaklarda çalışıyordum. Hep hazırdım. Sağlam botlarım, rahat bir kotum,
temiz bir tişörtüm, bir sürü iç cebi olan kolsuz bir yeleğim, Amerikan dolar
larım, rupilerim, belimde iki bıçağım ve beni asla yarı yolda bırakmayan bir
motorum vardı.
Silahım yoktu ama onu da nereden bulacağımı biliyordum.
“Saatim dolana kadar bir ihtiyacım yok,” dedim. “İlginç bir gece olacak.
Uyardığınız için sağ olun. Yirmi dört saat sonra görüşürüz. Allah’a emanet
olun.”
Sırtımı dikleştirip motoru çalıştırdım.
“Hop!” diye bağırdı Uzun Tony.
“Nereye gidiyorsun be adam?” dedi Ravi.
“Bir yer biliyorum,” dedim.
Abdullah kaşlarını çattı. “Neresiymiş orası?”
“Bir yer işte. Allah’a emanet olun.”
“Hop!” diye bağırdı Uzun Tony yine.
“Nereye?” diye üsteledi Ravi.
“Yerini herkesin bildiği ama çıkış kapısını sadece benim bildiğim bir yere
gidiyorum.”
“Bilmece gibi konuşmasana,” diye böğürdü Comanche.
“Silahımı alacağım,” dedim. “Sonra biraz meyve yer, birkaç bira içer, yirmi
dört saat yan gelip yatarım.”
Ravi başını iki yana salladı. “Hayatta bırakmayız.”
“Sanjay sana yardım etmemizi yasakladı,” dedi Abdullah. “Ama böyle bir za
manda, Fardeen gibi bir meclis üyesi öldürülmüşken ve dışarıda hem Şirket’in
adamları, hem de başkaları kol gezerken seni bırakmayız. Hem Comanche de
bize katıldı. Şirket’ten istifa etti.”
“Aynen,” dedi Ravi.
“Bizimle takılmaman için hiçbir sebep yok,” diye devam etti Abdullah. “Bir
süre devriye gezeceğiz. Sonraki yirmi dört saat de dinleniriz. Hem Şirkete des
teğini de göstermiş olursun.”
“Bunu yaparsan..dedi Uzun Tony.
“Seni engelleyemeyiz, öyle değil mi?” diye bitirdi Ravi.
“Hadi, Lin. Gel, sınıra gidelim,” dedi Abdullah elini omzuma koyarak.
“Şirket’in yoğun saldırı altında olduğu bugünlerde bizi koru.”
Güzel bir teklifti. Unutulmayacak bir teklif. Yine de kabul etmek gelmi
yordu içimden.
“Ya birinizden biri benim yüzümde vurulursa?” diye sordum. “Ben bunun
vebalini nasıl öderim?”
“Ya sen birimizden birinin hayatını kurtarırsan?” dedi Abdullah. “O zaman
iyi ki sizinle gelmişim demez misin?”
Diğerleri de motorlarını çalıştırdı ve ikimiz önde, üçümüz arkada sokaklar
da ağır ağır dolanmaya başladık.
Erkekler düşünmek istemedikleri konuları zihinlerinin bir köşesine atar ve
bir daha onlara hiç dokunmazlar. Hele bir göreve odaklanmışlarsa, önlerinde
hiçbir engel duramaz.
Başıma ödül konmuştu. Bunu kimin yaptığını bilmiyordum. Ama düşün
meyecek ve sadece sağ kalmaya odaklanacaktım. Belki de kendi hükümeti
min başıma zaten bir ödül koyması, İkincisini unutmamı kolaylaştırıyordu.
Abdullah ve ötekilerle Akreplerin sürpriz bir saldırısına karşı sınırda devriye
gezmeye daha iyi odaklanabiliyordum.
Güney Bombay’da ilk devriye gezişim değildi bu. Turistlerin yoğun olduğu
yarımadada rakip çetelerin gözü vardı. Geceleri bir saldırı beklentisiyle devri
ye gezerdik. Bazen korktuğumuz başımıza gelirdi. Saldırırlardı bize. Ama olay
yerine otuz saniyede ulaşan motorlu devriyelerimiz sayesinde birçoğunu ucuz
atlatmıştık.
Dört adamdan oluşan iki grup her dört saatte bir nöbet değişimi yaparak
devriye gezerdi. Motorlulara tanınan hak bu kadardı.
Ada Şehri’nin ejder ağzı aşağı yukarı Manhattan kadardır. Bize tanınan sa
atlerde orada düzinelerce tur atardık. Neyse ki Bombay’ın motorların geçebile
ceği kadar geniş yaya yolları vardır. Kestirmelerin hepsini ezbere bilmemiz bize
büyük zaman kazandırırdı.
Durup insanlarla konuştuğumuz dakikalar da motor tepesinde geçirdik
lerimiz kadar kıymetliydi. Her bir yardımsever fısıltı size düşmanı alt etmek
için mükemmel bir fırsat tanır. Çete savaşlarındaki en önemli koz, evinde sa
vaşmaktır. Detaylara dikkat etmek ikinci sırada yer alır. Yöre halkının sizi en az
polis kadar sevip sayması da önemli bir avantajdır.
Fardeen’in ölümünün ardından polis bile Sanjay Şirketi’nden yana taraf
olup Şirket üyelerinin kısıtlı sayıda silah taşımasına izin vermişti.
Didier’nin bağlantılarına bakılırsa, Akrepler şiddet ve dini milliyetçilik
içerikli bir planla güneye girmeyi düşünüyordu. Polisin Güney Bombay’ın
kontrolünü onlara seve seve teslim edeceği görüşündeydiler. Zira kendilerini
vatansever, Sanjay Şirketi’ni hain olarak görüyorlardı.
Polis din sömürüsüne karşı ivedilikle müdahale etmesi için emir almıştı.
Şimşek Dilip de fırsattan istifade ona bu milliyetçilik akımının temsilcilerin
den daha fazla rüşvet veren Sanjay’ın yanındaki yerini almıştı. Şimdi Dilip’in
cipli devriyeleri halkın huzurunu kaçırdıkları gerekçesiyle Akrep avındaydı.
Ateşkes bizim için zor bir süreçti, zira polisin saldırganlığına alışmıştık.
Çoğumuz bunu tercih ederdik. Herkes oyunu aynı kurallara göre oynarken
nerede durduğunu bilirsin en azından. Polis bize karşı birdenbire kibarlaşınca
sudan çıkmış balığa dönüyorduk.
Bir trafik ışığında durduğunuzda ve yanına bir zamanlar arkasında dayak
yediğiniz polis cipi yanaşıp içindeki polisler size gülümsemeye, hatta sizinle
konuşmaya çalıştığında kendinizi bir tuhaf hissediyordunuz.
Olaysız geçen devriyenin ardından, Hacı Ali’nin mezarının yakınında,
Tardeo’nun Pedder Yoluyla buluştuğu yerde durduk.
O noktadan itibaren bütün güney, Sanjay’ındı. Denizden denize kadar.
Türbe tarafsız bölgedeydi. Bombay’ın bütün çetelerinin elemanları burayı gü
venle ziyaret edebilirdi. Savaşta olsalar bile.
Abdullah motorları yakınlardaki benzincideki bir adamına emanet etti ve
birlikte küçük ada mezarının uzun yolunu yürüdük.
Bir gangster ritüelini yerine getirecektik. Savaştan önce, gece geç vakitte
muhakkak burayı ziyaret ederdik.
Hacı Ali olarak bilinen zat eskiden son derece varlıklı, Özbek bir tüccarmış.
Sonra varını yoğunu fakir fukaraya dağıtıp Mekke’ye gitmiş.
Bir gezgin gibi bütün dünyayı dolaşmış. Bunu on beşinci yüzyılın şartların
da yaptığı düşülürse, bir hayli zorlandığını tahmin etmek güç değil. Ama Hacı
Ali yılmadan, sırtında bohçasıyla dere tepe düz gitmiş ve yoluna çıkan bütün
bilgileri iştahla öğrenmiş.
Sonra zevk sahibi bir adam olarak Bombay’a yerleşmiş ve ünü şehir sınır
larını aşmış. Yıllık hac ziyareti sırasında vefat ettiğinde, tabutu denizde kay
bolmuş ama mucize eseri Bombay’ın kıyılarına vurunca tam o noktaya onun
anısına bir anıt mezar yapılmış.
Mevsiminde, günde bir kere mezarın yolu sularla kaplanırdı. Bu bilge kişi
bitip tükenmek bilmeyen ziyaretçilerinden sıkıldığında biraz başını dinleyebil
mek için bu yöntemi bulmuştu sanki. Şehrin en büyük koruyucularından biri
olarak onun da dinlenmeye ihtiyacı vardı tabii.
O gece, mezarın yolu kuru ve tenhaydı. Sert bir rüzgâr esiyordu. Altı gang
ster anıt mezarın bulunduğu adacığa doğru yürüdük. Ay ışığı sığ gelgitin yüze
yinde uzun gölgeler oluşturuyordu.
Geniş patikanın iki yanındaki yuvarlak kayalıklar olduğu gibi meydanday
dı. Onları denize sırt çevirip buraya sığınan yaslı figürlere benzettim.
Kalın demetler hâlinde yanan tütsüler havayı sadakat ve inancın kokusuyla
doldurmuştu.
Adaya doğru yürürken her zamanki ritüeli tekrarlamadım. Savaşa giden
gangsterler bu yolda geçmişte yaptıkları kötülükleri düşünür, mezarda bağış
lanmak için dua eder ve adadan şehre cehennemi göze alarak dönerlerdi.
Ne var ki, ben bu kez Karla’yı düşündüm. Birbirimize kızgın ve kırgın ay
rıldığımızı.
Beni kimin öldürtmek istediği umurumda değildi. Şüpheli listesi uzundu
ve onu düşünerek kısaltamayacağım kesindi. Ama Abdullah işimi kolaylaştır
maya kararlıydı.
“Ödülü kimin koyduğunu sormadın,” dedi.
“Şu yirmi dört saati bir atlatayım, sonra öğrenirim nasıl olsa.”
“Şimdi öğrensen olmaz mı?”
“Tercih etmem doğrusu,” dedim. “Çünkü kim olduğunu öğrenirsem ona
bir şey yapmak isterim ve herkes beni öldürmeye çalışırken harekete geçmem
doğru olmaz.”
“Irlandalı,” diye kestirip attı Abdullah her zamanki dobralığıyla.
“Concannon mı?”
“Evet.”
Gülmeye başladım.
“Aferin valla,” dedi Ravi. “Moralini bozmuyorsun.” Shah, Comanche ve
Uzun Tony’yle bir adım gerimizden yürüyordu.
“Ben... Aslında gülünecek bir tarafı yok tabii. Ama aynı zamanda da, çok
komik. O adamı tanıyorum. Concannon’ı. Aklınca benimle taşak geçiyor.
Yirmi dört saat kısıtlaması onun için. Bu bir kedi fare oyunu.”
Gülme krizimin arasında daha fazla açıklayamadım. Abdullah dışında hep
si anladı zaten. Onlar da güldü. Bunu ilk onlar akıl edemediği için biraz bozul
muşlardı doğrusu.
Tüh be,
deyip duruyorlardı. Hatta böyle bir plan yapabile
cek paranoyak arkadaşlarının isimlerini bile saydılar.
“Ben tuttum bu herifi,” dedi Ravi. “Bir tanışsak keşke. Yani yine öldürürüz
tabii de, önce iki lafın belini kırsaydık.”
“Ne yalan söyleyeyim, ben de isterdim,” diye atıldı Uzun Tony. “Abdullah’ın
bacağından vurduğu herif değil mi o?”
“Evet.”
“Aynı bacağından iki kere vurdum,” dedi Abdullah. “Merhametin yalnızca
hak edene gösterilmesi gerektiğini bir kez daha anladık. Bunun gibi iblislerin
gözünün yaşına bakmayacaksın.”
Ötekiler hâlâ gülüyordu. Aslında bu iyiye işaretti. Hepimizin sevdiği biri
öldürülmüştü ve biz de ölüm tehdidiyle karşı karşıyaydık ama yine de kahka
halarımızdan ödün vermiyorduk. Genç sokak askerleri Abdullah’ın sert bakış
larıyla kendilerine geldi ve kıyıya döndük.
Savaştan önce buraya gelmemiz tabutu Ada Şehri’nin kıyılarına vuran zatı-
muhtereme hakaretti aslında. Hepimiz biliyorduk bunu.
Ama iyi bildiğimiz ya da kendimizi inandırmaya çalıştığımız bir başka şey
de, başkalarının dışladıklarım azizlerin koruyup kolladığıydı. Deminki saygı
sızlığımıza rağmen onun için huzurluyduk belki de. Denizin üzerindeki meza
rında uyurken bizim gangster dualarımızı dinleyen bu sabırlı azize güvenimiz
tamdı.
C
oncannon’ın eşek şakasından paçayı kurtardıktan sonra, aslında bana ne
denli büyük bir iyilik ettiğini anladım. Zira Colaba denen cadı kazanında giz
lenen ne kadar katil ruhlu yılan varsa hepsi ortaya çıkmıştı. Abdullah’la Didier
başıma konan ödülle ilgilenen bütün kiralıkları tek tek ziyaret edip bir temiz
dövdü. Bir daha ödül avcılığına cesaret edebileceklerini hiç sanmıyordum.
Concannon’ı ararken bakmadığım delik kalmadı. Ara sıra uzak mahallelere
bile gitmek zorunda kaldım. Motor tepesinde sadece ve sadece Concannon’ı
düşünerek kilometrelerce yol teptim. Ama İrlandalı kuş olup uçmuştu sanki.
Bir hayalet, bir söylenti ve alaycı bir kahkahanın yankısıydı sadece. Sonunda
bulunmak istemediği sürece bir tehdit oluşturmadığına karar vererek avuttum
kendimi.
Karla hâlâ öfkeliydi. Günlerce ortadan kayboldu. Ne aradı, ne sordu. Ben
de ona kızmak istedim ama beceremedim. O mektubu bana göstermemesi
ne hâlâ bozuluyordum. Özellikle de, yazarı beni öldürtmeye çalıştıktan sonra.
Ama Karla’yı özlememek elimde değildi. Birlikte geçirdiğimiz o mutlu günler
benim için şu hayatta iyi ve güzel olan her şey demekti.
Do'stlaringiz bilan baham: |