L
YEDİNCİ BÖLÜM
Abdullah yanımızda olmasaydı, Fardeen ve Hussein’le toplantıya kadaj
yarışırdık. Nabila camisinin oraya dek arabaların arasından uçarcasına geçer
dik. Ama Abdullah asla yarışmazdı. Arabaların ona yol vermesini beklerdi j
ki çoğunlukla verirlerdi de. Dostum dimdik bir sırtla başım havaya dikerdi
kullanırdı motorunu. Siyah saçları rüzgârda omuzlarına savrulurdu.
Eve aşağı yukarı yirmi dakikada vardık. Motorlarımızı bize ayrılan yere, I
parfümcünün önüne park ettik.
Evin sokağa açılan girişi çoğunlukla tamamen korunmasızdı. Khaderbhaij
oraya saldırmaya cüret edecek kadar ölümüne susamış bir düşmanla önce bir
fincan çay içmesi gerektiğine inanırdı.
Ama bu kez kapı kapalıydı ve önünde dört tane silahlı adam bekliyordu.
İçlerinden birini tanıyordum. Adı Farukh’tu. Aurangabad’da Şirket’in kumar
hanelerinden birini yönetiyordu. Diğerleri Afgan yabancılardı.
Kapıyı ittiğimizde içeride tüfekli iki adamla daha karşılaştık.
“Ne iş?” diye sordum yanlarından geçerken.
“Sen Goa’dayken çok şey değişti, Lin kardeş,” dedi Abdullah ortadaki avlu-1
ya girdiğimizde.
“Belli.”
Eve aylardır uğramamıştım. Kaldırım taşlı avlunun bakımsızlığı içimi acıt
tı. Khaderbhai’nin zamanında ortadaki süs havuzunun kayalıkları fıskiyenin
suyuyla her daim ıslaktı. Gökyüzü palmiye yapraklarının arasından görünür
dü. Saksılarda türlü renkli çiçekler olurdu. Şimdi hepsi çoktan ölmüştü ve kuru
toprakta yalnızca sigara izmaritleri vardı.
Toplantının yapılacağı odanın kapısını yine silahlı iki Afgan bekliyordu.
Biri kapalı kapıya vurdu ve onu yavaşça itti.
Abdullah, Fiussein ve ben içeri girdik. Fardeen muhafızlarla birlikte dışarı-i
da bekledi. Kapı kapandığında uzun odada on üç kişiydik.
DAĞ GÖLGESİ • 57
Toplantı odası değişmişti. Zeminde hâlâ beşgen şeklinde, krem rengi ka
rolar
vardı. Duvarlar ve kubbeli tavan mavi-beyaz, bulutlu bir gökyüzü gö
rünümündeki mozaiklerle kaplıydı. Ama alçak, kakmalı masayla brokar yer
yastıkları gitmişti.
Ortada neredeyse odayla aynı boyda, kahverengi bir toplantı masası vardı.
Etrafına yüksek arkalıklı, deri döşemeli müdür koltukları dizilmişti. Masanın
başındaki başkan koltuğu biraz daha süslüydü. Onda Sanjay Kumar oturuyor
du. İçeri girdiğimizde gülümsedi ama bana değil.
“Abdullah! Hussein!” diye bağırdı. “Ivır zıvır bütün meseleleri hallettik. Siz
geldiğinize göre esas konulara geçebiliriz.”
Sanjay’ın toplantı bitene dek dışarıda beklememi söyleyeceğini sanmıştım.
Bir mazeret uydurmaya çalıştım.
“Sanjaybhai,” dedim. “Ben avluda bekleyeyim. İhtiyacın olursa çağırırsın.”
Belli belirsiz bir el işareti yaptı. “Hayır, Lin. Tariq’ın yanına geç. Hadi siz de
yerleşin. Bir an önce başlayalım.”
Khaderbhai’nin tek erkek akrabası, on dört yaşındaki yeğeni Tariq, odanın
dibinde, amcasının imparator koltuğunda oturuyordu.
Çabuk büyüyordu. Boyu odadakilere yetişmişti. Ama bir zamanlar Güney
Bombay’ın suç dünyasını yöneten adamın kanatlı koltuğunda hâlâ ufacık ve
kırılgan görünüyordu.
Tariq’ın arkasında Nazeer vardı. Eli hançerinin kabzasındaydı. Nazeer,
Tariq’ın fedaisi ve benim sıkı dostumdu.
Tariq’ı selamlamak için uzun masa boyunca yürüdüm. Elini sıktığımda ço
cuk bir an neşelenir gibi oldu ama sonra amcasının ölümünden beri sertleşen
bronz gözlerinde yine soğuk bir ifade belirdi.
Nazeer’le göz göze geldiğimde bizim ihtiyar nasıl olduysa lütfedip gülümsedi.
Bu sırıtışla aslanları bile dize getirebilirdi aslında ama ben ömrü hayatımda
daha çok sevdiğim bir gülümseye az rastlamıştım.
Tariq’ın yanına oturdum. Abdullah’la Hussein de yerlerini aldı.
Sanjay bir süre işten söz etti. Ballard’daki liman işçilerinin grevi güney
Bombay’a mal girişini yavaşlatıyordu. Ada Şehri’nin en kalabalık balıkçı fi
losunun barınağı Sassoon’daki balıkçılardan bazıları güçlerini birleştirmiş, ha
raç vermeyi reddediyordu. Çok işimize yarayan şehir meclisi üyelerinden biri
Şirkete ait batakhanelerden birinde polis baskınına uğramıştı. Adam bizden
bu işi halledip kariyerini kurtarmamızı istiyordu. Aslında bu dalavereyi Şirket
düzenlemişti. Amaç adamı daha beter ağa düşürmekti. Polise cömert bir rüşvet
verilmiş ama bu paranın iki katı meclis üyesinden talep edilmişti.
Son mesele daha karmaşık ve iş dışıydı. Sanjay Şirketi ve Meclis, Gün
e
Bombay’ın tamamına hâkimdi. Bu da Flora Çeşmesi’nden Ada Şehri’nin
e
,
güneyindeki Navy Nagar’a kadarki bölge demekti.
Sanjay Şirketi bölgedeki tek karaborsa otoritesiydi ve buna çoğunlukla say.
gı gösteriliyordu. Hatta birçok insan anlaşmazlıklarını halletmesi ve mağdu.
riyetlerini gidermesi için polistense Şirketken medet umuyordu. Mafya dalı
hızlı, adil ve çoğu zaman polisten daha ucuzdu.
Sanjay liderliği ele aldığında, şehri değişik iş gruplarına bölen gangsteı
modasına uyarak gruba Şirket adını verdi. Eski Khan, Khaderbhai, yönettiği
mafya klanına kendi adından başka bir isim vermeyi düşünmeyecek kadar güç-
lüydü. Khaderbhai adının yankısı bile Sanjay Şirketi’ne Sanjay m adının asla
başaramayacağı türden bir otorite kazandırıyordu.
Ne var ki, ara sıra biri çıkıp liderliğe soyunuyordu. Bu asilerden biri de
denizden çalınan topraklarda yüksek ve pahalı apartmanların yükseldiği Cuffe
Parade bölgesindeki hırslı bir arazi sahibiydi. Kendi kiralık katillerini tutmaya
başlamıştı. Sanjay Şirketi bundan hiç hoşlanmamıştı çünkü Şirkettin gaddar
lıklarıyla ünlü kendi adamları vardı.
Hususi tutulan kiralık katiller bir kiracıyı bir apartmanın ikinci kat pence
resinden atmıştı. Kiracı canını kurtarmıştı ama Şirket tarafından işletilen bir
sigara ve haşhaş dükkânına düşmüş, Parlak Patel olarak bilinen işletmeciyle
Sufı şarkılarıyla meşhur, popüler bir müşteriyi yaralamıştı.
Parlak Patel’le dükkânı Sanjay için pek mühim değildi ama güney yarıma
dadaki her haşhaş içicisinin bayıldığı o büyük şarkıcının yaralanması kişisel bir
hakaret demekti.
“Seni aylardır uyarıyorum, Sanjaybhai,” dedi Faisal adında bir adam.
“Eninde sonunda böyle bir şey olacağı belliydi.”
“Sen bana Parlak Patel’in dükkânına herifin teki mi düşecek dedin?” diye
tısladı Sanjay. “Ben o toplantıyı kaçırdım herhâlde.”
“Hayır. Bize saygıları kalmadı dedim,” diye mırıldandı Faisal. “Bunları bir an
önce disipline sokmak şart. Yoksa kimse bizden korkmaz. Haklılar da. Korkup
kapıya paralı asker dikiyorsak suçu onlarda değil, kendimizde aramak gerek.”
“Haklı,” dedi KüçükTony. “Akrepler Şirketiyle olan şu mesele örneğin. O
arazi sahibi gibi,
Do'stlaringiz bilan baham: |