SORU : Allah niçin gözükmüyor, neden göremiyoruz?
CEVAP: Önce, 'neden göremiyoruz? sorusunu cevaplayalım:
A) Görme, ihata (yani bir şeyi en ince teferruatına kadar bilme, kaplama) meselesidir. Mesela: İnsanın
vücudunda mikroplar vardır, hatta bir dişin dibinde belki birkaç milyon bakteri bulunur. Bu bakteriler
ellerindeki imkan ve aletlerle insanın dişini yontmaya, yıpratmaya, aşındırmaya çalışıyorlar. Halbuki, insan,
bakteriler bu işleri yaparken bunların ne gürültüsünü duyar, ne de bu bakterilerin varlığından haberdardır.
Onlar da tamamıyla insanı göremez. Nasıl görsün ki, zaten kendisi çok çok küçük bir şey. Onlar, ancak o anda
neyin karşısında bulunuyorlarsa onu görürler. Hele hele, insanı, katiyyen ihata edemezler. Esasen, insanı
görüp tam ihata edebilmeleri için, onun dışında ve tamamen.müstakil, yani ayrı olmaları ve aynı zamanda
insanı görebilecekleri teleskop gibi bir göze sahip bulunmaları lazımdır. Demek ki, ihata edemeyişleri,
görmelerine mani oluyor. Eğer ihata edebilselerdi, yani aynı anda insanın her tarafını kaplayabilselerdi,
insanı görebileceklerdi. Bu misal mikro aleme ait.
Bir de makro alemden misal vereyim. Büyük bir teles-
kopun başına oturalım. Düşünelim ki, bu teleskop, ışık yılıyla üç milyar yıl ötesini göstersin. Yine de bütün
kainat ve mekanlar hakkındaki bilgimiz "Deryada katre" misali olacak. Çünkü, ne kadar uzağı görebilirsek
görelim, yine de daha ötesi var. Boşluk (gökyüzü), sonsuza doğru gidiyor. Sadece teleskopla gördüğümüz
saha hakkında bulanık faraziyeler (yani şöyle olabilir, böyle olabilir) nevinden bir kısım malumata sahip
olacağız. Demek ki, biz kainatın idaresini, umumi şeklini, muhtevasını ve mahiyetini göremeyecek ve idrak
edemeyeceğiz. Çünkü, mikro alemde (çok küçük zerrecikler aleminde) olduğu gibi, makro alemde (kainat gibi
büyük alemde) de tam bir açıklamaya sahip değiliz.
Şimdi iyi düşün Kardeşim Aysel, daha biz mikro ve makro alemlerdeki varlıkları ihata edememişiz, onlardan
habersiz, daha onları göremiyoruz da, nasıl onları yaratanı görebileceğiz? O kendisini göstermemeyi dilemiş
üstelik.
Biz, ancak mikro alemdeki bakteriler misali, neyin karşısında duruyorsak ancak onu görebiliyoruz. Yani
gözümüz neyi ihata edebiliyorsa, neyi görebiliyorsa, onu görebiliyoruz. Şöyle bir misal daha vereyim: Allah'ın
varlığı meselesinde atomlardaki elektronların durmadan hareket ettiğini yazmıştık. Ancak bazılarındaki
hareketi görebiliyoruz, diye ilmin yüzde yüz doğruluğunu ispat etmiş olduğu elektronların hareketlerini inkar
mı edeceğiz? Elbette hayır. Öyle ise, varlığında hiç şüphe edilmeyen Allah'ı (c.c.) görmüyoruz diye inkar mı
edeceğiz? Öyleyse, görmemek bir şeyin olmadığını göstermez. Ve O diyor ki, ben, Lâtîf im. (30-a)
(30-a) Lâtîf; görünmeyen incelikte demektir. Meselâ, su, hava ve cam lâtîf olduğu için, pencereden dışarıyı,
bardaktan karşıyı görebiliyoruz...
Bir misal daha: Sütün içinde yağ ve peynirin bulunduğunu adımız gibi biliyoruz. Ama
sütün içinde ne yağ ne de peynir gözükmemektedir. Şimdi, biz kesin olarak bildiğimiz yağ
ve peyniri görmüyoruz diye inkar mı edeceğiz? Elbette hayır. O halde adımız gibi bildiğimiz
Rabbimiz'i, görmüyoruz diye inkar edemeyiz. (Belki adımızı unutabiliriz ama Rabbimiz'i
asla).
Bir yerimiz ağrıdığı zaman ağrıyı hissediyor, duyuyoruz ama göremiyoruz. Göremiyoruz
diye ağrıyı reddedemeyiz. Ağrıyı görmüyor, fakat hissediyorum, onun için de varlığına
inanıyorum, dersin.
Allah'ı görmüyorsun ama O'nu hissediyorsun, her sanatında O'nu görür gibi hissediyorsun.
Hele, bir de şöyle sakin kafa, selim bir akıl ile düşünürsen, büyük bir felaketle, dayanılmaz
bir acıyla karşılaşırsan, inadı, kibri ve gafleti bırakıp asli yaratılışınla başbaşa kalırsan,
başka bir şeye değil, inan sadece Allah'a yalvarır, O'ndan yardım dilersin...
