partiler,
çoğu
zaman
mücadeleyi bir sistem için terk ederek, güya
"olumlu bir elbirliğiyle çalışmak" gayesinde,
fakat mümkün olduğu kadar süratle mevcut
müesseselerden birinde, küçük bir makam ka
zanmaya ve bu yerde mümkün olduğu kadar,
uzun zaman kalmağa gayret ederler. Siyasi
partiler, bütün dikkatlerini bu nokta üzerinde
toplarlar.
Eğer biraz sert bakışlı bir rakip bu gibi siyasi
partileri "yem-lik"ten uzaklaştıracak olursa, bu
partilerin yandaşları kafalarında yalnız bir fikir
beslerler: Zorla veya hile ile tekrar açların ilk
sınıflarına dahil olarak, hattâ en mukaddes
saydıkları kanaatlerini de çiğneme pahasına, bu
kıymetli kudret levhasına iştirak etmek... işte,
besledikleri fikir budur! AH BU SİYASET
ÇAKALLARI!..
Hiçbir zaman bir siyasi doktrin, diğer bir
siyasi doktrinle uzlaşmaya hazır bir halde
bulunamaz. Önceden kötülediği bir vaziyete,
hiçbir zaman iştirak etmeye razı olmaz. Tersine,
bir siyasi doktrin, mevcut rejim ile ve muhalif
manevi âlem ile mücadeleye ve onların yok
olmalarını hazırlamaya kendini mecbur hisseder
ve vazifeli sayar.
Tamamen tahripkâr olan, kuvveti diğer siyasi
doktrinler tarafından derhal anlaşılan ve bunun
sonucu olarak birbirleri ile anlamış siyasi
doktrinlerin meydana getirdikleri dayanıklılık
cephesi ile karşılaşan bu "hareket" dünya
hakkındaki yeni idealin başarısı uğrunda
girişilen mücadelede azimli savaşçılara ihtiyaç
duyar.
Demek oluyor ki bir siyasi doktrin, ancak
devrinin ve milletinin en cesaret sahibi ve faal
unsurlarını kudretli ve kuvvetli bir mücadele
teşkilâtı halinde bir araya getirmek şartı ile
fikirlerinin galip gelmesini sağlayabilir. Ayrıca,
siyasi doktrinin, bu değerli unsurları göz önünde
tutarak, felsefenin tamamının içinden birtakım
fikirleri seçmesi ve onlara yeni bir insan grubuna
"iman maddesi" hizmetini görebilecek, gayet
açık ve kahredici bir şekil ve ruh vermesi de
gereklidir.
Bir siyasi partinin programı, sadece yakın bir
gelecekte
yapılacak
seçimlerde
partinin
başarısını sağlayacak bir ciladan başka bir şey
değildir. Fakat felsefi bir doktrinin programı,
kurulu nizama karşı, mevcut bir vaziyete karşı
ve hayat hakkında tatbiki bir tehlikeye karşı bir
savaş ilânı mahiyetine ve kıymetine sahip
bulunmaktadır.
Hemen şunu da belirtelim ki, doktrin uğrunda
mücadele edenlerin hepsinin, tamamen yapılan
işten haberdar edilmelerine veya hareket
liderinin düşüncelerinin tamamına doğru bir
şekilde olma-|%rına lüzum yoktur. Esas lüzumlu
olan şey, mücadele edenlerin f Ittiktarca az,
fakat ehemmiyetleri itibariyle çok kıymetli
birkaç esaslı
prensibi gayet açık bir şekilde öğrenmeleridir.
Böyle olunca bu mü-l'him ilkelerle ilelebet
tanışık bir hale gelirler. Ayrıca partilerinin ve
doktrinlerinin başarı kazanmasının gerekli
olduğuna kanaat getirirler
Bir er, yüksek rütbeli bir subayın plânlarına
karışamaz. Askeri sert bir disipline, davasının
haklı ve bu yolda üstün gelmesinin lüzumlu
olduğu, nefsini tamamen bu amaca vakfetmesi
icap ettiği kanaatine alıştırmak ne kadar lüzumlu
ve doğru ise, bir "hareket"in ! taraftarlarının da
bu şekilde hazırlanmaları aynı büyüklükte
önemli. Bütün erleri, general kabiliyetine sahip
olan bir ordu ne işe yarar? Her halde hiçbir işe...
Bunun gibi, sadece seçkin kimselerden 'bir
fayda görülemez. Siyasi partilerde alelade
kimselere de ihtiyaç h vardır. Böyle olmazsa
parti dahilinde bir disiplin temin etmek tnümkün
olamaz.
Bir teşkilat, mahiyeti itibariyle, ancak zeki ve
yüksek amirlerin, j emirleri ve idareleri ile
payidar olabilir. Bu teşkilata, rehberi hissiyat
olan bir topluluk hizmet eder.
Zeki oldukları kadar iktidar sahibi olan iki yüz
kişiden kurulu bir heyetin sevk ve idaresi, yüz
doksan tane daha az kabiliyetli ve on tane de
yüksek tahsil ve terbiye görmüş kimselerden
teşekkül e-den bir heyetin sevk ve idaresinden
daha zordur.
Sosyal demokrasi bu husustan büyük bir
fayda sağlamıştır. Sosyal demokrasi teşkilâtında
da er ve subaylar vardır. Bunlar şunlardır.
Alman işçisi askerlik vazifesini bitirip, sivil
hayata döndüğü vakit er, aydın olan Yahudi ise
subay olmuştur. Sendika idarecileri, hemen
hemen küçük rütbeli subaylara denk bir hayat
meydana getirmiştir. Burjuvazinin her zaman
baş silkerek karşıladığı cahil toplulukların
Marksizm'i tercih etmeleri keyfiyeti, hakikatte
Marksizm'in muvaffakiyetinin ilk şartını teşkil
ediyordu.
Burjuva partileri, değişmez aydınları ile,
disiplinsiz ve bir fiil ve harekete geçmekten âciz
bir
topluluk
meydana
getirdikleri
halde,
Marksizm daha az aydın bir kadro ile, çarpışan
ve mücadele eden bir ordu kuruyordu, işte bu
ordu vaktiyle nasıl Alman subaylarına itaat
etmişse, şimdi de Yahudi liderlerine körü körüne
itaatte
bulu
nuyordu. Alman
burjuvazisi
psikoloji sorunları ile hiçbir zaman meşgul
olmadı. Alman burjuvazisi, kendini daima bu
sorunların üstünde gördü. Bu fiili vaziyetin derin
nüansını ve açıkça görülen tehlikesini anlamak
için bu olay üzerine etraflıca düşünmedi ve biı
tartışmada bulunmayı lüzumlu görmedi.
Bilâkis Alman burjuvazisi, siyasi bir hareketle
sadece aydınlar dan kurulu bir kadro ile iktidar
mevkiine ulaşacağına ve bu başarıya kültürsüz
bir toplulukla erişilemeyeceğine inandı. Alman
burjuva partileri hiçbir zaman şu gerçeği
göremediler. Bir siyasi partinin kuvveti hiçbir
zaman ve yalnızca üyelerinin her birindeki zekâ
ve fikri yetenek sayesinde meydana gelmez.
Kuvvet ve başarı ancak da ha ziyâde, üyelerin
manevi
kumandayı
takip
hususunda
gösterdikleri itaat ve disiplin ruhundadır.
Kesin ve etki yapıcı olan şey bizzat liderlerdir,
iki kuvvetli ordu çarpıştıkları zaman, zafer,
orduyu teşkil eden askerlerin her birindeki
strateji tahsili üstün olan tarafın lehine oluşmaz.
Bu çarpışmadan, en üstün kumandanı, en çok
disiplinli, en körü körüne itaatli ve en çok
temkinli olanlardan teşekkül eden ordu galip
çıkar.
Felsefi bir sistemi de realite sahasına çıkarmak
istediğimiz zaman, bu esaslı mefhumu gözden
uzak tutmamalıyız.
Bugün için karanlık ve bilinmeyen bir
tasavvur ve istekten ibaret bulunan ırkçılık fikri
parlak bir başarı elde etmek arzusunda ise, bütün
ideal sisteminin içinden birtakım etraflıca
düşünülmüş ve tedbiri alınmış ilkeler ortaya
koymalı ve bunları gerek şekil ve gerek esas
bakımından
büyük
bir
topluluğa
kabul
ettirilebilecek
durumda
bulunmalıdır.
Bu
topluluk, yani Alman işçi sınıfı, bu fikir ve
doktrin uğrundaki mücadelenin, tek başarı
garantisidir.
İşte bundan dolayıdır ki yeni partinin
programı birkaç esaslı ilkede toplandı. Bu
ilkeler, yirmi beş maddeden ibaretti. Bu ilkeler
halka önce ırkının emelleri hususunda kaba bir
şekilde bir fikir ve hayal vermeğe hizmet
edecektir. Program, bir dereceye kadar "Siyasi
bir iman beyannamesi vücuda getirecektir. Bu
durum herkesi davamıza çeker. Ayrıca ortak
vazifeler ortaya çıkarılarak yeni taraflarla eskiler
kaynaştırılır.
Bütün bunlar hiçbir vakit gözden uzak
tutulmamalıdır. Hedeflerinde kati bir isabet
bulunan parti programı kaleme alınırken, önemli
olan bazı psikolojik tartışmaları da hesaba
katmak mecburiyeti vardır.
Zamanla kanaatler değişebilir ve etraflıca
düşünülerek hazırlanan ilkelerden bir kısmı
ilerde başka bir şekilde tartışılabilir ve daha j
başarılı olarak kâğıt üzerine geçirilebilir, işte bu
yoldaki herhangi bir teşebbüs fena bir netice
verir. Tamamen sarsılmaz ve değişmez 'bir halde
kalması lüzumlu olan bir ilke, münakaşanın
kucağına atılmış olur. Halbuki münferit bir nokta
inançtan ayrı ve uzak kalır kalmaz, münakaşa
yalnız daha iyi bir şekilde ve bilhassa inancı
takviye eden bir yolda son bulmazsa, işte o vakit
bu çekişmenin sonu gelmez.
Münakaşalar bizi, genel bir belirsizliğe
sürükler. Bu gibi du-I' rumlarda daima en iyi
olan şeyi itina ile düşünmek şarttır. Akla şu iki
soru gelebilir: "Hareketin içinde bir ikiliğe sebep
olan yeni bir yazı şekli mi, yahut o an için
şüphesiz hepsinin en iyisi olmayan, fakat
bağımsız, sağlam ve mükemmel bir iç birlik
sağlayan bir şekil mi?"
Değişiklik
yalnız
dış
şekil
hakkında
düşünülebileceği için daima buna benzer
değişiklik hoş karşılanır. Fakat bunda büyük
tehlike vardır. O da insanların yüzeysel
hareketlerinin kendilerine, "ha-rekef'in esaslı
vazifesinin, sadece bir programın yapılmasına ait
bir meseleden ibaret olduğu zannını verir, işte bu
durumda, bir fikir uğrunda mücadele etmek
iradesi ve kuvveti kaybolur.
Dışarıya çevrilmesi gereken faaliyet, içeriye
doğru döner ve program, iç münakaşalar içinde
yıpranır gider.
Büyük hatalarındaki isabeti hiçbir zaman
şüphe davet etmeyen bir doktrin için realiteye
tamamen uymayan bir ifade biçimini muhafaza
etmek, o zamana kadar granit kadar sert kalmış
olan parti inancını genel bir münakaşaya mevzu
yapmaktan ve bunu ıslaha teşebbüs etmekten
daha az zararlıdır.
Parti henüz galip gelmek için mücadele
ederken, inancı genel bir münakaşaya tâbi
tutmak bilhassa imkânsızdır. Çünkü bir doktrinin
dış bünyesinin devamlı değişikliklere tâbi
tutulması,
çevrede
şüphe
ve
kararsızlık
uyandırır. Bu durumda insanlara bir doktrinin
isabetli olduğu hakkında inanç ve kanaat
kazandınlamaz. Demek oluyor ki, esas nokta
hiçbir zaman dış şekilde aranmamalıdır. Esas
nokta yalnız derin mânada aranmalıdır. Bu
anlam ise hiç değişmez. Ben, hareketin büyük
çıkarı adına şu temennide bulunurum: "Hareket
bütün tereddüt ve nifak sebeplerim bir kena ra
iterek, kendini başarıya ulaştırmak için, gereken
kudreti muhafaza etmelidir."
