Selam Şimşek
, diye söylendim. Bununla birlikte
cop, yumruk ve tekme yağmuru başladı.
Karla’ya da böyle vurdun
, diye düşündüm. Nihayet aklımı kilitleyebileceğim
bir görüntü bulmuştum.
Karman seni bekliyor. Bütün yaptıklarının cezaisini çe
keceksin.
Sonra birden durdu. Fırtınanın geçtiğini hissettim.
Başımı kaldırmaya cesaret ettiğimde, Şimşek Dilip’i gördüm. Köşedeki
adamlara bakıyordu. Nefes nefeseydi. Yüzünde sapkın bir sevinç vardı.
O zaman anladım ki, benimle ısınma turlarını atmıştı. Asıl olay köşedekilerdi.
Adamlar da bunu fark etmişti. Yalvarmaya başladılar. Nihayet bir iki nefes
alıp hasar kontrolü yapmaya vakit buldum.
Şanslıydım. Kırığım çıkığım yoktu. Kollarımı ve bacaklarımı sorunsuzca
hareket ettirebiliyordum. Daha kötüsü de olabilirdi. Olmuştu da.
Şimşek Dilip zincirli adamların yanma gititğinde polisler beni çözdü
ve komiser yardımcısının odasına götürdü. Tabii ki bütün paramı aldılar.
Kıyafetlerimi, özel eşyalarımı ve bıçaklarımı onlardan satın almak zorunda
kaldım.
Eşyalarımı yola fırlattılar. Beni de arkalarından.
Donumla karanlık sokakta kıyafetlerimi toplayıp giyindim. Bir süre oradan
ayrılamadım ve gözlerimi polis merkezine diktim. Müthiş bir haksızlığa uğra
dığınızda bazen basiretiniz bağlanır ya, işte aynen öyleydi durumum.
Kan revan içindeydim ve sokak lambalarının ışığında Şimşek’in yeni kur
banlarının feryatlarını dinliyordum. Sokağın köşesinde beliren ışık birden üze
rime vurdu. Ben hâlâ haykırışların geldiği yere bakıyordum.
Siyah bir Ambassador yanımda durdu. Camları açıktı. Ön koltukta Farid’i
gördüm. Yanında Şirket şoförü Shah vardı. Arka koltukta Faisal, Amir ve
Andrew DaSilva oturuyordu.
DaSilva dirseğini dışarı çıkarmıştı. Öne eğildiğinde gayriihtiyari bıçak çek
tim. Kahkahalarla güldüler.
“Paran,” dedi DaSilva bana bir paket uzatarak. “Otuz bin. Sri Lanka işi
• • »
için.
Paketi almak için uzandım ama bırakmadı.
“İki haftaya Sanjay’ın korumasından çıkıyorsun,” dedi sırıtarak. “Sonrasında
beni öldürmeye çalışsana. Görelim bakalım neler olacak?”
“Ben seni öldürmek istemiyorum ki, Andy,” dedim paketi çekerek. “Seni
arkadaşlarının önünde küçük düşürmek daha eğlenceli.”
Amir güldü.
“Bravo! Seni özleyeceğim, Lin.
Challo!
Gidelim!”
Siyah Ambassador ardında egzoz dumanları bırakarak hızla uzaklaştı. Parayı
gömleğimin içine koydum ve çığlıklar yeniden başladı.
Sağ gözümün üzerine bir ağrı saplanmıştı. Sırtımdaki ve omuzlarımdaki
bütün çürükler sızlıyordu.
Karakolun girişindeki geniş kemerin altından geçtim ve verandanın basa
maklarını çıkıp doğruca Dilip’in ofisine girdim.
Masasında uyuklayan bir memur başını kaldırdı.
“Çağır amirini, gelsin,” dedim.
“Yürü git, Shantaram. Dilip seni burada görürse fena olur.”
Gömleğimin içinden birkaç yüz dolar çıkarıp masasına attım.
“Çağır.”
Memur paraları kaptığı gibi odadan çıktı.
Şimşek dakikalar içinde karşımdaydı. Oraya sorun mu çıkarmaya, yoksa
rüşvet mi vermeye geldiğimi bilmiyordu. Hangisini daha çok istediğinden de
emin olamıyordu. Ne de olsa Dilip bir sadistti. Ter lekeleriyle kaplı gömle
ğine baktım.
“Şanslı günümdeyim,” dedi copunu avucuna vurarak.
“O üç mahkûmu çıkarmak istiyorum.”
“Efendim?”
“O üç mahkûmu nakit parayla çıkarmak istiyorum.”
“Hangi üç?” diye sordu şüpheyle.
“Dayaktan bayıltmaya çalıştıklarını diyorum.”
Güldü. Komiklik etmediğinizde insanların neden güldüğünü hiç anlamam.
Ah, evet. Şaka sizsinizdir de ondan.
“Uygun bir fiyata neden olmasın?” dedi. “Ama belki bilmek istersin. O
adamlardan biri birkaç küçük kıza tecavüz etmiş. Hangisinin yaptığını anla
maya çalışıyorum. Yine de karar senin tabii.”
Kulaklarım çınlıyor, yüzüm acıyordu. Doğru bir şey yapmaya çalışıyordum
ve içim öfke doluydu. Ama belki de bir çocuk tecavüzcüsünü kurtaracaktım.
Kader bana hiç mi gülmeyecekti?
“Ben galiba...” dedim borazan gibi sesimle. Sonra hafifçe öksürdüm.
“Tamam. Çıkarma onları ama dövmeni de istemiyorum. Parayı bunun için
vereceğim.”
“Beş yüz Amerikan doları için pazarlık edebiliriz,” dedi. “Parayı toparladı
ğında gel.”
Memur ona verdiğim yüzlükleri tabii ki kendine saklamıştı. Gömleğimin
içinden paraları çıkardım ve masasına fırlattım.
“Yukarıda sekiz mahkûm daha var,” dedi. “Onları dövmemem için de para
vermek ister misin?”
Deli bir andı. Lisânın cesedini buraya getirdiklerini ve buradaki her polisin
onu ölü gördüğünü biliyordum. Karla’yı muhtemelen benim gibi parmaklıkla
ra kelepçelemişlerdi. Ama şimdilik yalnızca o feryatların dinmesini istiyordum.
Masaya birkaç yüzlük daha attım.
“Hey millet!” dedi.
Masadaki paraları toplarken gülüyordu. Eşikte duran polisler de gülüyordu.
“Amma kârlı bir akşam oldu yahu. Ben bu dayak işini daha sık yapayım.”
Binadan çıktım. Verandanın basamaklarını indim.
Bu gece sessizliği satın almıştım. Ama yarın çığlıklar yeniden başlayacaktı.
Onları ve başkalarını her gece dövmeye devam edecekti.
I
Hiçbir şeyi bitirdiğim yoktu çünkü dünyanın bütün parası bile barışı sa
tın alamazdı. İyilik yeryüzünün tek kralı olmadan bu zalimlikler durmaya
caktı.
Önümde siyah bir limuzin durdu. İçinden Karla, Naveen ve Didier indi.
O anki sevincim bir çölün ıssızlığında özgürce koşan bir çitaydı. Acı sevgiden
korkup kaçtı.
Beni kucaklayıp arabaya bindirdiler.
“İyi misin?” diye sordu Karla serin elini yüzüme koyarak.
“Evet. Çıktığımı nereden bildiniz?”
“Bekliyorduk zaten. Didier arayıp haber verdi. Leo’nun önündeydik. Seni
dışarı attıklarını gördük ve toparlanman için sana birkaç dakika vermek is
tedik.”
“Karla’nın fikriydi,” dedi Naveen. “Bırakın adam önce bir giyinsin dedi.
Sonra siyah Ambassador geldi.”
“O gitti, sen yeniden içeri girdin,” dedi Didier.
“Doğrusu bunu biraz aptalca bulduk,” diye atıldı Naveen ve, “tam seni
almak için içeri giriyorduk ki, sen çıktın.”
“Sana haberlerimiz var,” dedi Didier.
“Nedir?”
“Sen gittikten sonra Vishnu benimle konuştu,” dedi Didier. “Concannon’la
Lisa’ya giden adamın kim olduğunu söyledi.”
“Kimmiş?”
“Ranjit,” dedi Karla sakin bir sesle.
“Senin Ranjit mi?”
“Kocam Ranjit mi diye soruyorsan, evet. Ama bu gidişle ondan boşanama-
dan dul kalacağım.”
Ranjit. Karlayı ararken ofisine gittiğimde az kalsın korkudan altına edecek
ti. Bildiğimi sanmıştı. Korkusu ondandı.
“Şimdi nerede?”
“Kaçmış,” dedi Karla. “Dostlarını aradım ama dünden beri gören yok.
Sekreteri Delhi’ye uçak bileti almış. Oraya indikten sonra da sırra kadem bas
mış. Her yerde olabilir.”
“Onu bulacağız,” dedi Naveen. “Ranjit tanınan bir adam. Uzun süre ka
çamaz.”
Karla güldü.
“Haklısın. Er geç kendini ele verecektir.”
“Şimdilik rahatlayabilirsin, Lin,” dedi Didier. “Esrar çözüldü.”
“Sağ ol Didier,” dedim ve Karlanın uzattığı cep şişesinden bir fırt aldım.
“Ama hiçbir şeyin çözüldüğü yok. Sadece kilit bir isim öğrendik o kadar.”
“Doğru,” dedi Karla. “Ama Ranjit i aramaya başlamadan önce halletmemiz
gerekenler var. Sen mesela, Shantaram. Biraz hırpalanmış görünüyorsun.”
“Affedersiniz, efendim,” dedi üniformalı şoför, “size bir ilkyardım çantası
ikram edebilir miyim?”
“Randall? Sen misin?”
“Evet, Bay Lin. Buyurun, bu da temizlenmeniz için kolonyalı mendil.”
“Teşekkür ederim ama senin burada ne işin var anlamadım.”
“Bayan Karla bana kendisine hizmet etme şerefini bahşetti,” dedi.
Karla güldü. “Boş versene. Bu arabada ancak ilkyardım çantası ve içki ser
visi yapılır.”
Ona baktığımda omzunu silkti. Sonra cep şişesinden bir gazlı beze biraz
votka döktü ve şişeyi bana verdi.
“İç, Shantaram.”
“Emredersiniz, Bayan Karla,” dedim Mahesh Otel’in barmenine gülümse
yerek.
Karla yüzümdeki ve bileklerimdeki yaraları bir uzman edasıyla temizledi.
Bu işlerin gediklisiydi ne de olsa. Khaderbhai Şirketi’ndeki en yakın dostların
dan biri boks ringlerinde dağılan suratları onaran bir antrenör yardımcısıydı.
Karla bildiği her şeyi ondan öğrenmişti.
“Şimdi nereye, Bayan Karla?” diye sordu Randall. “Gerçi hedef, yolculuğun
ta kendisidir, o ayrı tabii.”
“Nereye gitmek istersin?” dedi Karla bana. Gülüyordu.
Nereye mi gitmek istiyordum? Dostlarımla Lisa’ya veda etmek ve yasımı
sonlandırmak istiyordum. Evet, istediğim buydu. O hapları Lisa’ya Ranjit’in
verdiğini öğrenmek beni bir nebze olsun rahatlatmıştı. En azından ona veda
edebilecek kadar.
“Hep birlikteyken yapmamızı arzuladığım bir şey var,” dedim.
Hiçbiri ne olduğunu sormadı. Hemen kabul ettiler.
“Didier, arkadaşın Tito’yu uyandırsak sorun olur mu?”
“Bildiğim kadarıyla Tito hiç uyumaz. En azından, şimdiye kadar onu uyur
ken gören olmamış.”
“Güzel. Gidelim, hadi.”
Didier, Randall’a Colaba pazarının arkasındaki balıkçı mahallesini tarif
etti. Bir dizi el arabasının yanına park edip dar sokaklarda Tito’yu aradık. Onu
bir gaz lambasının yanında Durrell okurken bulduk. İşi olmadığı için bize va-
408 ■ Gregory David Roberts
kit ayırabilirdi. İki saatinin yüzde onunu. Birer esrarlı sigara yakıp kitaplardan
konuştuk. Sonra eşyalarımı aldım.
“Şimdi nereye gidiyoruz, efendim?” diye sordu Randall yeniden arabaya
doluştuğumuzda.
“Air India binasına,” dedim. “Gökyüzünde bir cenaze töreni düzenleyeceğiz.”
Do'stlaringiz bilan baham: |