1.2.1. Tedric-Fıtrat İlişkisi
Kainatta her şey bir kanun ve nizam içerisinde hareket eder. Eşyanın yaradılışı ve devamlılığı da bir takım kanun ve kaidelerle gerçekleşir. İşte, herhangi bir şeyin ister bir maddeden olsun, isterse ilk yaradılıştaki gibi “yokluk”tan olsun, ilk icadına ve ortaya çıkışına “fatr”, ortaya çıkış tarzına ve taşıdığı vasıflarıyla birlikte görünüşü ne “fıtrat” denilir.21 Kainat, Allah’ın fıtratı üzerinde işleye işleye tabiatını kazanmış; fıtrat üzerinde bir adet edinmiştir. Buna da “adetullah” denir. 22
Her şeyin kendine ait bir fıtratı olduğu gibi, insanın da kendine has bir fıtratı vardır. Bir ayet-i kerime’de fıtrat tabiri şu şekilde geçer: “Resulüm! Sen yüzünü hanif olarak dine; Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise, o fıtrat’a çevir. Allah’ın yaratışı (halk)’ı değiştirilmez; budur sağlam, doğru din, ama insanların çoğu bilmez.”23 Ayette geçen fıtrat’tan maksat; bütün insanların insan olmak itibariyle yaradılışlarında esas olan ve hepsinde müşterek bulunan külli fıtrattır.24
Allah, İslam dışı muhitte veya fıtrata ait hususiyetlerin şu veya bu derecede bulunduğu bir muhitte insanların sevap kazanmaları için Dini’ni gönderir; yani hükümler kor, bazı şeyleri emreder, bazı şeyleri de yasaklar. İnsanlar bu hükümleri yerine getirmeli, emirleri tutup, yasaklardan kaçınmalıdırlar; bu da hanifliktir; fıtrat üzere olmalıdır. İnsanlar hanif olmalı, fıtrat üzerinde bulunmalı: Eğri yollardan değil, Allah’ın doğru yolundan gitmeli ve yaradılışı değiştirmemelidirler.25
Peygamberlerine vahyettiği emir ve yasaklarla Dini’ni tesis eden Allah,26 emirlerine uyup yasaklarından kaçınanlara mükafat, bunun zıddını yapanlara ise ceza sözü vermiştir.27 Din, bir kanunlar manzumesidir ve neticesi ahiret hayatına aittir. Allah’ın bir diğer kanunlar manzumesi daha vardır ki, o da fıtrat kanunlarıdır ve neticesi dünya hayatına bakar. Fıtrata uygun hareket eden muvaffak olurken, ona riayet etmeyen neticeyi elde edemez. Mesela; bir şeyi başarma, “çalışma” şartına bağlanmıştır.28 Çalışan insan başarır, çalışmayan insan mümin de olsa fıtrata uygun davranmadığı için neticeyi kazanamaz; imanı, dünya hayatına ait meselede ona fayda sağlamaz.
Kainatta hakim olan bu kanunlardan birisi de; “tedricilik” tir. Her şeyde, her hadisede bizzat gözlenen tedric, kainatın ilk yaradılışından itibaren var olagelmiş bir kanundur. Zira Allah, her şeyi hemen yaratabilecek kudrete sahip olduğu halde,29 gökleri ve yeri altı günde yaratmıştır.30 Kainatın en güzel yaradılışına sahip varlığı olan insan da31 ilk yaradılışından itibaren tedric kanununa tabidir. Tedriciliği tek tek her insanın dünyaya gelişinde ve dünyadan ayrılıncaya kadar sürdürdüğü yaşantıda da gözlemleyebiliyoruz. Anne rahmine atılan bir damla hakir suyun çeşitli evrelerde kana, ete, kemiğe dönüşmesi, sonra da insan şeklini alan bir canlı olarak teşekkül etmesi32 ve soyunun karakterlerini de taşıyan bir çocuk olarak dünyaya gelmesi; dünyaya geldikten sonra bir taraftan akli ve ruhi melekeleri gelişirken bir taraftan da bedeninin gelişerek çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık devrelerine ulaşması tedricen olan ve bizim de müşahede alanımız içerisinde cereyan eden olaylardır. Buna isteyen “sünnetullah” da diyebilir. Ancak bu tabii seyir kanunlarına müdahale etmek imkanı yoktur. Eğer şartlar müdahaleyi gerektirse bile yine tedricilik kanunu işler. Örneğin; normal şartlarda dokuz ayda dünyaya gelecek olan bir canlıyı, sekiz ayda dünyaya getirmenin tedricilik kanununa aykırı bir yönü olmaz, ama bu tür suni müdahalelerin beraberinde getireceği bir çok risklerin göz ardı edilmemesi gerekir.
