“Chert, da!'
“Neden?”
“Bir Afgan’la bir Rus’u aynı odaya sokacaksan, bunu göze alacaksın.”
“Benimle dövüşeceksin diye on iki bin vereceğim öyle mi? Unut gitsin.”
Didier bize doğru yürümeye başladığında bir alkış koptu. Bizimki yerine
oturmadan önce kibarca eğilerek yemek yiyenlere selam verdi.
Oleg bana doğru eğildi. “Bak, ne diyeceğim? Seninle geleyim ve baştan
hiçbir şey verme. İşi kotarırsak paramı alırım ama.”
“Didier, Oleg’le tanış,” dedim. “Onu seveceksin.”
“Enchanté, monsieur, ”
dedi Didier.
568 ■ Gregory David Roberts
“Masanızda oturmamdan rahatsız olmuyorsunuzdur umarım?” diye sordu
Oleg kibarca. “Barınıza bir manyakla birlikte geldim ne de olsa.”
“Buraya yanında bir manyakla gelmeyen olmuş mudur acaba? Hem Didier
karakterli bir insanı elli metreden tanıyabilir ve aynı mesafeden onu kalbinden
vurabilir.”
“Belli ki iyi anlaşacağız,” dedi Oleg dirseklerini rahat bir tavırla masaya
dayayarak.
“Garson!” diye seslendi Didier. “Bize içki getir.”
Elimi kaldırdım.
“Yok, biz kalkıyoruz. Sen iyisin değil mi?”
“Oyunbozan,” diye somurttu. “Zaferimi kutlamayacak mıyız? Yalnız mı
içeceğim?”
Ona sarıldım. “Merak etme, kardeşim. Birazdan şu kapıdan içeri bir man
yak daha girer nasıl olsa.”
ALTMIŞINCI BÖLÜM
Parel’e, eski değirmenlerin oraya gittik. Tuareg’in verdiği bilgiye göre,
Concannon uyuşturucu operasyonunu terk edilmiş bir fabrikadan yürütü
yordu.
Gece burası hayalet bir kasabaya dönüşmüştü. Birçok kişi karanlık bastık
tan sonra fabrika arazisinde hayaletler gördüğünü iddia etmişti. Değirmenler
kapanana dek burada iki nesil boyunca kadın ve erkekler yaşamış, çalışmış ve
ölmüştü.
Hayaletler kimdir biliyor musun
, diye sormuştu Johnny Cigar bir ke
resinde. Ölen fakir insanlar.
“Terk edilmiş görünüyor,” dedi Oleg, motoru park edip gri, sessiz binalara
doğru yürüdüğümüzde.
“Geceleri pek kimse uğramaz buraya,” dedim. “Adamımız dördüncü bina
da. 4A’da. Alçak sesle konuş.”
Yeni yapılan sitelerin reklamlarıyla dolu panoların gölgesindeki tel örgü bo
yunca yürüyorduk.
“İyi ki geldim,” diye fısıldadı Oleg. “Yazacak heyecanlı bir şeyler çıktı.”
Zınk diye durdum ve elimi göğsüne koyarak onu da durdurdum.
“Ne?”
“Heyecanlı bir...”
“Sen gazeteci misin?”
“
Cbert, net"
diye fısıldadı.
“Ne demek bu?”
“
Chert, da'mn
zıttı. Yani
kahretsin, hayır
demek.”
“Senden Rusça dersi mi istedik be adam? Gazeteci misin, değil misin onu
söyle.”
“Ben yazarım.”
“Yazar mı?”
“Evet.”
i
“Rus bir yazar. Dalga geçiyorsun değil mi?”
“Valla yazarım, evet. Rus olduğum da doğru. Bu durumda, Rus bir yazar
oluyorum. Eğer o açıdan bakmak istersen tabii. Hâlâ beni yanında götürmek
istiyorsun musun?”
Ellerimi dizlerime koyarak eğildim. Bir karar vermeye çalışıyordum. 4A’daki
adamların karşısına bir Rus yazarla mı çıkmalıydım, yoksa aslanlar gibi tek ba
şıma mı? Kolay bir karar değildi doğrusu. Ya da belki ben de bir yazar olduğum
için zorlanıyordum.
“Rus bir yazar,” diye fısıldadım.
“Rus yazarlara bir garezin mi var?”
“Kimin yoktur ki?”
“Sahi mi? Ya Aksyonov? Onu herkes sever.”
“Bir siktir git.”
“Turgenev? Bak, o komiktir.”
“Hııı. Gogol kadar komik.”
“Gogol tam Rus sayılmaz. O Ukrayna Kazaklarından. En büyük Kazak
yazarlardan biridir.”
“Yeter.”
“Bir dakika,” diye fısıldadı kolumu tutarak. “Sen de mi yazarsın? Şu işe bak!
İki yazar baskında.”
“Ha-ha-ha.”
“Bu arada, tam olarak neyin peşindeyiz?”
Yanımda Rus’la içeri girersem diğer adamları oyalayıp Concannon’la hesa
bımı görebilirdim. Bizden başka kimseye bir şey olmazdı. Ama Oleg olmadan,
önce Concannonın adamlarını bitirmem gerekecekti. Onu bunun için iste
miştim. Ve bir yazar çıkmıştı. Üstelik Rus bir yazar.
“Lev Luntz’u severim bak,” dedi umutla.
“Kapa çeneni.”
Sırtımı dikleştirip etrafa bakındım. Uzun ve geniş caddenin karşısında de
miryolu rayları vardı. Bizim tarafımızdaki Nissen kulübeleri mezartaşları kadar
sessizdi. Görünürde kimse yoktu. Sokak köpekleri bile o gece başka semtle
ri tercih etmişti. Tehlikeli yerlerin kendilerine has bir huzuru olur. Onlardan
korkmadığınızda tabii. Ben de içimdeki o huzur kırıntısına odaklanmaya ça
lıştım çünkü korkuyordum. Concannon’ı daha fazla kan dökülmeden durdur
mak istiyordum ama bu pek mümkün görünmüyordu.
“Bu arada neden ben?” diye fısıldadı Oleg. “Neden Didier ya da bir başkası
değil?”
Do'stlaringiz bilan baham: |