Ne söylüyor şu adam, şaşkın şaşkın Kırdığı büyük potlar, binleri aşkın Üstelik çok da
cahil, cahilin de cahili Şunu susturmak için, bilmem ki ne yapmalı Kahrımdan ölüyorum,
adam, tutup dinimi Suçluyor, yargılıyor, bilmiyor ki, kimi Kim çekiyor hesaba, kimdir
küçümsediği Allah ve Resulüdür açıkça söylediği Bu adama yok mudur, hiç haddini
bildiren Sabır kardeşim sabır, birazcık daha diren Köpeklere her zaman, bu meydan
verilmez ya Her saniye şeklini değiştiriyor dünya. (4)
(3) Enfal: 30
(4) Gençlik, böyledir işte. Gençliğin heyecanıyla bazen 'ağır' kelimeler sarfeder insan. Ben de öyle yapmışım.
Hoşgörmenizi rica ediyorum.
Sorular sorulur ve cevaplar tatmin edici bir şekilde verilirse, kalpler mutmain olur. Fakat,
inanmak istemeyen, yine inanmaz. Bile bile inkar ederek, Ebu Cehil tipi bir kafir olur. Bu
küffarlığın ismi, inadî küfürdür. İyi huylu, temiz kalpli bir şüphe sahibi, tatminkar cevap
alınca derhal teslim olur. "Önceden çok itiraz etmiştim, şimdi tükürdüğümü yalamam"
diyerek saçmalık yapmaz. Hz. Ömer gibi, gerçeği bulana kadar yaptığı itirazlara, gerçeği
bulduktan sonra hayretle tövbe eder ve der ki: "Ne kadar cahilmişim, Allah'ım sana ne
kadar isyan etmişim ve sen ne kadar sabırlıymışsın ki, beni isyanım anında helak etmedin."
Evet, sorular bitmez, ancak inanmak isteyenin soruları muhduttur, sınırlıdır. Çünkü, soran
kişi iyi niyetli ise bilir ki:
Nedenler, niçinler, nedendir bitmez
Bir şeyi inkâr için, "yok" diyebilmek yetmez.
Eskiden Müslümanlar'ı yoketmek için, öldürmek kâfi idi. Fakat, durum şimdi tamamen
değişti, kafirler şöyle diyorlar: "Müslüman'ı öldürmeye lüzum yok, inancını öldürürsek
fikri bizim olur, fikri bizim olunca da hem bir Müslüman eksilir, hem de biz, bir tane adam
kazanmış oluruz." Fikri (inancı) öldürme metotları, tuzakları gayet basit: SORULAR...
İslâm'ı bilmeyen gençlerin beynine balyoz gibi inen sorular. Cevabı veremeyen gencin
param parça olan zihni ve sonra kocaman bir isyan: "BEN ARTIK İNANMIYORUM." Sen,
daha önceden de inanmıyordun, inandığını zannediyordun. İnanmak için, inandığın şeyi
tanıman ve çok iyi bilmen lazımdı. Halbuki sen, futbolu, rezalet filmlerini çok iyi
biliyordun. Moda, kumar,içki, kadın, kız, politika, falan artistin hayatı, filan şarkıcının
hayatı derken, sevmen gerekeni sevemedin, tanıyamadın. Onun için de aklın kafirler lehine
kiralandı. Sen, onlarla meşgulken, sana bir de soru tuzağı kurdular.
"Niçin yaşıyoruz? Dünyaya bir kere geldik, niçin eğlenmeyelim? Niçin zenginler mutlu?
Niçin?.. Niçin? vs." Sen, senden çalındın.,Araştırmadın, çünkü çok meşguldün. Akşama
çok güzel bir film vardı, yarın imtihanın vardı ona çalışacaktın, ertesi gün yaş günün vardı,
daha öbür günü tiyatroya gidecektin, derken, geldi cumartesi, pazar. Bu günlerde de maç
ve gezilerin vardı ve böylece hafta bitti. Sen ise sana sorulan soruların cevabını
düşünemedin bile... Zaten işine de öyle geliyordu. Korkuyordun, "Ararsam, soruların
cevabını bulurum, bulursam, inanırım, böylece de artık eğlenemem" diyordun." Boşver
aldırma, huzurum kaçmasın" diyerek kendi kendinden korkup, benliğinden
uzaklaşıyordun.
Ama yanıldın. İnanmayınca hepten mahvoldun. Yıkıldın, kişiliğini kaybettin, ruhun
sıkılıyordu. Ruha da inanmıyordun ki, derdinin devası için uğraşasın. Sen bir robot
olmuştun. Felsefe öğretmenin sana ne diyorsa, okuduğun materyalist kitaplar sana ne
diyorsa, sen onlara inandın. Mutlu oldun mu? Hayır... Asla olmadın... Ve sen, kendi
iradenle değil, başkalarının iradesiyle yaşıyordun. Halbuki, adım adım bir menzile doğru
gidiyordun, o kadar meşguldün ki... Bu gidişin fark edilemeyecek duruma gelmişti. Seni
yaratan Rabb'ine düşman olmuştun. Adım adım ona doğru gittiğini unuttun ve kokuşmuş
bir et yığını haline geldin. İlk yıkılışın sana sorulan sorularla başladı. Soruya cevap
veremeyince, sen de başladın başkalarına aynı soruları zincir yaparak sormaya.
Sen... Köy ağası Hasan Efendi! Sen de çok meşguldün. Sanki senin de zamanın bitmişti. Bu
akşam kahvehanede köylülerle toplantın vardı. Köyün merasından, otlaklarından,
hududundan konuşacaktın...
Ertesi günü, kaymakam çağırmıştı, oraya gittin. Daha ertesi günü, kaymakam köye
gelecekti, kaymakamı iyi ağırlaman gerekliydi, davar kesmen, tavuk kesmen lazımdı.
Böylece hatalı bile olsan kimseler seni kaymakama şikayet edemeyeceklerdi... Nasıl şikayet
etsin ki? Sen kaymakama pay vermiştin. Sana nasıl ceza verebilirdi? Böylece, senin de
haftaların geçmişti. Allah'ı (c.c) tanımaya, İslam'ı öğrenmeye sen de vakit bulamadın. Ama
maalesef senin de cesedin musallaya gelecek, bu adamı nasıl bilirsiniz dediği zaman imam
efendi, hep bir ağızdan:
— İyi biliriz, iyi biliriz, denilecek. (Sahtekarlar, yalancılar, iyi olmayan bir insana, nasıl, "İyi
biliriz, iyi biliriz" diyorsunuz. İslâmiyet'in iyi demediği bir insana, "İyi" demekle ahirette
Allah'a (c.c) hesap vereceğinizin şuurunda mısınız? Halbuki, senin gibi dininden bihaber,
mal-mülk uğruna Allah'a (cc.) bir saatini dahi vermemiş bir zalime,
"Kötü biliriz, kötü biliriz" deselerdi senin gibileri örnek almış olanlar: "Ben de halkın
hakkını yersem, İslâm'ı öğrenip yaşamazsam, daha toprağa girmeden rezil olacağım"
derlerdi... Ama maalesef, şuursuz, gafil Müslümanlar, bugün cami kapısında Masonlar'a,
Tağut'a 'evet' deyip destekleyenlere, kısaca, kafirin her türlüsüne, "İyi biliriz, iyi biliriz"
diyerek cenaze namazlarını kılıyorlar. Gafil! Müslüman, kafirin (İslâm'dan başka sistem
kabul eden kimsenin) cenaze namazını kılar mı?
Sen, Leyla Hanım! Sen de düşünmedin İslâm'ı (şeriatı), 'beğenilmem lazım' dedin de,
kapanmayı yakıştıramadın kendine...
Seni de kandırmışlardı, "Kim gitmiş de kim gelmiş ahirete?!" diye. Fotoroman Karaoğlan,
çeyiz, çiçek işleri ile uğraşırken, sen de vakit bulamadın. Yarın arkadaşlara gidecektin,
ertesi gün, pasta günü vardı, daha ertesi gün çamaşır yıkayacaktın, başka gün düğün vardı
derken, sen de hiç İslâm'ı öğrenmeden getirdin haftayı, sen de terkettin Rabb'ini, secde
etmek güç geldi sana. Boş şeylerle uğraşırken acımadın vaktine ama namaza vereceğin on
dakikana acıdın...
Artistlerin, Leydi Diana'nın giydiği iç çamaşırlarından haberin oldu da, yumurtanın
içinden çıkan sanattan haberin olmadı. Böylece, gençliğini nefsine feda etmiş, yaşlılığında
Allah'a (c.c) dönme hayelleri kurmuştun. Böylece sen de farkedemeden, felaketin kucağına
düştün.
Sen Fatma Hanım! Aç kalmaktan korktun, "İllâ çalışacağım, hayatımı garanti altına
alacağım" dedin. Hayatını garantiye almayı düşünürken, ahireti hiç düşünmedin...
Sen bakkal efendi: Cuma günü bakkalım bir saatçik olsun kapatamadın. Cuma günü, ezan
okunduktan sonra namazdan çıkıncaya kadar kazanılan bütün paranın haram olduğunu
dahi bilmiyorsun veya bildiğin halde işine gelmiyor.
Velhasıl, durum ne oldu?. .Türkiye'nin hatta dünyanın durumu aşure çorbasını geçti..
Şimdi de dert yanıyorsun. "Ah şu anarşistler, gözü kör olsun bu anarşistlerin, gelmesine
sebep olan insanların" diyorsun. Halbuki, yapmış olduğun bedduaya sen de dahil
oluyorsun fakat farkında bile değilsin. Şair Mehmet Akif Ersoy, ne diyordu:
Do'stlaringiz bilan baham: |