198
yapacak. Olmazsa eline beş, on kuruş da veririz.
O dakikada, sevinçten nasıl çıldırmadığıma hayret ediyorum. Bu
kadar kolay ele geçireceğimi umar mıydım? Akşamdan
beri saatlerce
düşünmüş, edebilecekleri itirazlara cevaplar bulmuş, yüreklerini rikkate
geçirmek için zihnimde adeta nutuklar hazırlamıştım. Daha olmazsa
annemden kalan birkaç parça mücevheri verecektim. Onları, bu zavallı
küçük esiri kurtarmaktan daha iyi bir yere sarf edebilir miydim? Fakat,
işte bunların hiçbirine hacet kalmıyor, Munise bir canlı
oyuncak gibi
kollarıma bırakılıyordu.
Ben, başkaları gibi değildim. Çok sevindiğim, mesut olduğum
vakit, duygularımı sözle anlatamam. Mutlaka karşımdakinin boynuna
sarılmak, onu öpmek ve hırpalamak isterim. Muhtar Efendi de o
dakikada işte böyle bir tehlike geçirdi ve sadece buruşuk elinin bir defa
öpülmesiyle benden kurtuldu.
İki
saat sonra, muhtar, Munise’nin babasıyla beraber mektebe
geliyordu. Ben, bu adamı fena çehreli, korkunç,
zalim bir insan diye
düşünüyordum. Halbuki, bilâkis, ufak tefek, hastalıklı düşkün bir
ihtiyardı.
Bana, İstanbullu olduğunu, fakat kırk seneye yakın
bir zamandan
beri memleketini görmediğini söyledi; karışık bir rüyayı anlatır gibi
tereddütlerle Sarıyer’den, Aksaray’dan bahsetti.
Munise’yi bana vermeye razı oluyordu. Fakat ona çok acıdığını
hissettim. Çocuğu mesut etmek için elimden geleni esirgemeyeceğimi,
onu daima kendisine göstereceğimi vaat ettim.
Zeyniler’in, fakir, karanlık mektebi bugüne kadar, böyle bir
bayram, böyle şenlik görmedi. Bundan eminim. Munise ile
sevincimizden
odalara,
sofalara,
sığmıyorduk.
Kahkahalarımız,
saçaklardan uyuşmuş kuşları uyandırıyor gibi tavanlardan şen cıvıltılar
downloaded from KitabYurdu.org
199
geliyordu.
Munise, birkaç saat içinde nazlı bir küçükhanım halini almıştı. Al
faniladan
bir elbisem var ki, ben giyemezdim. Onu bir parça daraltıp
kısaltarak ona koket bir kostüm yaptım. Kız, bu elbise içinde, nasıl
anlatayım, bir içim su, ağza alınınca eriyen fondan şekerleri gibi bir şey
oldu.
Kar, bir gün evvelki şiddetini kaybetmiş olmakla beraber hâlâ
devam ediyordu. Akşamdan evvel, çocuğu elinden tutarak bahçeye
çıkardım. Hatice Hanım, Zeyni Baba’nın kandillerini yakmaya gidinceye
kadar gezdik, birbirimizi kovaladık, mezar taşları arasında top
muharebesi yaptık.
Neşemiz, ihtiyar kadının çatık yüzünü bile güldürmüştü:
-Haydi artık içeri girin, üşüyeceksiniz, hasta olacaksınız, derken
tatlı tatlı sırıtıyordu.
Üşümek mi? İnsanın içinde güneş yanarken üşümek mi? Bu
akşam, gökyüzü bana, batıdan doğuya kadar dallarını uzatmış bir ağaç
gibi göründü; yavaş yavaş sallandıkça, üstümüze beyaz çiçeklerini
döken kocaman bir yasemin ağacı!
Do'stlaringiz bilan baham: