APPENDIX 1
YAKUP KADRI’S ATEŞTEN GÖMLEK
FRAGMENT A
305
Hepsi cevap vermeksizin gözlerini yere indirdi. Tıpkı evde öyle yapardı. Her günahın
her hıyanetin sonunda yüzüne dikkatle baktığım veya inkâr edemeyeceği dela’il
(delil) önüne koyduğumuz zaman mahcup ve ma’sum bir tavırla gözlerini yere indirir
ve susardı. Belki biraz da bunun için dir ki asabımı ânî bir hiddet bürüdü. Gayet sert
bir sesle Cennet’e dedim ki:
--- Bu akşamdan tezi yok. Mutlaka çıkıp gitmelisin ….
--Nereye Efendi?
--Nereye istersen. Fakat, bu köyde artık duramazsın, mutlaka, mutlaka gitmelisin…
Kudretten sürmeli koyu kestane renkli gözlerine derin bir endişenin gölgesi çöktü.
Bir müddet kaşlarını çattı, düşündü. Sonra dedi ki:
---Giderim, giderim ama, yolumu keserler bana bir şey yaparlarsa…
---Yanına iki asker veririm. Seni gideceğin yere kadar götürürler.
Daha ziyade telaşa düştü. Şaşırdı. İki dizi dikili bir vaziyette köylülerin çadırlarımız
civarından tamamıyla uzaklaşmasını bekledi; sonra birdenbire toplandı, ayağa kalktı
ve bana bir kelime bile söylemeğe lüzum görmeksizin çadırdan çıktı, gitti. Nereye?
Ne tarafa? Bilmiyorum. Çavuşumun ifadesine göre arka taraftan dağ yolunu tutmuş.
Bu yol gayet çetin ve uzundur. İlk köye vasıl olmak için tam dört saat fasılasız
yürümek lazım gelir. Vakit de geçti.
APPENDIX 1
YAKUP KADRI’S ATEŞTEN GÖMLEK
FRAGMENT A
306
Zavallı kadın ne yapacak? Akşam karanlığında, sonra gece o ıssızlık içinde
yaralarından kanlar sızarak; yalın ayak nasıl yürüyecek? Bunu düşünerek yaptığıma
nedamet ediyorum. Gönlüme koyu bir hüzün doluyor. Zavallı kadın, zavallı
kadınlar… Etin ve masivanın zahmetini, işletilen günahın cezasını hiç şüphesiz ki
bizden ziyade onlar çekiyorlar. Aşkın ilk ra’şesinden son ra’şesine kadar geçilen
ümitsiz yolun taş, dikenlerinde bizden ziyade onların ayakları, onların dizleridir ki
şerha şerha kanıyor.
Huzuzda bizim şerikimizken ukûbette daima yalnız başlarına kalıyorlar. En hakiki
göz yaşları bizim görmediklerimiz, en yürekten feryâtları bizim işitmediklerimiz dir.
Biraz evvel yola çıkan kadının ıstırabını yalnız geçebilecek halbuki gündüzün tattığı
zevke herkes âşina idi, herkes onu kıskandı. Bütün bir köy halkı bir cehennem
zebanileri gibi onun üzerine hücum etti, derisinin biraz evvelki tatlı ürperişlerini,
dişleri ve tırnakları ondan nez’e kalkıştı.
Cemiyetler, kanunlar, görenekler, dinler ve mezhepler gibi tabiat da dişinin
düşmanıdır. Onun tatlı etinden arzu denilen hayvanı parça parça veren nahif
vücuduna vâlidiyetin mühim mehip yükünü yükleten tabiattır. İşte kadın bunun
içindir ki fena bir mahlûk oldu. Cins takdirinin bu sert çehresi karşısında yegâne
melcei yalanda, riya ve hıyanette buldu ve yegâne silahı olan güzelliği mekr ve hile
ateşinden şeytanî bir unsur haline koydu. O vakitten beri bakışı bir hançer,
tebessümü bir zehir. Kadın en büyük zevki şer ve ihanetle karışmış sevgilerden
buluyor, nicesine düşenlere karşı zalim zebunküş ve müntakim oluyor.
Do'stlaringiz bilan baham: |