Catch 22.
Ç.N.
Dolaptan bir iki adım uzaklaşıp kıvrak Bhangra müziğiyle dans etmeye
başladı. Fena da değildi hani. Jasvvant dayanamayıp masasından kalktı ve ikisi
parça bitene kadar karşılıklı dans etti.
“Yine çalayım mı?” diye sordu Jasvvant nefes nefese.
“Evet!” dedi Ankit.
“Önce şu işi bitirseydik,” diye atıldım.
Jasvvant birden ciddileşti. “Doğru. Ne istiyorsunuz?”
“Ufak bir kimya deneyi yapacağım,” dedi Ankit. “Sende bütün kimyasallar
vardır diye düşünüyorum.”
“Harika,” dedim. “Bu akşam Karla’yla hiçbir işimiz yok. Gönül rahatlığıyla
başka bir boyuta geçebiliriz.”
Şişeler yan yana dizildi. Geniş ağızlı, büyük bir cam bardağa misket limon
ları sıkıldı. Hindistan cevizleri dilimlendi. Çikolatalar tıraşlandı. Bardaklar
çıkarıldı. Biz üç erkek Ankit’in kimya deneyinin tadına bakmaya hazırlanıyor
duk ki, Karla bana seslendi.
“Bensiz başlayın,” dedim bardağı bırakarak.
“Parti başlamadan gidiyor musun?” diye sızlandı Jasvvant.
“Birazdan gelirim. İçkime dokunmayın sakın. Ah, bir de, bir silah sesi du
yarsanız beni kurtarmaya gelin.”
YETMİŞ ALTINCI BÖLÜM
f
otururken buldum. Gümüş bir tepside gül ve nane aromalı bademler,
birkaç parça siyah çikolata, zencefilli şekerlemeler ve yarısına kadar misket
limonu suyuyla dolu bardaklar duruyordu. Aşağıdaki reklam panolarının
sarı ve kırmızı ışıkları karanlık odada yüzlerine hafif bir pembelik vermişti.
Tavandaki pervane ve balkondan giren hafif gece rüzgârı tütsü dumanını
dağıtıyordu.
“Otur, Shantaram,” dedi Karla beni yanma çekerek. “Mavi Hijab’ın çok
vakti yok. Ama gitmeden önce sana verecek iyi ve o kadar da iyi olmayan ha
berleri var.”
“Sen nasılsın?” diye sordum. “Afiyettesindir umarım?”
“Çok şükür. İyi haberle mi başlayayım, o kadar iyi olmayanla mı?”
“İkincisi.”
“Madam Zhou hâlâ hayatta ve serbest.”
“İyi haber ne?”
“Asitçilerle ikizlerin işi bitti.”
“Bir dakika,” dedim. “Önce Madam Zhou’yu nereden tanıdığını söyle.
Hem sen buraya neden geldin?”
“Madam Zhou’yu tanımıyordum,” dedi. “Onunla bir alıp veremediğim
yoktu. Sadece asitçileri istiyordum. Bir yıldır peşlerindeydik.”
“Tanıdığın birini yaktılar,” diye tahmin yürüttüm. “Onun adına üzüldüm.”
“Müthiş bir kadındır. Olağanüstü bir savaşçıydı. Hâlâ da iyi bir yoldaş ve
dost. Savaştan kaçıp Hindistan’a gelmişti. Biri o ikisini tutmuş. Yüzünü bir
maskeye çevirdiler.”
“Hâlâ hayatta değil mi?” diye sordu Karla.
“Evet.”
“Bizim yapabileceğimiz bir şey var mı?”
“Sanmıyorum, Karla,” dedi Mavi Hijab. “Asitçiler şimdi onun yanında.
Cezalarını fazlasıyla çekecekler. Onlar ikizler kadar kolay ölmeyecek.”
“Asitçileri sağ mı yakaladınız?” diye sordu Karla hayretle. “Yanan olma
dı mı?”
“Üzerilerine battaniye attık ve asit şişelerini bıraktırana kadar tekmeledik.
Sonra yine battaniyelerle sürükleyerek götürdük.”
“İkizleri de öldürdünüz, öyle mi?”
“Evet.”
“Cesetleri ne yaptınız?”
“Ortada bıraktık. Onun için gitmem lazım ya?”
“Bir ihtiyacın olursa söyle,” dedim. “Elimizden geleni yaparız. Bütün bun
ları bana anlatmak nereden aklına geldi?”
“Asitçileri bir gecekondu mahallesine götürdük. Yaktıkları kızın dört ağabe
yi ve yirmi dört kuzeni orada yaşıyor. Kız da orada oturuyor. Asitçileri sorguya
çektik ve yaktıkları bütün kızların isimlerini istedik.”
“Neden?”
“Tek tek aileleri ziyaret edip intikamlarını aldığımızı söylemek için. Sonra
da onları tutan adamları bulup günahlarının bedelini nakit olarak ödetecek ve
parayı yanan kızlara verecektik. Bu işi en kısa zamanda halledeceğiz inşallah.”
“Mavi Hijab,” dedi Karla. “Daha yeni tanıştık ama seni seviyorum.”
Mavi Hijab elini Karla’nın koluna koydu.
“Asitçiler ötmeye başlayınca adın geçti. Madam’ın emriyle seni takip ettik
lerini söylediler. Ben de adresini aldım ve seni uyarmaya geldim.”
Mavi Hijab art arda bombalan patlatmıştı ama en büyük şok onca insa
na dünyayı dar eden asitçilerin şu anda kurbanlarından birinin elinde işkence
görmesiydi.
“Bizi bilgilendirdiğin için sağ ol, Mavi Hijab,” dedim. “Bu gece gidiyorsun
yanılmıyorsam? Sana nasıl yardım edebiliriz?”
“Benim bir derdim yok. Sabaha kadar buradan uzaklaşsam yeter. Asıl sıkın
tım, Ankit. Planlardaki değişiklikler yüzünden yola birlikte devam edemeyiz.
Şehirden ayrı ayrı çıkmalıyız. Bunu söylediğimde sen git diyecek ama onu bu
rada yalnız bırakmaya korkuyorum.”
“Bizimle kalırsa kimse Ankit’e zarar vermez,” dedim.
“Yok, mesele o değil. Ankit çok tehlikeli.”
Başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak için çırpınan, nefis kokteyller yapan
ve yüzünden gülümsemesi eksik olmayan Ankit mi tehlikeliydi?
“Bizim Ankit?” dedim hayretle.
“Birinci sınıf bir ajandır. En beceriklilerinden. Saçlarının her telini bu savaş
için ağarttı. Ama artık emekli olma vakti geldi. Son görevi neredeyse üç yıl
sürdü. Bir otelde gece bekçiliği yaptı ve bütün gazeteciler kokteyllerinin tadına
baktı. Ama sorun şu ki, artık onu herkes tanıyor. Onu yeni bir hayat kurma
sı için Delhi’deki birkaç bağlantımla tanıştıracaktım. Ama ikizlerin vurulması
bütün planları değiştirdi.”
“Aranıyor mu?” diye sordum. “Onu saklayalım mı?”
Kaşlarını çattı. “Hayır. Neden aransın?”
“İkizleri vurdu demedin mi?”
“Onun bir ilgisi yok. İkizleri yoldaşlarımla ben öldürdük.”
“İkizler esaslı adamlardı. Onları o ufacık tabancayla mı vurdun?”
“Yok canım.” Eteğinin cebinden minik tabancayı çıkardı. “Ben bununla
yalnızca kocamı vururum. Onun için onu benden çaldı ya?”
“Bize merhaba derken de elindeydi ama,” dedim.
“Başka bir sebebi vardı,” diye mırıldandı düşüncelere dalarak.
“Bakabilir miyim?” diye sordu Karla.
Mavi Hijab tabancayı ona verdi. Karla silahı avucuna aldı, hayat çizgisinin
üzerinde ona bir yer buldu ve gözlerini yavaşça kaldırıp bana baktı.
“Güzelmiş,” dedi tabancayı geri verirken. “Benimkini görmek ister misin?”
“Elbette,” dedi Mavi Hijab. “Ama bu da benden sana hediye olsun. Yakında
Mehmu’ma kavuşacağım. Konuştuk ve aramızdaki sorunları halletik. Bir süre
buna ihtiyacım olmayacak inşallah.”
“Silahını bana mı veriyorsun?” diye sordu Karla.
“Evet. Aslında, Shantaram’a verecektim ama seninle tanışınca fikrimi değiş
tirdim. Kabul eder misin?”
“Tabii.”
“Güzel. Şimdi seninkine bakalım.”
Karla’da küt burunlu, mat siyah bir 38’lik revolver vardı. Yanındaki halının
altından silahı çıkardı. Açıp kurşunlarını çıkardı.
Tabancayı Mavi Hijab’a verirken, “Üzerine alınma,” dedi. “Sadece bir ön
lem. Tetiği tüy gibi de.”
Mavi Hijab bu küçük ölümcül silahı elinde evirip çevirdikten sonra geri
verdi. Karla silahı yeniden doldurdu.
Bir an ikisi de bana baktı. Göz açıp kapayıncaya kadar aralarında kadınsal
bir ittifak kurulmuştu. Akıllarından geçenleri bilmesem de bu iki güçlü kadı
nın dostluğuna tanık olmak güzeldi.
“İzin verirsen benim de sana bir armağanım var,” dedi Karla.
Topuzunu tutan uzun iğneyi çıkardığında saçları bir kuzgunun kanatları
gibi çırpınarak omuzlarına döküldü.
“Örtünmediğin zamanlar için,” dedi. “Ama dikkat et. Sadece taşından tut.
Ucu çok sivri.”
iğneyi daha önce de görmüştüm. Ucuna minik bir yakut taktığı yerli
okuydu.
Karla kalkıp yatak odasına koştu ve uzun, ince, kırmızı bir cam şişeyle geri
döndü. Kapağında bir Maya deseni vardı.
“Kürar,” dedi. “Okun ucuna sürülen zehir, ikisini de bir antropologla oyna
dığım kelime oyunundan kazandım.”
“Bunları Scrabble’da mı kazandın?” diye sordu Mavi Hijab bir elinde ok,
diğerinde şişeyle.
“Öyle sayılır. Her dolunayda oku kürarda bırakıyorsun. Takarken de dik
katli ol. Bir keresinde elimi çizdim. Birkaç saat kendime gelemedim.”
“Harika. Gerçekten o kadar etkili mi?”
“Bir adamın boynuna saplarsan seni ancak altı ya da yedi adım takip edebi
lir. Uzun topuk dezavantajını tamamen ortadan kaldırıyor.”
“Bayıldım,” dedi Mavi Hijab. “Sahiden bana mı veriyorsun?”
“Elbette.”
“Teşekkür ederim,” dedi Mavi Hijab mahcup bir tavırla. “Çok memnun
oldum.”
“Mehmu’yla hangi konuda kavga ediyordunuz?” diye sordu Karla.
“Hijabımı kafaya taktı.”
“Fazla mı geleneksel buluyor?”
“Hayır. Hiç havalı değil diye tutturdu. Bizimki modaya meraklıdır. Bir dü
zine kot pantolonu var. Benim de hijabı çıkarmamı ve Avrupa’dan gelen kadın
ajanlar gibi uzun sarı saçlarım olmasını istiyor.”
“Bu hâlinle gayet güzelsin bence,” dedi Karla. “Hijabının rengi de müthiş.”
“Diğer yoldaşları görsen böyle demezdin,” diye pufladı Mavi Hijab.
“Diğer yoldaşlar mı?”
Mavi Hijab’ın gözleri bana kaydı. Sonra yine Karla’ya döndü.
“Shantaram sana benden bahsetmedi mi?”
“Benim hiçbir şeyden haberim yok ki,” dedim. “Bayrağınızın rengini bile
bilmiyorum.”
Mavi Hijab kaşlarını çattı. “Hiç mi merak etmedin? Senin bir bayrağa bağ
lılığın yok mu?”
“Aslında, hayır,” dedim. “Ama o bayrağı taşıyanlara daima saygım var.”
Mavi Hijab yine Karla’ya döndü. “Mehmu, Ankit ve ben komünistiz,
Habaş örgütü için çalışıyorduk. Libya’da, Filistinlilerle birlikte Filistin Halk
Kurtuluş Cephesi elemanlarından eğitim aldık. Ama onlardan ayrılmak zorun
da kaldık. Nasıl desem? Biraz fazla duygusal davranmaya başladılar.”
“Sri Lankalı bir Tamil kızının Libya’da Filistinlilerle işi ne?” diye sordu
Karla. “Özelse cevap vermeyebilirsin tabii.”
“Halkımı savunmayı öğreniyordum.”
“Bunu yapacak senden başka kimse yok muydu?” diye sordu Karla usulca.
“Kimse elini taşın altına koymazsa nasıl olacak?” dedi Mavi Hijab buruk bir
sesle. Bir intikam çarkında sıkışıp kalmıştı ve tek yaptığı öfkeyi körüklemekti oysa.
“Mehmu’yla tek derdiniz senin hijabın mıydı sahiden?” diye sordu Karla
gülerek. Konuyu değiştirmek istemişti belli ki.
Mavi Hijab kadın dudaklarını asker eliyle kapayıp güldü. “Evet. İlk seferin
de hijabın beni beş kilo şişman gösterdiğini söyledi.”
Karla kıkırdadı. “Bir kadına en edilmeyecek laflardan biri.”
“Sence hijab beni şişman mı gösteriyor?”
“Yok canım. Aksine,” dedi Karla. “Hem yüzünün güzelliğinden aşağı sıra
gelmiyor ki.”
“Ay sahi mi?”
“Bekle,” dedi Karla ve yine yatak odasına koştu.
“Şanslı adamsın,” dedi Mavi Hijab bana.
“Biliyorum,” dedim gülümseyerek. “Mehmu da öyle.”
“Yok, ondan demedim. Şanslısın çünkü ismin asitçilerin listesinde bir son
raki sıradaydı.”
Yüzüne baktım. Gözlerinde, tanık olduğu karanlığın yansıması gizliydi.
Karla döndüğünde yine yanımıza çöktü. Mavi Hijab’a koyu mavi, kadife
bir kese verdi.
“Ruj, göz kalemi, oje, haşhaş, çikolata ve Seferis’in şiirleri. Gideceğin yere
vardığında kullanman için.”
Mavi Hijab’ın yanakları kızardı. “Teşekkür ederim.”
“Biz kızlar daima dayanışma içinde olmalıyız,” dedi Karla. “Yoksa erkekle
rimizi kim koruyacak? Kocanı ikinci vuruşunu anlatsana.”
“Hiç sorma. Doğu Alman kızlardan birinin uzun saçları varmış. Tutturmuş
bir kere dokun diye. Saçları ipek gibiymiş. Ben de başımı açıp saçlarımı gös
termeliymişim.”
Karla güldü. “Ben kızı vururdum.”
“Onun ne suçu var? Mehmu yakışıklı adam. Asıl o nefsine hâkim olacaktı.”
“Neresinden vurdun?” diye sordu Karla yaramaz bir gülümsemeyle.
“Kolundan. Erkekler pazularının şişkin olmasını ister. Altı ay boyunca ağır
lık çalışamamayı ne kadar dert edeceğini biliyordum. Hem kalıcı bir hasar da
olmayacaktı. Küçük bir tabancayı kol kasının içine dayayıp namlunun açısını
doğru ayarlarsan başın ağrımaz. Bir de karşıda kurşunu sektirmeyecek sağlam
bir duvar olması lazım.”
