“Birkaç el atalım mı?” dedi Karla. “Ama ben doktorlarımı söğüşlemeyi ter
cih ederim dersen anlarım.”
“Ah, ah. Nasıl isterdim bir bilsen. Ama birkaç hafta daha çadırdayım.
Bağışıklık sistemim iflas etmiş. Bana kalırsa şu makinelerin hepsi gösteriş için.
Beni plastik tüpler hayatta tutuyor. Bir de güler yüz tabii. Yoksa iç organlarım
bir bir nalları dikiyor.”
“Ağrın acın var mı?” diye sordu Karla.
Bir çayıra doğan güneş gibi usulca gülümsedi.
“Nasıl olsun?” dedi gülümsemeye çalışarak. “Bütün yasak ilaçlar bir gün
de yasal oldu. Bir ayağın çukurdayken yasakların bir önemi kalmıyormuş
demek.”
“Hiç
olmazsa bir el oynayabiliriz,” dedi Karla.
“Bağışıklık sistemim ne olacak? Bak, şu hayatın işine. Düşünsenize, bana
siz bile zarar verebilirsiniz.”
“İkzler’e bakın hele,” diye dalga geçti Karla. “Tabii ki bizimle kâğıt oyna
yabilirsin. Senin yerine kâğıtları ben tutacağım. Merak etme. Göz ucuyla bile
bakmam. Bana güveniyorsun, değil mi?”
Karla hiçbir oyunda hile yapmazdı. İkizler de bunu biliyordu.
“Önce şunlardan kurtulmak gerek,” dedi İkizler kaş göz işaretleriyle hemşi
releri göstererek. “Bütün gün tepemdeler.”
“Hele biz bir başlayalım da,”
dedi Karla, “laf ederlerse bırakırız. Kâğıtların
nerede?” Hemşirelere göz kırptı.
“Yanınızdaki dolabın en üst çekmecesinde.”
Dediği çekmeceyi açtım. Bir deste iskambil kâğıdı, ucuz bir saat, muhteme
len bir uğur bileziğinden kopmuş minik bir çan, zincirli bir haç ve derisi uzun
yıllar kullanılmaktan bir hayli aşınmış bir cüzdan vardı.
Karla yatağın yakınına üç tane iskemle çekti. Kâğıtları ona verdim. Onları
bir güzel karıştırıp İkizler’in elini şeffaf çadıra doğru tuttu.
İkizlerde birlikte hemşireler de kâğıtlara baktı.
“Sana göre en soldaki bir, en sağdaki beş olsun. Sıra sana geldiğinde rakamla
söylersin.”
“Anlaştık,” dedi İkizler hevesle. “Şimdilik bu şekilde kalabilirler.”
Hemşirelerden biri başını iki yana sallayarak cık cıkladı. İkizler
bir an ona
baktı. Bunu gören öbür hemşire de başını sallamaya başladı. İkizler yine bize
döndü.
“Düşündüm de, birle dördü atıp bana iki yeni kâğıt verir misin, Karla?”
Hemşireler başlarını bu kez evet dercesine salladı. Karla iki kâğıdı yenileriy
le değiştirip onlara gösterdi. Yeni kâğıtlar iyi olmalıydı ki, İkizler’le hemşireler
bu sefer hiç tepki vermedi.
“Ortaya
elli koyuyorum,” dedi İkizler. “Hadi, Karla. Cesur davran.”
“Ellini görüyor ve yüze çıkarıyorum,” dedi Karla. “Yiyorsa artır.”
“Ben yokum,” dedim düelloyu Karla’yla İkizlere bırakarak.
İkizler öksürerek güldü. “Senden de bu beklenirdi.”
“Bilirsin, İkizler. Ben kazanmak için oynarım.”
“O geceyi hatırladın mı?” dedi dünün vadisinde batan güneşi andıran gü
lümsemesiyle. “Hani sen, ben, Akrep eve hoş geldin partisi vermiştik?”
“Harikaydı,” dedim.
“Bence de,” diye atıldı Karla.
“Bence mükemmeldi. Hayatımın en güzel günüydü.”
“Daha işin bitmedi, İkizler. Hele bir ayaklan, daha sıkı bir parti veririz,”
dedi Karla. “Şimdi artırma zamanı. Görelim bakalım ne kadar cesursun?”
İkizler için elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalıştık. Hemşirelerinden
de biraz yardım alarak eski zamanların şerefine ufak bir hile bile yapabildi.
Sonrasında İkizler’i sık sık ziyaret ettik ama odasından her çıkışımızda
Akrep’i Zodyak kardeşini bir hastaneye yatırması konusunda ikna etmeye ça
lıştık. Akrep inadından vezgeçmedi. Sevginin kendine has bir mantığı vardır.
Ve kendine has bir aptallığı.
Şehrin diğer ucundaki bir başka ölüm kalım odasında, genç kalpazan,
Farzad tedaviye cevap verdi. Beynindeki kan pıhtısı dağılınca hareket ve ko
nuşma kabiliyeti geri geldi.
Tek
problemi, ara sıra seğiren sol gözüydü ki, bu da ona kötü adamlarla
sonu kötü bitecek laf dalaşlarına girmemesi gerektiğini hatırlatacaktı. Bu arada,
Şimşek Dilip’in birdenbire ortadan kaybolması kimsenin karmadan kaçamaya
cağının en iyi göstergesiydi.
Üç aile, hâzineyi paylaşmış ve bir miktarını da evlerinin dekorasyonu için
ayırmıştı. Kubbeli alanı yine ortak kullanmaya devam edeceklerdi ama iskele
leri söktürmeye başlamışlardı.
Karla binayı gördüğünde gözlerine inanamadı ve hep birlikte yaşayan üç
Parsi, Hindu ve Müslüman aileye tek kelimeyle bayıldı.
Ben haftada bir kere Arshan’la ona düzenlediğim sahte belgelerin üzerinden
geçerken, Karla da elinde bir boya fırçasıyla evin boyanmasına yardım ediyordu.
Karla bir taş değil, bir nehirdi. Her günü, yarının ovasında bir dönemeçti.
Sevdiği ailesinden koparılmıştı. Dost bildiği bir komşuları ona tecavüz
edip de
ailesi Karla yerine o adama inanana dek ailesinin de onu sevdiğini sanmıştı.
Yıllar sonra Karla, tecavüzcüsünü öldürüp kaçmış ve eski hayatıyla bütün bağ
lantısını kesmişti.
Karla hâlâ kaçıyordu. Ona ne desem ki? Dans eden bir kedi mi, yeşil bir
cadı mı? Ve tıpkı
benim gibi, kendisi dışında herkesten korunmayı başarıyordu.
Borsadan kazandığı parayla birçok insanı işe aldı. Yeni dostlar ve tanıdıklar
edindi ve onlara Amritsar Otel’de kiraladığı odalarda çalışma alanları yarattı.
Karla yeni bir aile yaratıyordu, zira eski dostlan ya Ada Şehri’ni terk etmiş ya
da ölmüştü. Bazıları da İkizler George gibi can çekişiyordu.
Amritsar Otel’e doldurduğu insanların kaçını önceden düşünülmüş bir ka
rarla ya da sadece sezgilerinin sesini dinleyerek işe aldığını bilmiyordum. Ama
hazine avcılarının sarayında onlarla çalışırken düzenlerine çabucak ayak uydu-
ruveriyordu. Buna duyduğumuz açlığı ikimizde de görebiliyordum. Zaman ve
olgunlukla ihtiyaca dönüşen bir tutkuydu bu.
Aile manasına
gelen
familya
kelimesi aynı çatı altında yaşayan hizmetliler
anlamındaki
famulus’tzn
türemiş. Eskiden bu sözcük bir evin hizmetlileri, hane
halkı olarak kullanılırmış. Özünde ise, bir aileye duyulan özlemin ve bir aile
den yoksun olmanın bizde yarattığı oburluğun sırf bir yere ait olma ihtiyacıyla
ilgisi yoktur. Biz asıl sevdiklerimize hizmet edememenin zarafetini özleriz.
Do'stlaringiz bilan baham: