nüllü olan bir tercümandım artık. Ara sıra, şaşkın
bir turiste denk geliyorduk
sahiden de. Otellerinin kapıları barikatlarla kapalı, hayalet bir şehirde bir polisi
ve dillerini konuşabilen bir gönüllüyü minnetle karşılıyorlardı.
Kontrol noktalarından sorunsuzca, nöbetçi polislere el sallayarak geçiyor
duk. Benim polise Karla’yı bulana kadar beni şehirde dolaştırması için her saat
başı para veriyordum.
Efsaneler kan ve ateşle yazılır ve o gece sokaklarda
yeni efsaneler yazacak
kadar kan ve ateş gördük. Polis arkadaşım Nabila Camisi’nin yakınında olaylar
çıktığını söylüyordu. Ölüler ve yaralılar vardı. Caminin tek bir fayansına bile
zarar gelmemişti neyse ki. İnsanlar bu kutsal binayı korumak için kaç itfaiyeci
nin öldüğünü hesaplamadan bunu bir mucize olarak adlandırıyordu.
“Etkileyici günlerden geçiyoruz,” dedi trafik polisi Dominic omzunun üze
rinden.
“Etkileyici ürkütücülükte.”
Güldü. “Öyle!”
“Mahesh Otel’e bakalım mı?” diye önerdim.
“Bu geziyi torunlarımıza anlatabiliriz,”
dedi Dominic, Mahesh’e yöneldi
ğinde. “Bombay’ın sokakları hayaletlere teslim.”
Karla’yı bulamadık ama arabasını bulduk. Direksiyonunda Randall, arka
koltukta Vinson vardı.
Randall camı indirdi. Vinson viskisini içmeye devam etti.
“Selam, Randall. Karla nerede?”
“Bilmiyorum efendim. Bayan Benicia’yla gittiğinden beri onu görmedim.”
“Onu buldum!” diye bağırdı Vinson arka koltuktan. Biraz sarhoştu.
Ona baktım.
“Nerede?”
“Bir manastırda!” diye bağırdı sevinçle.
“Karla manastırda? Olsa olsa yatırım niyetine satın alıyordur orayı.”
“Karla değil. Rannveig. Naveen bulmuş. Yüz elli
kilometre kadar uzaktaki
bir manastırdaymış. Ortalık yatışsın, hemen gideceğim.”
Randall’a döndüm.
“Neler oluyor?”
“Bayan Karla yla Amritsar’da buluşacaktık ama polis birdenbire yolları kapadı,
bir yere gidemiyorum. Arabayı da bırakamadığım için burada sıkıştım kaldım.”
“Arkadaki ne iş?”
“Öğleden sonra iki civarı, sokağın ilerisinde bir yağmacı buna benzeyen bir
lr
abayı çalmaya yeltendi ve polis kurşunuyla öldü. Bay Vinson tam o sırada geldi.”
“İyi ki kapıyı açtın bana,” dedi Vinson içki dolabına bakarak.
“O saatten beri burada mısınız?”
“Evet, efendim. İlk fırsatta Amritsar’a gideceğim.”
“Beş yüz metre ileride Mahesh var. Böyle bir gecede sokakta kalmayın.”
“Olmaz, efendim. Arabayı bırakamam. Hem burada rahatım yerinde. Ama
Bay Vinson oteli tercih eder belki.”
“Anladım. Sen beni başından atmaya çalışıyorsun,”
dedi Vinson peltek bir
sesle. “Avucunu yalarsın. Ben sevgilimi bulacağım. Onu o manastırdan kurta
racağım.”
Dominic’e baktım.
Gözleriyle
sana pahalıya patlar
dedi. Hak ediyordu da.
Sonunda başını salladı. “Ön cama BASIN yazın.”
“Kalem kâğıdınız var mı?” dedim.
Randall’la Vinson birkaç dakika kendi aralarında tartıştı.
Sonra Randall bir yazı hazırlayıp Karla’nın ayakkabılarından biriyle ön
cama sabitledi.
Dominic bizi kontrol noktalarından geçirdi. Randall polislere selam verdi.
Vinson zaten sarhoşluğuyla gayet inandırıcı bir gazeteciydi.
Amritsar’ın arka sokağında Dominic’e parasını verip teşekkür ettim.
“Sen iyi bir adamsın, Lin,” dedi parayı cebe atarak. “Kötü bir adam oldu
ğunu düşünseydim seni vururdum. Merak etme. Sevgilini bulacağız. Burası,
Bombay, dostum. Sevginin daima kendine bir yol bulduğu şehir. Git, biraz
dinlen hadi.”
Dominic gazladı ve motorunun homurtusu kapılarının ve kepenklerinin
ardındakilere sokaklarda düzeni sağlayan en azından bir tane cesur adam ol
duğunu hatırlattı.
Do'stlaringiz bilan baham: