mezarı tamamen kaldırmışlar, kemiklerini toplayıp bir çuvala koymuşlar. Sonra, ne
kadar tanınmış insanlar biliyorum ki, mumyalanmış duruyorlar. Hani kabir sorusu
olacaktı da, ölüler azap çekecekti?
CEVAP: Materyalist sistem (yani maneviyata inanmayan, her şeyi madde ile ölçen sistem)
bizi Materyalist bakışa mahkum ettiğinden, her şeyde aklın kabul edebileceği delili
arıyoruz. Aklın kabul etmediği delili almıyoruz. Akıl, madde alemi ile ilgili her şeyi
çözemez, önce bu bakışı değiştirmeliyiz. Kabir suali ve azabı bedene değil ruhadır. Ölmüş
insanın ruhu ta kıyamete kadar bir daha bedene dönmez. Öldükten sonra yakılan, yahut
hayvanlar tarafından parçalanıp yenen, yanıp kül olan, zerre zerre parçalanıp, hiç cesedi
kalmayan insanlar da vardır. Olmayan cesede ruhun gelip yerleşmesi mümkün değildir.
Kuruyan ağaç nasıl canlanmazsa, ölen insan da dünyada bir an için dahi canlanmaz.
Nitekim, tekrar dünyaya döndürülmek isteyen ruhlara yüce Allah (c.c) bunun olmayacağını
bildirmiştir:
108
"Onlardan birine, ölüm geldiği zaman, Rabbim der, beni (dünyaya) geri döndürünüz ki,
terkettiğim dünyada yararlı bir iş yapayım. Hayır bu onun söylediği (olmayacak) bir laftır.
Önlerinde ta dirilecekleri kıyamet gününe kadar, (geriye dönmelerine engel olan) bir
berzah (geçit) vardır." (116)
Cesede hayat verip onu bozulmaktan koruyan can, yani ruhtur. Can çıkınca, ceset
çürümeye ve temel elemanlarına dönüşmeye başlar. Nihayet, tamamen eriyip toprağa
karışır. İnsana kişiliğini veren ruhtur. Ruh ise ölmez, ebedîdir. Dünyada yaptığı işlere göre,
ya yücelere çıkar, iyi ruhlarla beraber zevk-ü sefa içinde bulunur ya da zindanlara atılıp,
azaplara sokulur.
Hz. Ebu Hüreyre (r.a), bu konuda Allah'ın Resulünden (s.a.v) duyduklarını şöyle anlatır:
"Mü'minin ruhu, (cesedinden) çıktığı zaman oniki melek alıp (göğe) çıkarır." Mü'minin
ruhunun güzel koktuğunu anlatan Ebu Hüreyre (r.a) şöyle devam ediyor.
"Gök halkı:
— Yer tarafından güzel bir ruh geldi. Allah sana ve içinde ömür sürdüğün bedene rahmet
etsin, derler. Bu ruh yüce Rabb'ine götürülür. Sonra yüce Allah:
— Bunu sürenin sonuna (yani sidretü'l-münteha'ya) götürün, der.
Kafirin kötü kokan lanetli ruhu da (bedeninden) çıkınca gök halkı:
— Yer tarafından pis bir ruh geldi, derler.
Bunu, sürenin sonuna (yani zindana götürün) dediler." Hadisi nakleden Ebu Hüreyre (r.a)
diyor ki: "Allah Resulü, kafirin ruhunun kötü koktuğunu anlatırken gömleğini burnuna
tuttu." (117)
(116) Mü'mimun: 99.
(117) Müslim, Cennet 17, H. 75.
109
Talha b. Ubeydullah şöyle demiş: "Ormanda malımı arıyordum. Geç oldu. Abdullah b. Amr
b. Haram'in kabrine sığındım. Kabrinden öyle bir kıraat (okuma) sesi duydum ki ondan
daha güzelini duymamıştım."
Allah'ın Rasulü (s.a.v) buyuruyor ki: "O, Abdullah'tır. Bilmiyor musun, Allah (c.c.) onların
ruhlarını aldı, zeberced ve yakut kandillerine koydu, cennetin ortasına açtı. Gece olunca
ruhları tekrar kandillerine (cesetlerine) geri döndürülür. Şafak atıncaya kadar böyle sürer.
(Şafakla) tekrar ruhları bulundukları yere gönderilir." (118)
Şimdi burada her gece cesetlerine gönderilen ruh, elbette cesedin içine sokulmamaktadır.
Bundan kastedilen, her gece ruhun kabri civarına gelmesidir. İşte kabir sorgusu sırasında
ruhun cesede reddi de, cesedin yanında bulunması, kendisini cesedinde sanmasıdır.
Ruh, içinde uzun süre yaşadığı, kemal kazandığı bedenden ayrıldıktan sonra da hem
ayrıldığı bedenini görür, hem de kendisini, bedenin şeklini, latif cisim olarak
koruduğundan, aynen bedeni içinde hisseder. Nasıl ki insan rüyada, yaşadığı olayları, ruh
olarak yaşadığı halde, bedende yaşıyor, görüyor zanneder. Rüyada dolaştığı yerleri,
bedensiz olarak dolaştığının farkında değildir.
Rüyada ruh, bedenden tam ayrılmaz, fakat kapalı, penceresiz bir kafes gibi ruhun manevi
güçlerine, basiret gözüne engel olan bedenin etkisinden nisbeten kurtulur. Ruhun görüş
açısına gerilen perdeler vardır. Ruh, bedene gizli kalan dünyalara uzanır.
Ölüm halinde ise, tamamen bedenin etkisinden kurtulan ruh, gezer, dolaşır, içinde
yaşadığı bedenin çevresinde dolanır. Hatta ilk önce bedenden kurtulduğu için kendisini
hala beden içinde sanır. İşte ölümden sonra vu-
(118) İnsan ve İnsanüstü -Süleyman Ateş.
110
ku bulacak sorgu da ruhun bedene dönmesi,bedenin yanında bulunması ve aynen beden
içinde imiş gibi sevinç ve azap duyması anlamına gelir. Allah'ın yaratılış yasasına ve
ayetlerin açık ifadesine aykırıdır. Çünkü, Cenab-ı Hak, ruhun bir daha dünyaya yani maddi
bedene dönmeyeceğini bildirmiştir...
Yüce Allah: "Firavun ailesini azabın en çetinine sokun (deriz)" (119) buyurmaktadır. Bu
sunulma, kabir azabıdır. Ayetten hitabın ruha olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
Kabir azabının, bedene değil, ruha olduğunu aşağıdaki hadis açıkça göstermektedir.
"Mi'raca çıkarıldığım vakit, öyle bir kavmin yanından geçtim ki bunlar bakırdan
tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı. Cebrail'e; "Bunlar kimdir?" dedim.
"İnsanların, etlerini yiyen, gıybet edenler ve namuslarına tecavüz edenlerdir, dedi" (120)
Burada, Peygamberimizin (s.a.v) azap içinde gördükleri, o şahısların bedenleri değil,
ruhlarıdır. Bedenler çürüyüp gitmiştir.
Mü'min, kabrinde yemyeşil bir bahçe içinde bulunur. Kabri yetmiş zir'a genişletilir.
(Kabrin şu kadar genişletilmesi, ölünün ruhunun geniş bir makam içinde bulunması
demektir.) Ve içi, ayın ondürdüncü gecesi gibi aydınlatılır. Peygamber (s.a.v), ashabına
hitaben: Biliyor musunuz; "Kim benim zikrimden (Kur'an'dan) yüz çevirirse, onun
hakkında dar bir geçimdir ve biz onu kıyamette kör olarak neşrederiz" ayeti kimin
hakkında inzal buyurulmuştur? dediler. Allah ve Rasulü bilir denildi. Buyurdu: O, kafirin
kabrinde göreceği azaba dairdir. O kafire doksan dokuz "Tınnin" musallat olur. "Tınnin"
nedir biliyor
(119) Mü'min: 46.
(120) Ebu Davut.
111
musunuz? dediler. Hayır. Buyurdu ki: O, yedi başlı bir yılandır. Kafirleri, kabirlerinden
kaldırıldıkları zamana kadar ısırırlar, sokarlar ve şişirirler. (121)
Hz. Peygamber (s.a.v), kabir azabından Allah'a (c.c) sığınmıştır. Zeyd b. Sabit diyor ki:
"Peygamber (s.a.v) ile Neccaroğullarının çevirmesinde bulunuyorduk. Kendileri katırın
üstünde idiler. Biz de kendisinin yanında idik. Birden, katırı ürküp saptı, az kalsın
kendilerini düşürecekti. Bakım ki, yanımızda altı yahut beş ya da dört kabir var.
