1
GİRİŞ
İnsanlık tarihine kabaca ve indirgemeci bir nazarla bakıldığında klasik,
modern
ve postmodern olmak üzere üç ayrı dönemle karşılaşılır. Bunlardan klasik dönemde
dinin; modern dönemde dinin bir kenara bırakılıp insan aklının; postmodern dönemde
ise merkezsiz düşünce biçiminin önemli olduğu görülür (Doltaş, 2003, 19-20).
Batı’da ortaya çıkan ve insanlık tarihinde önemli
bir yere sahip olan Reform,
Rönesans ve Hümanizm gibi gelişmeler, akabinde modernizm adı verilen bir olgu ile
neticelenir.
… klasik tüm kurumlar, aile, üretim biçimleri, egemenlik ilişkileri kısacası hayata ve tasavvura
dayalı tüm alanlarda büyük çatışmalar ve değişmeler yaşanmıştır. Modern iddia ve araçların
oluşmaya yüz tuttuğu dönemde ise söz konusu bu biçimler, klasik yapılarla çatışmak
durumunda kalmıştır. Bu ve buna benzer sebeblerle geçmişe dair tüm değerler modern okuma
biçimiyle yargılanarak ya tasvir edilmiş yada yeni yaklaşımlara eklemlenecek biçimde ıslah
edilmiştir. Dolayısıyla işlevsiz bir düzleme dönüştürülen klasik kurumlar yeni bir sistematik ile
toplumsal yaşamın elinden tutmaya başlamıştır (Öztürk, 2014, 121).
Söz
konusu modernizm, din merkezli bir geçmişe sahip olan klasik dönemin
yerine, tamamen insan ve onun aklının merkeze konduğu bir düşünce sistemini
yerleştirir. Bu yaklaşımıyla modernizm, klasik dönemde gerçekleştirilemeyen her şeyi,
bu dönemde aklı kullanarak gerçekleştireceğini, kutsal kitaplarda geçen cenneti,
dünyada yaratabileceğini ortaya atar ve bu durum sömürgeci devletler tarafından diğer
toplumlara dayatılan bir silah durumuna gelir; ancak, modernizmin yaşam serüveni de
klasik dönem gibi hüsranla sonuçlanır.
Modernizm ve onun insanlığa yansımaları 20. yüzyılın hemen başında
sorgulanmaya ve sonrasında da eleştirilmeye başlanır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra
yerinden oynayan modernizmin temelleri, İkinci Dünya Savaşı’ndan
itibaren iyice
sarsılmaya başlar (Emre, 2004, 32). Savaşların soğuk yüzünü gören insanların 1. Dünya
Savaşı’nı başlatan nedenin aslında “akla” verilen önemin bir sonucu olduğunu
anlamaları pek gecikmez. Bu savaşların getirisi kadar götürüsünün daha çok olması
hasebiyle insanlar modernizme şüpheyle bakmaya başlarlar. Ulus devletlerin kurulması,
sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmaları, teknoloji alanındaki gelişmelerle
haberleşme ağının ve bilgi edinme imkânlarının çoğalması, kapitalizmin hâkimiyetini
ilan etmesi modernizmin, daha doğrusu insan aklının iflas bayrağını çekmesi
postmodernizmin ortaya çıkmasına sadece birkaç örnektir (Güzel, 2009, 2).
2
Ne var ki modern dünya görüşü birçok sebepten başarı grafiğini dik tutamamaktadır. Öncelikle
kurduğu büyük sistem kendine özgü; çelişkili ve ‘yabancılaştırıcı’ bir ‘kültür sanayii’
yaratmıştır. Daha sonra ise insanın ihtiyaç hissettiği kültürel kan ve onun yarattığı tazyik,
donmuş geleneklerin hızla sıvılaşıp kılcal damarları baskılamasına ve merkeze doğru
yürümesine neden olmuştur. İşte
postmodern paradigma, bir bakıma yorgun düşmüş ana-
arterlerin yerine yedeğe yükselen kılcal damarların genişlemesine izin veren merkez şaşırtma
sistematiği olarak karşımıza postmodernizm çıkar (Öztürk, 2014, 119).
Aslına bakılırsa postmodernizmi yaratanlar da yine insanlardır. Bu olgunun adı
postmodernizm
dir. Postmodernizm nedir? diye araştırmaya başlandığında, bu kavramla
alakalı değişik görüşlerin ortada dolaştığı görülür. Ekrem Güzel, Dilek Doltaş’tan atıfla
şunları dile getirir:
Dilek Doltaş, Mark Poster’in modernist görüşün ve ilkelerinin sorgulanmaya başlanmasını üç
temel sebebe bağladığını söyler: Bunlardan birincisi, kolonilerin yani üçüncü dünya ülkelerinin
bağımsızlığını kazanmaları sonucu Batı dünyasına kuşkuyla bakmaları ve insan-merkezli
anlayışın sadece belli toplumlara refah getirdiğini düşünmeleri ve bu doğrultuda modern
düşüncenin ilkelerini sorgulamalarıdır. İkincisi feminist hareketin ortaya çıkarak Batı
düşüncesine, ataerkil düzene ve Avrupa’da orta sınıf beyaz erkeğe karşı şiddetli tenkitlerde
bulunmaya başlaması; üçüncüsü ise iletişim teknolojisinin artması ile birlikte haberleşme
imkânlarının çok fazla artmasıdır (Güzel, 2009, 3).
Aklı ön plana alarak onunla dünyada her şeyin iyi ve güzel kılabileceğini
düşünen insanoğlu, yine o aklı kullanarak icat ettiği silahlarla 1. Dünya Savaşı’nın
başlamasına
sebep olur; ancak, aynı insanoğlu, bu savaşta ortaya çıkan vahşeti es
geçerek insanların yok edildiğini algılayamamış; ta ki 2. Dünya Savaşı’nda Japonya’ya
atom bombasının atılmasıyla kendine gelebilmiş; insanların aklı kötü yönde de
kullanabildiğini görmüştür. Neticede de modernizmi eleştirmeye başlamıştır. İnsanlık
tarihine kara bir leke olarak yazılan bütün bu olaylar, 20. yüzyılın ortalarından itibaren
postmodernizm denilen yeni bir düşünce sisteminin doğumuna zemin hazırlamıştır.
Buraya kadar olan açıklamalarda modernizm ve postmodernizm terimleri çokça
kullanıldı; ancak yeri gelmişken bu terimlerin, “izm”e dönüşmediği evreleri de vardır ki
İsmet Emre, postmodernizmin ilk belirtilerinin ortaya çıktığı döneme
Do'stlaringiz bilan baham: