OTUZ DOKUZUNCU BOLUM
M
otoru, malikânenin bir blok ilerisine bırakıp sessiz bir yan sokakta bekle
dim. Ay ışığı yola ağaç şiirleri yazıyordu. Cılız bir kara kedi tin tin önümüzden
geçip gölgelerin güvenli koynuna daldı.
“Kader şimdiden tarafım belli etti,” dedi Didier. “Bir kara kedimiz eksikti.”
Kapıya yaklaştık. Duraksadım ve uzun sokağın sağma soluna baktım. Tek
tük arabalar geçiyordu ama etraf sakindi.
“Bunu yapmak istediğinden emin misin, Didier?”
“Bu ne cüret!” dedi.
“Tamam. Özür dilerim.”
Kapıyı itip sokak kapısına doğru yürüdüm. Zili çalacaktım ki, Didier beni
durdurdu. Gülümsedi, derin bir nefes aldı ve zili kendi çaldı.
Yaklaşan ayak sesleri duyduk. Kapının bir bölümü buzlu camdandı. İri yarı
bir karaltı gördüm. Ağır ağır ve bir bastonla yürüyordu. Hanuman.
Kapıyı açtı ve beni gördüğü gibi yüz hatları gerildi.
“Yine mi sen?”
“Bana Pakistan’ı anlat,” dedim.
Beni omzumdan yakalayıp koridora doğru itti. Sağlı sollu odalardan deli
bakışlı tipler çıktı. Merdivenlere baktım. Orada da goriller vardı. Hanuman
beni koridorun sonundaki bir kapıya doğru itekledi.
Adamlar bize,
“Madachudh! Bahirıchudh! Gandu! Saala
!"diye bağırıyordu.
Dünyadaki her silah bir öldürme arzusudur ve dört bir yanımı saran bu
adamların hepsi de silahlıydı. Korkmuştum, silahlarla karşılanmayı beklemi
yordum ve bir de, suçlular asla kurallara göre hareket etmezdi.
En yakınımda, beyaz atletinin göğsünden kıllar fışkıran bir çam yarması
vardı. On iki kalibrelik, kısa namlulu bir çifteyi suratıma doğrulttu. Hanuman
çabucak üzerimi aradı. Belimdeki bıçakları silahtan saymayıp gömleğimi in
dirdi ve tembelce esnedi. Diğerleri böğürerek gülüştü. Didier’ye dönmüştü
ki, arkadaşım eliyle onu durdurdu. Cebinden otomatik bir tabanca çıkarıp
Hanuman’a verdi.
O sırada koridorun ilerisindeki bir kapı açıldı. Vishnu adamlarıyla birlikte
dışarı çıktı.
“Nasıl? Karşılama komitemizi beğendiniz mi? Gelin bakalım.”
Tekrar odaya girdi. Hanuman beni itti ve Vishnu’nun çalışma odasına girdik.
İçeride maun bir masa, iki rahat görünümlü misafir koltuğu ve bir dizi tah
ta iskemle vardı. Duvarlarda siyasi ve dini posterler asılıydı ama odada hiç kitap
yoktu. Masadaki güvenlik ekranından malikânenin diğer odaları görünüyordu.
Vishnu birkaç dakika Hanuman’la fisıldaştı. İri yarı Hanuman hafifçe eğil
miş, başını sallıyordu.
Vishnu yanımıza yalnız döndü. Ya kendinden çok emindi ya da aptal. Uç
buzlu burbon hazırladı. İkisini bize verdi ve masasına geçti.
“Bay Levydi değil mi?” dedi hepimiz yerlerimize yerleştiğimizde. “Tanışmak
bugüne kısmetmiş. Hakkınızda çok şey duydum.”
“Enchanté, monsieur
,” dedi Didier.
“Karım hasta,” dedi Vishnu bana dönerek. “Aile doktorumuz ve iki hemşire
başında nöbet tutuyor. Onun için, onu yanımdan ayıramıyorum. Adamlarımın
sizi hemen öldürmek istemesinin sebebi bu. Çünkü karım bu evde. Ve işte
bu yüzden, ben de sizi hemen öldürmek istiyorum. Buraya neden geldiniz?
Aklınızı mı kaçırdınız?”
“Karının hastalığına üzüldüm. Onun huzurunu bozmak istemem,” dedim
gitmek için ayağa kalkarak. “Başka bir zaman konuşuruz.”
“Bu kadar çabuk mu pes ediyorsun?”
“Bak,” dedim. “Ben burayı bir kumarhane sanıyordum. Evin olduğunu bil
miyordum. Başka bir yerde konuşuruz.”
“Otur,” dedi Vishnu. “Derdin ne, anlat.”
“Karının başına bir iş gelse neler hissedeceğini tahmin edebiliyorum,” de
dim, “çünkü benim kız arkadaşımın başına bir iş geldi ve geçen hafta öldü.
Onu öldüren hapları satan adam senin koruman altında. Buraya geldim çünkü
onunla dışarıda konuşmak için senden izin istiyorum.”
“Neden onu dışarıda beklemedin? Er geç çıkardı.”
“Ben kimseye pusu kurmam. Ön kapıdan girer, diyeceğimi dosdoğru de
rim. Sözünü ettiğim adam senin için çalışıyor. Onun için sana geldim.”
“Ne öğrenmek istiyorsun?”
“O ne biliyorsa onu. Bana yanındaki adamın adı lazım. Kız arkadaşıma
hapları o vermiş.”
“Karşılığında ne öneriyorsun?”
“İkimizin de uygun gördüğü herhangi bir şey olabilir.”
“Belki bir iyilik hım?”
Sırıttı.
“Yabana atılacak bir teklif değil bence,” dedim. “Bu adamla konuşmama
izin verirsen borcumu öderim.”
“Puro?”
“Hayır. Teşekkürler.”
“Çok cömertsin,” dedi Didier bir puro alıp kokusunu içine çekerek.
“Öleceksem böyle öleyim.”
Vishnu güldü.
“On yedi yaşındayken ben de buna benzer bir şey yapmıştım,” dedi bana
bakarak. “Bir tepsi çayla mahalleyi kasıp kavuran çetenin liderinin odasına gir
dim ve bıçağımı boğazına dayadım.”
“Sonra?” diye sordu Didier.
“Ona adamları kız kardeşimi rahat bırakmazsa, bir gün yine böyle sessizce
gelip boğazını keseceğimi söyledim.”
“Seni cezalandırdı mı?” diye sordu Didier.
“Evet. Beni yanma aldı,” dedi Vishnu içkisinden bir yudum içerek. “Ama
bana gençliğimi hatırlarsanız da, evime böyle baskın verircesine gelmeniz ho
şuma gitmedi. Korumam altındaki bu adam... kim o?”
“Itlandalı. Adı, Concannon.”
“O hâlde geç kaldınız çünkü gitti.”
“Bugün buradaymış,” dedi Didier usulca.
“Evet, Bay Levy. Buradaydı ama bizim işin doğası bu. Bir varmış, bir yok
muş hesabı. Anlarsınız ya? İrlandalı çıkalı üç saat oluyor. Nereye gittiği umu
rumda değil. Bir daha görüşecek miyiz, onu da bilmiyorum.”
“Bize müsaade o hâlde. Karını rahatsız ettiğimiz için özür dilerim.”
Vishnu oturmamı işaret etti. “Sanjay Şirketi’nden ayrıldığın doğru mu?”
“Evet.”
“İzin verirseniz, Vishnudada,” dedi Didier konuyu değiştirmeye çalışa
rak, “ölen kızı tanımıyorsunuz. Ama ben onun arkadaşı olma şarefine eriştim.
Pırlanta gibi bir insandı. Ölümü büyük kayıp.”
“Sizi anlıyorum, Bay Levy. Ama bugün bu şekilde buraya gelmenizi
asla anlayamam. Bazı kurallar var ve onlara uymak hepimizin boynunun
borcu.”
“Haklısınız,” dedi Didier, “ama aşkın gözü kördür derler.”
Vishnu içkilerimizi tazelemek için ayağa kalktı. Gözlerini benden ayırmı
yordu. “Size bir şey söyleyeyim mi?”
“Dinliyoruz,” dedi Didier sigarasını tüttürerek.
“Fakirler hakkında,” dedi Vishnu. “Onlara güzel bir ev yaparsınız, toprağa
oturabilmek için bütün alt katı kırarlar. Zemini daha da sağlam yaparsınız, bu
sefer de üzerine oturmak için dışarıdan toprak taşırlar. Ben inşaat işindeyim.
Bu tür şeyleri iyi bilirim. Sen ne dersin, Shantaram?”
Do'stlaringiz bilan baham: |