Buyurdular ki:
— Kim bu kabirlerin sahiplerini biliyor? Bir adam:
— Ben, dedi.
— Bunlar ne zaman öldüler? dedi.
— Şirk devrinde öldüler ya Rasulallah, dedi.
— Bu ümmet de kabirlerinde imtihan edilir. Eğer gömülmekten vazgeçecek olmasaydınız,
benim işittiğim kabir azabını size de işittiririrdim, dedi. Sonra yüzünü bize doğru
çevirerek:
— Cehennem azabından Allah'a sığınırız, dedi.
— Cehennem azabından Allah'a sığınırız dediler.
— Kabir azabından Allah'a sığınırız, dedi.
— Kabir azabından Allah'a sığınırız, dediler.
— Açık ve gizli fitnelerden Allah'a sığınırız, dedi.
— Açık ve gizli fitnelerden Allah'a sığınırız, dediler.
— Deccal fitnesinden Allah'a sığınırız, dedi.
—Deccal fitnesinden Allah'a sığınırız, dediler." (122)
(121) Tirmizi (Ebu Hureyre'den)
(122) Müslim, Cennet: 67.
112
Peygamberimizin (s.a.v), ashabına kabir azabından Allah'a sığınmayı öğrettiğini anlatan,
bazı kimselerin, kabirlerinde azab edildiklerini bildiren hadisler vardır. Peki, ruh, kabrin
içinde midir ki, kabirde azap edilsin?
Ruhun azaba, uğratılması için kabrin içinde olması gerekmez mi? Hadislere göre, temiz
ruhlar serbesttir. Diledikleri yere giderler. Fakat günahlı ruhlar tutuklanır, azaba
sokulurlar. Bunun, uzun yıllar içinde yaşadığı beden kalıbı ile de manevi bağlantısı vardır.
Onu düşünür, onun yanına gelir, onun halini görür. Hem böyle bedenini dışarıdan görür,
hem de ruh kendisini bedenin içinde hisseder. Çünkü, kendisi bedenden ayrılmakla
beraber yine de şeffaf bir bedene, kendisini diğer ruhlardan ayıran latif bir cisme, bir şekle
sahiptir. Bu şekil, dünyadaki bedenin şeklidir ama ondan daha güzel veya daha çirkindir.
Esas şekil o şekildir. Binaenaleyh bedenden ayrılan ruh, yine kendisini bedende hisseder.
Aynı zamanda kabirde bulunan bedenin yanına gelir. Kabrinin çevresinde bulunur ama
oraya da bağlı değildir. Başka yerlere de gider. Basiret gözü açık olanlar, o beden içinde
yaşamış ruhun, azapta mı, nimette mi olduğunu görebilirler. Hatta bazı hayvanların dahi
azapta olanları görüp hissettiklerine dair hadisler vardır. İşte Allah'ın Rasulü (s.a.v) bazı
kabirde bulunanların azaba uğradıklarını söylemiştir. Fakat onların cesetlerine azap
ediliyor dememiştir.(122-a)
Ruh, bedenden ayrıldıktan sonra ta kıyamete kadar olan hali, kabir halidir. Bedenden
ayrılan ruhun gördüğü azaba, kabir azabı denmiştir. Çünkü ruh hayatı, insanın ölümüyle
başlar. Fakat insan ölünce genellikle kabre konulduğu için, ruh hayatına kabir hayatı
denmiştir. Aslın-
(122-a) İnsan ve İnsanüstü-Süleyman Ateş.
113
da kabir hayatı ruhun hayatıdır. Kabre konulsun konulmasın, bedenden ayrılan ruhun
hayatı, azap veya nimeti, kabir hayatı yani ölümden sonraki hayattır.
Sonuç olarak: Kabir azabı vardır, bu azap bedene değil, ruhadır. Rabbim bütün
Müslümanlar'ı kabir azabından korusun.
Ahiret aleminde, o alemin icabına göre bir bedenimiz olacağı için, azap ve nimet onun
vasıtasıyla olabilir. Lakin cismimiz çürüyüp toprak olunca bu azap veya nimet nasıl
hissolunacak? denilecek olursa; azap ve mükafat hem bedene ve hem ruhadır, deriz. Lakin
bunları hissedecek olan şey ruhtur.
114
SORU: İslâm, kadına niçin hak vermiyor? Erkeğin yanında niçin ikinci sınıf muamelesi
Do'stlaringiz bilan baham: |