“Evlilik danışmanlığını düşündünüz mü hiç?” diye sordu Karla düşünceli
bir yüzle.
“Her yolu denedik ama.
“Yok. Siz evlilik danışmanı olacaksınız. Bence doğuştan yeteneklisiniz. Bu
binanın alt katında boş bir ofis var. Orayı tutarsınız. Ben de ortağınız olurum.”
“Özel değilse, sen ne iş yapıyorsun?” diye sordu Mavi Hijab.
“Kayıp Sevgililer Dedektiflik Bürosunun ortağıyım. Kaybolan insanları
bulup aileleriyle kavuşturuyoruz. Bazen yeniden kaynaşmaları kolay olmuyor
tabii. Hele yeniden bir araya gelen sevgililerin mutlaka bir danışmanla görüş
mesi gerekiyor. Burada da siz devreye girersiniz.”
“İyi fikir,” dedi Mavi Hijab. “Gazete kaplı pencerelerle yaşamaktan yorul
dum. Mehmu da bıktı usandı. Buraya dönmem güvenli olduğunda seni ziyaret
edeceğim, Karla. Kısmet tabii.”
Mümkün olduğunca sessiz ve hareketsiz kalmaya çalışıyordum. Erkekler
kadınların ittifaklarına nadiren dâhil edilir zira. Sonra birden beni hatırladılar.
Karla gülümsedi ama Mavi Hijab elinde zehirli okla bana kötü kötü baktı.
“Ankifii anlatıyordun. Yarım kaldı,” dedim.
Mavi Hijab biraz yumuşadı. “Dediğim gibi, plan değişti. Onu yanıma ala
mam. Ama burada savunmasız da bırakamam. Ankit iyi bir yoldaş.”
“İstersen ona karaborsa pazarında bir iş bulabilirim,” diye önerdim. “Sen
dönene kadar ekmeğini kazanır.”
“Hayır, onu ben işe alıyorum,” dedi Karla. “Uç yıl büyük bir otelde gece
bekçiliği yapmış. İşimize yarar yetenekleri olabilir.”
“Karaborsa pazarı daha uygun,” diye direttim.
“Önceliklere göre değişir,” dedi Karla gülümseyerek.
“Sonuçta bizim yanımızda güvende olacak,” dedim. “Endişelenme.”
Mavi Hijab iğneyi şişenin mantarına saplayıp eteğindeki görünmez cepler
den birine koydu.
“Gitmem gerek,” dedi ayağa kalkmak için davranarak.
Uzun süre oturmaktan bacakları tutulmuş olacaktı ki, sendeledi. Karla’yla
ona yardım etmek istedik ama bize engel oldu.
692 ■ Gregory David Roberts
“İyiyim. Çok şükür gücüm kuvvetim yerinde.”
Sırtını dikleştirip eteğini düzeltti ve odadan çıktı.
Ankit ortada yoktu. Jaswant kendi zulasından bir şeyler atıştırıyordu.
Sakalında bisküvi kırıntılarıyla bana baktı.
“Ankit nerede?” diye sordum.
“Ankit mi?” diye inledi dehşetle. Duyan da onu Ankit’i yemekle suçladığı
mı sanırdı.
“Bizim kokteyl kralı. Nerede?”
“Ah, o mu? İyi adam ama biraz çekingen.”
Sakalındaki kırıntıları süpürdü ve gözleri yere daldı.
“Kaç kokteyl içtin, Jasvvant?”
“Üç,” dedi dört parmağını göstererek.
“Kapıya
Kapalı
tabelasını as. Kimyasal uçuşa geçmişsin. Ankit nerede?”
“Randall geldi. Bir şeyler içti. Sonra birlikte arabaya bakmaya gittiler.
Neden?”
“Naveerile Didier nerede?”
“Kim?”
Mavi Hijab’la Karla’ya döndüm.
“Çıkarken Ankit’in yanına uğrayabiliriz istersen,” dedim.
“Hayır,” dedi hemen. “Veda etmeyi sevmem. Şimdiye kadar kiminle veda-
laştıysam onu son görüşüm oldu. Bu otelin başka bir çıkışı var mı?”
“Çok var,” dedim. “Hangisini istersen seç.”
“Hanımefendiye ben eşlik edeyim,” dedi Jaswant. Kokteyller cesaretini ye
rine getirmişti. “Hem ben de biraz hava alırım.”
“Biz de gelelim mi?” diye sordu Karla.
“Hayır, lütfen. Yalnız olsam daha iyi. Gerekirse, başka kimsenin sorumlu
luğunu almadan daha iyi savaşırım.”
“Kocana kavuşunca belki daha neşeli bir hayatınız olsun istersiniz ve tekli
fimi düşünürsünüz,” dedi Karla. “Paran var mı?”
“Yeterince var çok şükür. Yollarımız tekrar keşisinceye kadar sağlıcakla kal,
Karla.”
Kucaklaştılar. “İnşallah,” dedi Karla.
Mavi Hijab bana döndüğünde kaşlarını çattı.
“O gün arabada Mehmu’m için ağladım. Ama senin için de ağladım. Sen
uzaktayken o kız öldü ve ben sana söyleyemedim. Seni sevdim, Shantaram ve
seni iyi gördüğüme sevindim. Allah’a emanet ol.”
“Sen de,” dedim. “Dikkatli ol, Jasvvant. Gözünü kulağını dört aç.”
DAĞ GÖLGESİ ■ 693
Sırıttı. “Hiç merak etme, baba. O iş bende.”
Yalnız kaldığımızda, Karla, Jasvvant’ın masasına oturdu. Bana muzipçe ba
karak parmağını üçüncü düğmeye uzattı.
“Yapamazsın,” dedim.
“Bal gibi yaparım.” Düğmeye bastı.
Hoparlörlerden Bhangra müziği fışkırdı.
“Şimdi Jasvvant duyacak ve müziğin parasını faturama yansıtacak!” diye ba
ğırdım.
“Benim de istediğim o zaten.”
“Pekâlâ, sen kaşındın,” dedim onu elinden tutup çekerek. “Dans zamanı.”
İskemleden direnmeden kalktı ama bana yaslanmakla yetindi.
“Kötü kızlar dans etmez. Beni dans ettirmek istemezsin, Shantaram.”
“Dans etmek zorunda değilsin!” diye bağırdım müzikte sesimi duyurmak
için. “Ben dans ediyorum nasıl olsa. Sen istediğin zaman adımlarını bana uy-
durabilirsin.”
Ondan biraz uzaklaşıp dans etmeye başladım. Sonunda dayanamadı.
Elleri ve kolları dalgalanan kalçalarını okşayan yosunlardı sanki. Etrafımda
döndü, o dalgalar bana çarptı ve az sonra yeşil gözlerinde kıvılcımlar çakan
siyah bir kedi olup çıkmıştı.
Kötü kızlar da dans eder. Tıpkı kötü erkekler gibi.
Karla bana bir hayali yaşatıyordu ve ben bu ses sistemini ne yapıp edip
Jasvvant’tan satın almam gerektiğini düşünüyordum. Dalgınlığım arasında ka
pıda dikilen postacıya çarptım.
Karla düğmeye bastı. Müzik aniden kesilince odada tuhaf bir yankı kaldı.
“Mektubunuz var efendim,” dedi postacı bana imzalamam için bir kâğıt
uzatarak.
Yakında şafak sökecekti ve dışarıda hâlâ gece karanlığı vardı. Ama burası
Hindistan’dı.
“Mektup mu? Bana mı?”
“Siz Bay Shantaram değil misiniz? Mektup Bay Shantaram adına.”
