(181)Âl-i İmran:101.
(182) Yunus: 108.
(183) Mücadele: 22.
(184) Leyi: 5-10.
181
yeti, yani doğru yolu dilemekte, Allah ise kulun dilediği hidayeti yaratmaktadır. Bazılarının, "Allah'ın (c.c.)
hidayeti ermedikçe bir kimsenin hidayet ulaşması mümkün değildir" gibi sözlerine önem vermek doğru
değildir. Şayet bir kimsenin İslâm olmak istediği ancak olamadığı söylenirse, bu onun tam bir istekle
istemediğinden dolayıdır. Yoksa, hidayet isteyen kuluna hidayeti Allah'ın (c.c.) vermediğinden değil.
Şimdi de dalâletin de kulun isteğine bağlı olduğunu anlatan ayetlerden bir iki örnek verelim:
1) "Semada gelince biz onlara hidayeti (doğru yolu) gösterdik. Ama onlar, körlüğü hidayete tercih ettiler
"(185)
2) "İşte Allah (c.c), haddi aşan şüphecileri böyle dalalette bırakır (şaşırtır)." (186)
3) "Onlar, o kimselerdir ki, hidayeti bırakıp dalaleti (doğru yolu bırakıp sapıklığı) satın almışlardır. Demek
alışverişleri onlara kazanç sağlamamış, onlar doğru yolu da bulamamışlardır." (187).
4) "Allah onunla (getirdiği misal ile) bir çoğunu sapıklığa, birçoğunu da hidayete erdirir, onunla fa sıklardan
başkasını şaşırtmaz." (188)
Bu ayetlerden de anlaşılmıştır ki, Allah (c.c) bir kimseyi dalalette bırakıyorsa, gelişi güzel bir seçimle değil,
dalâlete hak kazanmış, Allah yolundan kendi istekleriyle yüz çevirmiş, iradelerini şer yolunda kullanmakta
devam etmiş olanlara aittir.
(185) Fussilet: 17.
(186) Mümin: 34.
(187) Bakara: 16.
(188) Bakara: 26.
ALLAH'IN HER İŞİNİ AKLIMIZIN SINIRLARI ALMAZ, AKIL ONA YETMEZ
182
SORU: Öldükten sonra nasıl dirileceğiz?
CEVAP: Bu sorunun altında da Allah'ın (c.c) gücünü inkâr etmek yatar. Çünkü, madem Allah var, var
olduğuna göre de, Allah'ın Allah olabilmesi için her şeye gücü yetmesi lâzım. Allah'ın her şeye gücü yeter.
Öyle ise, bizi yoktan var eden Allah, öldükten sonra, bizim varolan elementlerimizden daha kolay yaratır,
diriltir. Allah'ın kanunlarını ihtiva eden mukaddes kitabımızda da, Allahu Tealâ: "öldükten sonra diriltmek,
bizim için, ilk yaratmaktan daha kolaydır." buyurmaktadır.
Şimdi gelelim sorunun mantıkî cevabına: Hekimoğlu İsmail ahimizin bu konuda yazmış olduğu "Ölüler
Diriliyor" isimli kitabını çok beğendiğimden, önce ondan nakiller yapacağım. Evet, Hekimoğlu abimiz şöyle
diyor: "Artık, resimli romanların, kabartma haritaların bulunduğu bir devirde yaşıyoruz. Resime ve kabartma
haritalara bakma yerine, acaba doğrudan, doğruya kâinata bakıp, onu bir kitap kabul edip, okuyamaz mıyız?"
İşte bu noktadan hareket ederek, kâinat kitabını okumaya karar verdik.
İlkbaharda her taraf yemyeşildir. Biz, bir buğday tar-
183
lasını ele almak istiyoruz. Yeşil buğdaylar her geçen gün olgunlaşmaya ve sararmaya
başlarlar. Nihayet, buğdayın olgunlaştığı ve biçilmesi gerektiğine karar verilir. Buğdayın
olgunlaşmasını, onun ölmesi manasında kabul edebiliriz. Fakat sizler, "Olgunlaşan buğday
ölmedi" dersiniz, biz de bunu kabul eder ve buğdayların biçilmesini bekleriz.
. Biçilen buğdayın öldüğünü kabul edebilirsiniz. Fakat, bu buğdaylar, daha birkaç kere
öldürülecekler. Şöyle ki: Biçilen buğdaylar, harman yerinde toplanır. Saman ve taneye
ayırma işlemleri yapılır, taneleri, çuvallara doldurularak, değirmene götürülür.
Değirmende un haline getirilen buğdaylar, artık ölmüştür.
Biliyorsunuz, undan hamur, hamurdan da ekmek yaparız. Böylece un haline gelen buğdayı
hamur halinde yoğurur, biz de onu ateşe sokar, pişiririz. Artık, buğdayların defalarca
öldüğü herkes tarafından anlaşılmıştır. Şimdi bu ölü buğdaylar nasıl dirilecek, ona dikkat
edelim.
ÇİFTLİK HAYATI
Yeni evli, genç karı kocanın balaylarını büyük bir çiftlikte geçirdiklerini tasavvur ediyoruz.
Bunun için kendilerine müracaat edip, diyoruz ki: "Bu çiftlikte dilediğiniz gibi gezer,
dilediğiniz gibi eğlenebilirsiniz. Sizlerden istediğimiz, sadece ekmek yiyip, su içmeniz
olacaktır.
Onlar da bu isteğimizi kabul edip, belirli bir zaman için, bu şekilde hayatlarını devam
ettirecekler.
On ay boyunca sadece ekmek yiyip, su içen ve başka bir şey yemeyen karı kocayı, şimdi
tetkike koyuluyoruz. Bakıyoruz ki, bu karı-kocanın tırnakları uzamış. Demek ki, yenen
ekmek tırnak haline gelmiş . Yine bakıyoruz ki, bunların saçları da uzamış. O zaman
anlıyoruz ki, ekmek kıl haline gelmiş. Karı-kocanın pek zayıflamadıklarını gö-184
rüyoruz. Öyle ise yenen ekmek, adalelerde, gözde, kemiklerde, kıkırdaklarda, sinirde,
kanda, ciğerde ve vücudun bütün organlarında yerini almış, onların hayatiyetlerini devam
ettirmiş. Şimdi düşünelim.
Defalarca ölmüş buğdaydan yapılan ekmek, gözümüzün ihtiyacını nereden biliyordu ki,
gitti de gözümüzün saydam tabakasında yerini aldı ve görme işimiz devam etti? Kulağımız
olduğundan ve onun ihtiyacından haberdar mıydı? Ayağımızdaki kemiği, içimizdeki dalağı,
nereden biliyordu ve bunun yerini nasıl buldu?
Yine dikkat ediyoruz: Diş fırçası yapmak için milyonlarca lira değerinde kocaman
fabrikalar kuruluyor. Bunun hammaddesi bilmem nerelerden temin ediliyor. Halbuki
vücudumuzdaki kılları, toplu iğnenin başı büyüklüğündeki kıl hücreleri yapıyor,
hammadde olarak da ekmeği ve benzeri şeyleri kullanıyor ki, bunların ölü şeyler olduğunu
daha önce gördük. Kıl hücreleri sadece kıl yapmakla kalmıyor, bir de onları ölçüyor.
Meselâ: Kolunuzdaki kılların boyunu ölçünüz, sonra onları tıraş ediniz. Birkaç ay sonra
kolunuzdaki kılların büyüyüp, eski boya gelince büyümelerinin duracağını göreceksiniz.
Halbuki başımızdaki kıl hücreleri böyle değildir. Onlar devamlı uzarlar. Kaşlarınızla
saçlarınız birbirine ne kadar yakın. Kaşlarınız belli bir boya gelince durur, saçlarınız
durmadan büyür. Sanki kaşlardaki kıl hücrelerinin metresi var. Onu uzatıp gereken
ölçmeyi yaptıktan sonra; "Sen evvelce bu boydaydın, şimdi de böyle kalmalısın"
demektedir.
İNŞAAT İŞLERİ
Bir yere, çimento, taş, kum, demir, tuğla ve tahta gibi inşaat malzemesi doldursak bunlara
hitaben: "Ey inşaat
185
malzemeleri haydi bir bina haline gel" derken, bizi duyan olsa ne der?
Başımızı bir başka yöne çevirsek, "Şu bina kendi kendine olmuştur" veya "Bu bina bir
tesadüfün sonunda meydana gelmiştir" desek, ne derece doğru konuşmuş oluruz?
Yediğimiz gıdalar, vücut binasının inşaat malzemesi ise, bu malzemeyi belli bir plana göre
inşa edecek mühendise, ustaya ve ameleye ihtiyaç yok mu? Ekmek hammaddesini alıp,
hücre gibi küçücük fabrikada kıl yapan usta kimdir?
ÇAMURDAN OLAN İNSAN
Çiftlikteki genç evlilerimizin bir çocuğu dünyaya geldi. Halbuki bu genç evliler, on aydan
beri ekmek yiyip, su içtiler. Öyle ise, nasıl oldu da defalarca ölen buğday, cins harman
şekline geldi ve bu da bir çocuğun, yani insanın vücut bulmasına sebep oldu?
Yine dikkat edersek, başak, balçık (toprak) yemekte, bize buğday gibi güzel ve lezzetli bir
gıda vermektedir. Madem ki buğday topraktan ve cins harmanlar da buğdaydan meydana
geldi, öyle ise, insanın cesedi de toprağa aittir. Bu halin Adem aleyhisselamın yaratılışı ile
bir alâkası yoktur. O, doğrudan doğruya halkedilmiştir. Adem aleyhisselamın nesli ise,
vücut bakımından toprak ve gıdalar silsilesine bağlı, ruh yönü ile ervah alemine irtibatlıdır.
Ölmüş buğdaylar insan vücudunda, insan olarak meydana gelirken yine inşaat ve
mühendis meselesini unutmamamız gerekir. Çünkü, bir kalp mütehassısı, hastanın
göğsünü açıyor, kalbinin kapakçık veya kulakçığını tedavi ediyor. Bu doktoru göklere
çıkarıyorlar, öve öve bitiremi-
yorlar. Doktoru, bizler de takdir ederiz. Fakat doktoru takdir edenler, kalbi yapanı
unutmamalıdır.
Nasıl ki, doktorun eli, insan göğsünün içine girip, kalbi tedavi ediyorsa, daha evvel birinin
içimize girip kalbi inşaa etmesi gerekir. Aksi halde, çocuğun kalbi benim kalbime
benzemezdi. Çok küçük olan cinsî hormon hücresinin içindeki yine çok küçük olan
kromozomlar ve bunların da üzerinde bulunan genler, bir insanın bütün planını ve
programını taşıyamazdı. Öyle ise, bu kadar küçük bir şeye, bir insanın vücut yapısını
kaydeden âlimi düşünmek ve ona iman etmek, ona itaat etmek zorundayız.
Bir yanda ölmüş buğdaylardan yapılan ekmekler, öte yanda mikroskopla görülecek kadar
küçük olan hormon hücresi... Bunlardan bir insan meydana gelecek... Bu insanın iki kolu
birbirine eşit olacak. Bu insanın iki gözü ve iki kulağı birbirine eşit olup, simetrik
bulunacak...
Bir heykeltraş, yaptığı heykelde simetriyi temin edip, uzuvları birbirine eşit yapabilmek
için ne kadar gayret sarfediyor ve ne kadar ölçme ve biçmeler yapıyor? İnsanın uzuvlarını
ölçen kim?
Resim yapan bir kimse, iki gözü birbirine eşit ve benzer yapabilmek için gayret
sarfederken, gözlerimizin eşit ve benzer olmasını bir tesadüfün eline verebilir miyiz?
Ressamı takdir edenler, ressamı yaratanı takdir edip, ona itaat etmeleri gerekmez mi?
Heykeltraşlara hayran olanlar, kendi yapılarına hayran olup, kendilerini inşa edeni
aramaları gerekmez mi?
