203
Birkaç defa lambayı yakarak onları okumak istedim. Fakat kendimi zapt
ettim. Onları okumak ayıptı, benim için tenezzüldü.
Aradan iki gün geçti. Mektupları hâlâ
orada duruyor, odanın
havasına bir zehir neşreder gibi, beni, için için eritiyordu. Müzmin
hüznüm, Munise’ye de geçmişti. Zavallı kız derdimin nereden geldiğini
biliyor, beni hasta eden bu kâğıtlara kinle, nefretle bakıyordu.
-Abacığım, dedi. Ben bir şey yaptım ama, bilmem darılacak mısın?
Birdenbire döndüm. Gözlerim gayri ihtiyari ocağın yanındaki rafa
gitti. Mektuplar orada yoktu, teessürden göğsüm tıkanarak.
-Nerede onlar? dedim. Çocuk, başını eğdi:
-Ben onları yaktım abacığım. Ne yapayım, sen pek üzülüyordun...
-Ne yaptın Munise? dedim.
Çocuk, benim şiddet göstermemi, omuzlarından tutup sarsmamı
bekliyor, titriyordu. Başımı bileğime koyarak yavaş yavaş ağlamaya
başladım.
-Abacığım, ağlama. Ben onları yakmadım, sana mahsus öyle
söyledim. Üzülmeseydin o vakit yakacaktım. Al işte.
Küçük kız, bir eliyle başımı okşuyor, ötekiyle mektupları elime
tutuşturmaya çalışıyordu:
-Al abacığım, onlar galiba, senin sevdiğin birisinden geliyor.
-Yumurcak, o nasıl lakırdı? diye bağırdım.
-Ne bileyim abacığım? Sevdiğinden olmasa böyle ağlar mısın?
Bu çok bilmiş bücürün sözlerinden ve gözyaşlarımdan utandım. Bu
hale bir nihayet vermek lâzımdı. Artık kararımı vermiştim.
-Küçüğüm, keşke bu sözleri söylemeseydin.
Fakat madem ki bir
kere söyledin. Bak, sana ispat edeyim. Mektuplar benim sevdiğim bir
insandan gelmiyor, nefret ettiğim bir düşmandan geliyor. Gel seninle
beraber yakalım onları.
Oda karanlıktı, yalnız ocakta bitmeye yüz tutmuş bir çalı demeti
ara sıra parlayıp sönüyordu. Mektuplardan birini ateşe fırlattım. Zarf,
downloaded from KitabYurdu.org
204
kıvrıla kıvrıla yanmaya başladı. Biterken ikincisini, sonra üçüncüsünü
attım.
Munise, anlayamadığım bir hisle göğsüme sokulmuştu. Mektuplar
birer birer yanarken, karşımızda ölmek üzere olan bir insan varmış gibi
susuyorduk. Sıra dördüncüye geldiği vakit, içime dayanılmaz bir
pişmanlık acısı çöktü. Fakat ötekiler yandıktan sonra, bunu
bırakamazdım. Kalbimin bir parçasını koparır gibi ıstırapla onu da attım.
Son mektup ötekiler gibi birdenbire tutuşmadı, bir
ucundan ince bir
duman çıkarak için için yanmaya başladı. Sonra, zarfın gevşeyip
açıldığını, ince yazılarla dolu bir kâğıdın yavaş-yavaş yanmaya
başladığını gördüm. Artık tahammül edemiyordum. Munise, gönlümden
geçenleri biliyor gibi, birdenbire eğildi elini ateşe sokarak son mektubun
bir parçasını kurtardı.
Onu ancak çocuğu uyuttuktan sonra okumaya cesaret ettim. Yalnız
şu satırlar kalmıştı.
“Annem geçen sabah yüzüme bakarken ağlamaya başladı: ‘Ne var
anne? Niçin ağlıyorsun?’ diye sordum. Evvela söylemek istemedi:
‘Hiçbir şey yok. Bir rüya gördüm!’ dedi. İnat ettim, yalvardım, nihayet
söylemeye mecbur oldu. Sakin sakin ağlayarak şunları söyledi:
“Rüyamda onu gördüm. Karanlık bir yerlerde dolaşıyor önüne
gelene: ‘Feride buralarda mı? Allah rızası için söyleyin! diyordum. Yüzü
örtülü kadın beni elimden tutarak tekkeye benzeyen loş bir yere soktu:
‘İşte Feride şurada yatıyor. Boğaz hastalığından öldü’ dedi.
Baktım, evlatçığım, gözleri kapalı yatıyor. Daha yanağının rengi bile
solmamış. O acı ile, ağlaya ağlaya uyandım. Ölü, diri getirir derler, değil
mi, oğlum? Feride’yi yakında göreceğim, değil mi, Kâmran?
Annemin sözlerini sana aynen yazdım. Beni bir tarafa bırak. Fakat
annen demek olan bu ihtiyar kadını daha ziyade ağlatmak doğru mu?
downloaded from KitabYurdu.org
205
Teyzenin rüyası o günden beri benim de rüyam oldu. Ne vakit gözlerimi
kapayacak olsam seni uzak bir memleketin karanlık bir odasında;
gözlerin kapalı, siyah saçların, taze yüzün...”
Mektup parçası
burada bitiyor, bana sadece teyzemin matemini
anlatıyordu. Kâmran, görüyorsun ki, bizi her şey birbirimizden ayırıyor.
Seninle artık iki düşman bile değiliz; birbirimizi hiç, ama hiç
görmeyecek iki yabancıyız.
Do'stlaringiz bilan baham: