Altıncı Bölüm
İnsanı bir çok sonuçlara ve sayısız istifadelere eriştiren Kur’an kıraatinin önemli adabından biri de tatbiktir. Bu da insanın tefekkür ettiği ayet-i şerifelerde, o ayetlerin anlamını kendi haline tatbik etmesidir. Böylece insan eksikliğini bu vasıtayla ortadan kaldırır, hastalıklarını onunla iyileştirir. Örneğin insan Hz. Adem (a.s) kıssasında, şeytanın bütün secdeler ve uzun ibadetlerine rağmen kutsal dergahtan kovuluşunun sebebinin ne olduğunu görürse, kendini ondan temizler. Zira ilahi yakınlık makamı temiz kimselerin yeridir. Şeytani ahlaklar ve sıfatlarla da o kutsal dergaha adım atmak mümkün değildir. Ayet-i şerifeden de istifade edildiği üzere İblisin secde etmemesinin sebebi, bencillik ve kendini beğenmişlikti. O, “Beni ateşten yarattın, onu ise topraktan yarattın”1 davulunu çalıyordu. Bu bencilliği kendini büyük görmeye ve gösterişe ve o da emre isyan ve kendi başına buyruk olmasına neden olmuş, böylece de ilahi dergahtan kovulmuştu. Biz ömrümüzün başından beri şeytana lanet etmiş ve onun ilahi dergahtan kovulduğunu dile getirmiş olduğumuz halde, kendimiz o kötü sıfatlara sahip durumdayız. Kutsal dergahtan kovulma sebebinin herkimde olursa, onun ilahi dergahtan kovulmuş olduğunu düşünemedik bile. Şeytanın ayrı bir hususiyeti yoktur. Onu yakınlık dergahından kovan şey, bizim de o dergaha yakınlaşmamıza izin vermez. Dolayısıyla da şeytana ettiğimiz lanetlere, bizzat ortak olmaktan korkuyorum.
Hakeza bu değerli kıssa hakkında tefekkür edelim. Adem’in üstünlüğünü ve Allah’ın meleklerinden üstünlük nedeninin ne olduğunu görelim. Sonra da gücümüz oranında o sıfatlara sahip olmaya çalışalım. Baktığımızda bu sebebin, isimleri bildirme olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim şöyle buyurmuştur: “Adem’e bütün isimleri öğretti.”2
İsimleri öğretmenin yüce mertebesi Esmaullah makamında tahakkuk etmektir. Nitekim rivayet-i şerifede yer alan, “şüphesiz Allah’ın doksan dokuz ismi vardır. Herkim onları sayarsa cennete girer.”3 İsimleri saymanın yüce mertebesi de insanın, esmai cennete nail kılan isimlerin hakikatiyle tahakkuk etmektir.
İnsan, kalbi riyazetlerle Allah’ın isimlerinin mazharı ve ilahi büyük bir ayeti haline gelebilir. Böylece, vücudu rabbani bir vücud olur. Vücud memleketinin tasarrufu, ilahi cemal ve celalin eline geçer. Nitekim şu hadiste de buna yakın bir anlam ifade edilmiştir: “Şüphesiz müminin ruhunun Allah-u Teala’ya olan ittisali, güneş nurunun güneşe ve nura olan ittisalinden daha şiddetlidir.”1 Sahih bir hadiste de şöyle yer almıştır: “Kul nafilelerle bana yaklaşınca, onu severim, onu sevdiğim zaman da kendisiyle işittiği kulağı, kendisiyle gördüğü gözü, kendisiyle aldığı eli olurum.”2
Başka bir hadiste ise şöyle yer almıştır: “Ali Allah’ın gözü ve Allah’ın elidir”3 vb. bir çok hadisler. Bir hadiste ise şöyle yer almıştır: “Biz Allah’ın güzel isimleriyiz.”4
Bu hususta bir çok akli ve nakli şahitler de mevcuttur. Özetle Kur’an’ı Kerim’den çok nasiplenmek ve lezzet almak isteyen bir kimse, ayet-i şerifelerden her birini kendi haline uyarlamalıdır ki ondan kamil bir şekilde istifade edebilsin. Örneğin Enfal suresinde bir ayet-i şerifede şöyle buyurulmuştur: “İman edenler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, ayetleri okunduğu zaman bu, onların imanlarını artırır ve Rablerine güvenirler.” 5
Seyr-u sülûk eden bir kimse bu üç sıfatla uyum içinde olup olmadığına bakmalıdır. Acaba Allah’ın adı anılınca kalbi titremekte ve korkmakta mıdır? İlahi ayet-i şerifeler kendisine okunduğunda kalbinde iman nuru artmakta mıdır? Hak Teala’ya tevekkül ve itimat etmekte midir? Yoksa bu mertebelerin her birinden yoksun ve bu hususiyetlerin her birinden mahrum mudur? Eğer Hakk’tan korktuğunu ve kalbinin Allah korkusuyla tepindiğini anlamak istiyorsa, amellerine bakmalıdır. Allah’tan korkan bir insan, yücelik dergahında mukaddes ilahi makama küstahlıkta bulunamaz. Hakk’ın huzurunda ilahi hürmeti asla çiğneyemez. Eğer ilahi ayetlerle imanı güçlenirse, iman nuru zahiri iklimine de sirayet eder. Kalp nuranî olduğu taktirde; dil, söz, göz, bakış, kulak ve dinlemenin nuranî olmaması mümkün değildir. Nuranî insan bütün mülki ve melekuti güçlerinin nur saçtığı kimsedir. Böyle bir kimse, bizzat saadete ve doğru yola ulaştığı halde, diğerlerine de nur saçar, onları da insanlık yoluna hidayet eder. Nitekim eğer bir kimse Allah-u Teala’ya tevekkül ve itimat ederse, başkalarının elinden ümidini keser, ihtiyaç ve fakirlik yükünü mutlak gani olan Allah’ın dergahına sunar, diğerlerini de kendisi gibi fakir ve yoksul görür, onları sorun halleden kimse olarak kabul etmez. O halde Allah’a doğru seyr-u sülûk eden kimsenin görevi, kendisini Kur’an-ı Şerif’e sunmasıdır. Nitekim bir hadisin doğru olup olmadığını ve muteber olup olmadığını anlamının ölçüsü, o hadisi Allah’ın kitabına sunmaktır. Eğer hadis, Allah’ın kitabına muhalif ise, batıl ve boş sözdür. O hadisi batıl ve boş bir söz olarak kabul etmelidir. Doğruluk, eğrilik, mutsuzluk ve saadetin ölçüsü de Allah’ın kitabının ölçüsüyle doğru ve uyum içinde olmaktır. Nitekim Resulullah’ın (s.a.a) ahlakı Kur’an idi. İnsan ahlakını Kur’an ile uyum içinde kılmalıdır ki, kamil velinin ahlakıyla da uyum içinde kılabilsin. Allah’ın kitabına muhalif olan ahlak, boş ve batıl olan ahlaktır. İnsan bütün öğretilerini, kalp hallerini, batın ve zahir amellerini, Allah’ın kitabına uyarlamalı ve Allah’ın kitabına sunmalıdır ki, Kur’an’ın hakikati tahakkuk etsin ve Kur’an onun batınî sureti haline gelsin.
“Sen apaçık bir kitapsın ki,
Harflerinle gizli aşikar olmaktadır.”1
Bu makamda diğer bir takım adap da vardır ki onlardan bazısını bu kitabın başlangıcında, ibadetlerin mutlak adabı konusunda zikrettik. Onların bazısı ise bu adapta mevcuttur. Diğer bazısı ise uzadığı için onlardan sarf-ı nazar edilmiştir. Şüphesiz bilen Allah’tır.
Do'stlaringiz bilan baham: |