Açık olan bir cereyan kablosunda, cereyanın olduğunu kesinlikle biliyoruz. Fakat onu
göremiyoruz. Cereyanı göremediğimiz halde, nasıl varlığını inkar edemiyorsak, Allah'ın da
varolduğunu bildiğimiz halde, göremiyoruz diye inkar edemeyiz.
Bir odada otururken, kapı ve pencereyi açtığımız zaman cereyanın bize etki ettiği, bizi
çarptığı bir gerçek. Cereyanı elle tutup, gözle göremediğimiz halde, nasıl inkâr etmemiz
mümkün değilse, Allah-u Teala'nın da sanatlarına bakıp, O'nun varlığını kabul ettiğimiz
halde, O'nu göremiyoruz diye inkar etmemiz mümkün değildir.
B) Nur, Allah'ın hicabıdır, yani perdesidir. Biz nuru dahi ihata edemiyoruz. Yani, her
tarafını çepeçevre sarıp kaplayamıyoruz. (En ince teferruatına kadar bilemiyoruz.)
Peygamber Efendimize (s.a.v), miraçtan döndüğünde sahabeyi kiram sordu: "Rabb'ini
gördün mü?" Rasulullah, bir defasında şöyle buyurdular: "Nasıl görürüm O'nu." Başka bir
yerde buyururlar ki: "Ben bir nur gördüm. Halbuki, nur mahluktur yani yaratılmıştır. Allah
ise, nuru nurlandırandır. Yani nura şekil veren, biçim veren, tasvirini yapan Allah'tır. Nur,
Allah değildir. O'nun yaratığıdır." Başka bir hadiste Peygamberimiz (s.a.v): "Allah'ın hicabı
(perdesi) nurdur. Yani sizinle Onun arasında bir nur vardır." Elbette göremeyiz.
Elbette gözümüz kamaşır, bakamayız. Şimdi, Allah'ın yaratmış olduğu Güneş'e
bakamıyoruz da, yani tam olarak göremiyoruz da, nasıl onu yaratan Allah'ı görürüz?
Elbette göremeyiz.
Aklımızı ele alırsak; doktorlar, kafa tasımızı yarıp, aklımızı görmek için baktıklarında,
göremiyorlar. Akıl yok da ondan mı göremiyorlar? Elbette hayır. Şimdi, aklı göremiyoruz
da, nasıl aklı yaratan Allah'ı göreceğiz? Elbette göremeyiz. Nasıl ki, aklı göremedik diye aklı
inkar etmemiz mümkün değildir. Akıl görünse dahi, Allah yine gözükmez.
Gelelim, 'Allah (c.c) niçin görünmüyor?' sorusuna:
Bazı müfessirler, ayet-i kerimedeki "İbadet etsinler"den maksat: "Beni tanısınlar, beni
bilsinler" demektir diye tefsir etmişlerdir.(30-b) Allah başka bir ayetinde:
"Amelce hanginiz daha güzeldir diye sizi imtihan etmek için hem ölümü, hem hayatı
yaratan O'dur. O azizdir, herşeye galibdir, gafur'dur (çok bağışlayandır)" (31)
buyurmaktadır.
(30-b) Bu konuda tam mutmain olmak için akaid okumak gerekir.
Diğer bir ayetinde: "Müslümanlar, öyle kimselerdir ki, onlar Allah'ı görmedikleri halde
inanırlar. (İnançlarını ispat eden) namazlarını dosdoğru kılarlar. Verdiğimiz rızıktan
yerler, başkalarına da yedirirler."(32) Başka bir ayetinde de: "Sen ancak Kur'an'a tabi olan,
onunla amel eden ve görmediği Rahman'a içten saygı besleyen kimseyi sakındırırsın. İşte
onu hem bir mağfiretle (dünyadaki günahların bağışlanmasıyla), hem de iyi mükafatla
(cennetle) müjdele" buyurmaktadır. Kardeşim Aysel, ben Kuran'dan bu konu ile ilgili
ayetlerden sadece birkaç tanesini yazdım.
Rabbimiz, birinci ayette, cinleri ve insanları kendisini tanısınlar, ibadet etsinler diye, ikinci
ayette de, amelce hangimiz güzeliz, ölümü ve hayatı, yani şu yaşamımızı imtihan etmek
için yarattığını buyurmaktadır. Demek ki, insanın yaratılış gayesi Allah'a (c.c.) ibadet
etmekle, imtihan için gönderilmiş olmasıdır. Eğer, Allah (c.c.) gözükseydi, imtihanın
hükmü kalmazdı.
Böylece de Allah'ın emirlerini yerine getirenlerle, getirmeyenler bilinemezdi. Yazmış
olduğum üçüncü ayette de, Rabbimiz Müslümanların vasıflarını söylerken: "Görmedikleri
halde Allah'a (c.c.) inanırlar", demektedir. Demek ki, mühim olan görmeden inanmaktır.
Görünce herkes inanır... O zaman inanmanın bir değeri olmazdı.
(31) Mülk: 2.
(32) Bakara: 3.
Do'stlaringiz bilan baham: |