Düşününüz. Nasıl olur da ölmüş buğdaylardan sinirler, damarlar, al ve akyuvarlar, sonra
bağırsaklar, ciğerler ve kemikler meydana gelir?
Ölmüş gıdaları diriltip insan haline getiren, elbetteki
186
187
insanı öldürüp tekrar diriltebilir. Çünkü, herşeyin ilki zordur. Madem ki, insanlar, halen ölü gıdalardan
meydana geliyor. Madem ki, bunu başaran birisi vardır, öyle ise aynı kudret sahibi, insanı öldürür ve diriltir.
Çünkü, buğdayı öldürüp diriltmektedir.
Öyle ise, insan cenazesi bir buğday tohumu gibi toprağa girecek, âhiret aleminde yeşerecektir.
KİM TOPLAR?
Denebilir ki, insan ölünce çürür, hücreleri dağılır, atomlar haline gelir ve bitkilere intikal edebilir. Bu kadar
dağılan insan zerreleri, nasıl toplanıp, bir araya getirilip ve mahşerde ceset ayağa kalkıp, hesap vermeye hazır
olabilir?
Kainat kitabını dikkatle okuyup, anlamaya çalıştığımızda, şu anda üzerimizde taşıdığımız vücudumuzu teşkil
eden gıdaların, dünyanın dört bucağından toplandığını hemen anlarız. Misal olarak, çiftlikteki
misafirlerimize ekmek yedirip, su içirmiştik. Şimdi tarladaki buğdayı düşünelim. Bu buğdayın tohumu
nereden gelmiştir? Buğdayı tarlaya ektik, gübrelemek gerekir. Gübre, hayvan gübresi ise, hayvanlar nerelerde
otlamıştır? Gübreler nerelerden toplanıp getirilmiştir? Şayet gübre kimyevi ise, o zaman bu gübrenin
hammaddeleri nerelerden geldi?.. Vesaire...
Öte yandan içtiğimiz suyun kaynağı nerede ve biz neredeyiz? Bu sular, kaç defa gökyüzüne çıkıp, yere, oradan
yerin bilmem kaçıncı katına geçti? Tekrar dönüp, bize nasip oldu. Eliyle koymuş gibi iç organlarımızda
dolaştı, onların ihtiyaçlarına cevap verdi ve bizi besledi.
, Bizim, Hollanda'nın peynirini yediğimiz ve Ameri-
188
ka'nın süt tozunu içtiğimiz de oluyor. Dikkat ediyor musunuz, gıdalarımız nerelerden gelip,vücudumuzu
teşkil ediyor? Madem ki, şu anda güneşten gelen ışınlar, bilmem ne dağından esen hava, benim beslenmeme
yardımcı oluyor. Madem ki, denizlerin derinlerinde de olsam, dağ başlarında da olsam, güneş kadar uzak
mesafede de olsam, yine zerrelerim bir araya gelir ve ben cesedimle birlikte kalkıp, haşirde dünyanın
hesabını vermeye hazır olabilirim. Beni yaratan, benim beslenmemi temin eden, bu işi daha kolaylıkla yapar,
buna inanıyorum." (189)
Bütün ideolojiler (İslâm'ın dışındaki bütün sistemler ideolojidir), insanlara öldükten sonra dirilmeyi
unutturmak ve inandırmamak gayretindedirler. Düşünün. Bir insanın, anası, babası, eşi, kardeşleri, evladı
ölse hali ne olur? Mahvolur... Perişan olur, yıkılır. Öldükten sonra dirilmeye inancı yoksa, delirebilir de.
Fakat öldükten sonra dirilmeye inancı olan biri, "Nasıl olsa ben de gittiğimde onları göreceğim" diye teselli
olur. Yalnız, öldükten sonra dirilme inancı, insana teselli bakımından yeterli değildir. İslâm'ı, Allah'ın
emrettiği şekilde yaşaması lazım ki, tam teselli olabilsin. Fakat, zalimler, insanları Allah'tan ayırdılar. Ölümü
bir müddet için unutturabilirler, fakat saçlar dökülüp bel büküldükten, eller kırıştıktan sonra o insana ölümü
kimseler unutturamaz.
Do'stlaringiz bilan baham: |