Bu hususta da Katolik Kilisesi'nden ders
almamız gereklidir.
Katolik mezhebi birçok noktalarda ve çok
defa pek açık şekilde olumlu ilme, teknik ve
müşahedeye mukavemet göstermesine rağmen,
inançlarının tâbirlerinden bir basit cümleyi dahi
feda etmemiştir.
Kilise pek doğru olarak takdir ve kabul
etmiştir ki, kendisinin mukavemet kuvveti,
zamanın ilmi neticeleri ile uyuşamaz. Esasen bu
ilmi neticeler de hiçbir zaman kati addolunamaz.
Bu mukavemet kuvveti de kati surette inançlara
bağlılıktan doğmaktadır. Tamamı bir iman
vasfım ifade eden şey bu bağlılıktır. Onun için
bugün, bu kilise her zamankinden çok daha
kuvvetle ayakta durmaktadır.
Hattâ bir kehanet halinde temin edilebilir ki,
elle tutulması ve gözle görülmesi imkânsız
olayların devamlı değişikliğe uğrayan bilimsel
kanunlara meydan okumaları oranında, Katolik
Kilisesi de bir "sükûnet kutbu" haline girecektir.
Hadsiz
hesapsız
insanların
körü
körüne
bağlılıkları da bu "kutba" doğru olacaktır.
Kim ırkçılık fikirlerinin zaferini hakikaten ve
ciddi bir şekilde arzu ederse, işte yukarıdaki fikri
zihnine iyice sokmalıdır.
Ayrıca böyle bir parti, programının meydana
getirdiği sarsılmaz temele sahip olmadan
devamlı ayakta kalamaz. Böyle mukaddes bir
mücadeleye atılmış olan bir parti için emniyetin
ve sağlamlığın şartı bu programdır.
Parti bu programın yazılması işinde zamanın
ruhu ile birlikte yürümek hakkına sahip değildir.
Tam aksine olarak, program bir kere gayet iyi
bir şekle bağlandıktan sonra, ona ebediyen
değilse de, sarf edilen gayretler başarıya ulaşana
kadar mutlaka bağlı kalınmah-dır.
Gayeye varılmadan önce, programın herhangi
bir noktasının uygun olup olmadığı hususunda
münakaşaya girişilmesi parti içindeki birliği
bozar. Aynı zamanda bu münakaşaya katılan
tarafların da mücadele ruhunu zayıflatır.
Fakat, hemen şunu belirtelim ki, böyle bir
"ıslahat" hareketi, yapılırsa, yarın yeni bir eleştiri
konusu açılacağı ve daha sonra daha iyi şekle
yerini terk etmeyeceği mânası çıkmaz. Burada
yükselen engelleri kim devirir ve ortadan
kaldırılsa öyle bir çığır açılır ki, başlangıçta
pekâlâ görüldüğü halde, akıbet sonsuzluğun
içinde gözden kaybolur, teşhis ve tahmin
edilemez.
Nasyonal Sosyalist işçi Partisi'nin, yirmi beş
maddeden ibaret programı ile attığı temelin, hiç
değişmez bir halde kalması icap eder. Bu
partinin mevcut ve gelecekteki üyelerinin bu
yirmi beş maddeyi eleştirmek veya değiştirmek
hakkı ve yetkisi yoktur. 'Mevcut ve gelecekteki
üyelere vazifelerini gösterecek, ışık tutacak bu
maddelerdir. Eğer bu böyle olmaz ve kabul
edilmezse,
gelecek
nesil
partiye
yeni
taraftarlardan kurulu yeni bir kuvvet getirecek
yerde, kuvvet ve enerjisini parti dahilinde sadece
şekil meselesine ait bir çalışma uğrunda israf
etmekle kalır.
Sonuç olarak, partinin üyelerinin çoğunluğu
nazarında hareketin esaslı hedefi, bizim etraflıca
düşünerek ortaya koyduğumuz ilkelerimizin
metnini
öğretmekten
ziyade,
bu
Do'stlaringiz bilan baham: |