Belgeyi imzaladım. “Bugün biraz geç kaldın galiba?”
“Ya da erkencisin,” dedi Karla gelip başını omzuma dayayarak. “Seni bu
saatte sokağa çıkaran ne, postacı-J/?”
“Kefaretimi ödüyorum, hanımefendi,” dedi postacı imzaladığım belgeyi
omuz çantasına koyarken.
Karla gülümsedi. “Kefaret... Yetişkinlerin masumiyeti bulma çabaları.
Adın ne, postacı-ji?”
“Hitesh, hanımefendi,” dedi.
“İyi insan,” diye tercüme etti Karla.
“Ne yazık ki öyle değilim,” dedi postacı bana mektubu uzatırken.
Zarfı cebime koydum.
“Daha kimin yolladığını bile bilmiyorsun.”
“Umurumda değil. Bilmem gereken bir şey varsa söyle yeter, Karla.”
Dalgın bir yüzle zarfı yanağına vurdu.
“Zaten gecikmiş, sonra okurum,” dedi mektubu gömleğinin içine sokarak.
Karla, adamla konuşmayı sürdürdü. “Sormamın bir sakıncası yoksa neyiı|“Önce Ankit’i bulalım.”
kefaretini ödüyorsun?
I “İyidir eminim. Ankit, Libya’da Filistinlilerin eğittiği tehlikeli bir komü-
Ayyaşhğımın.
jnist. Bana kalırsa çadıra dönelim.”
Ama şimdi bir ayyaş değilsin.
II “Yolumuzun üzeri zaten,” dedi gülümseyerek. “Tekrar bu kata çıkmadan
“Hayır, hanımefendi. O eskidendi. Görevimi çok ihmal ettim.”
I ¿
nee
bir aşağı bakıp geleceğiz.”
“Nasıl?”
“Bazen o kadar sarhoş olurdum ki, birkaç mektup torbasını yerlerine teslir
etmeyi unuturdum. Postane beni bir programa yazdırdı. Zamanında teslir
etmediğim bütün mektupları sahiplerine ulaştırdığımda ve onlardan özür dile
diğimde bana işimi geri verecekler.”
“Demek buraya bunun için geldin?”
“Evet, hanımefendi. Otellerle başladım çünkü bu saatte açıklar.
Mektubunuzu size bu kadar geç ulaştırdığım için özür dilerim, Bay Shantaram.”
“Bağışlandın, Hitesh,” dedik aynı anda.
“Teşekkür ederim. Size iyi geceler ve iyi günler dilerim.” Bize son bir hü
zünlü bakış fırlattıktan sonra kapıdan çıkarak gözden kayboldu.
“Hindistan’ı seviyorum,” dedim başımı iki yana sallayarak.
“Mektubu okumayacak mısın?” diye sordu Karla. “Bunca zaman sonra eli
ne ulaşması bir mucize değil de ne?”
“Aslında ben okumayacak mıyım diye soruyorsun herhâlde.”
“Merak kendi kendinin ödülüdür.”
“Okumak istemiyorum.”
“Neden?”
“Kaderin yine beni huzursuz etmeye çalıştığını biliyorum da ondan. Hem
mektuplarla başım hoş değil.”
“Yapma. Bana iki tane yazdın ve aldığım en güzel mektuplardı.”
“Mektup yazmayı sevmem demedim ki. Almayı sevmem dedim.
Cehenneme dair fantazilerimden biri de ayda yılda bir değil de, her gün ve
her dakika mektup aldığın bir yer olması. Bu ihtimal kâbuslarıma giriyor, öyle
diyeyim.”
Karla’nın gözleri cebimden ucu çıkan zarfa ve tekrar yüzüme kaydı.
“İstersen sen oku,” dedim mektubu ona vererek. “Hatta oku lütfen. Bilmem
gereken bir şey varsa söylersin. Yoksa da yırtıp atarsın.”
ı
Do'stlaringiz bilan baham: |