İnsanın beden ve ruhi yapısına ait meselelerde ve hadiselerde bu kanunun cereyan ettiğine şahit olmaktayız. İnsanın doğumundan sonraki gelişmeler ise, bizzat gözlerimiz önünde meydana gelmektedir. O, dünyaya gözlerine açtıktan sonra senelerce süren bir gelişme seyri takip etmektedir. İnsanın organları ve o organlardan meydana gelen bünye uzun bir zaman dilimini yaşadıktan sonra kemalini bulur ve faaliyetlerini tam olarak gerçekleştirmeye başlar. Aynı şey onun ruhi gelişmesi için de söz konusudur. İnsanın ihtiyaç ve istekleri bir alt basamaktan bir üst basamağa gelişerek devam eder. Önce açlık ve susuzluk gibi fizyolojik istekleri karşılanır. Tatmin olunan bu isteklerden sonra emniyette olma istekleri devreye girer. Bunların peşinden sevgi, şefkat ve benimseme gibi duygular gelişmeye başlar. Gelişme kaydeden bu duyguların ardından itibar elde etme, başarı kazanma ve kendine saygı duydurma gibi takdir olunma duyguları peşinden de kendi imkan ve kabiliyetlerini kullanma, yani kendini gerçekleştirme isteği doğar. İnsanın zihin yönünü ve eğitimini ilgilendiren öğrenme ve öğretmede de bir tedricilik prensibi olan “kolaydan zora, basitten karmaşığa, küçükten büyüğe ve azdan çoğa doğru yavaş yavaş öğrenme ve öğretme” metodu uygulanır. Önce aklı ve fikri yormayan basit bilgi, hüner, sanat ve zanaatlar öğrenilir. Fikir ve akıl, gittikçe bunları tekamüle doğru götürmeye çalışır, derece, derece birbiri arkasından mürekkeplerini kuvveden fiile çıkarmak suretiyle tekamül ettirir. Bu gelişme birden meydana gelmez, yavaş yavaş olur. Bir şeyi elde etmek her zaman, gelişen kabiliyetle kazanılması gereken şeyin seviyeleri arasındaki uygunlukla mümkündür.33
İnsanlara bir şeyi kazandırmak için uygulanan bu usul, yerleşmiş yanlış bir şeyden vazgeçirmek için de uygulanır. Bilhassa uygulamaya dayalı konularda tedrice yer verilmesi çok önemlidir.34 Cemiyeti alışageldiği adetlerden vazgeçirmek bir hamlede olmaz. Mesela; bir ilacı hastaya verirken, prospektüse uygun olarak yavaş yavaş veririz. Bunun gibi, bir kimse dini, ahlaki, ilmi... yönlerden terbiye ve irşad edilmek istendiği zaman bu işi kademe kademe yapmak, telkin edilenleri hazmetmesini sağlamak, iyi bir netice almak için şarttır. Mesela; bir insana bir anda iyi ahlak namına ne varsa hepsini vermek ve bütün kötü huylardan vazgeçirmek imkansızdır. Allah’ın umumi kanunu olan tekamül ve tedriciliğe uyulması zaruridir. Her şeyi kısa bir müddet içinde yapmak isteyenler hiç bir şeyi yapamazlar. Her şeyin vaktini kollamak icap eder. “Bir şeyi vaktinden evvel isti’cal eden mahrumiyetle muhatap olur.”35 Muvaffak olmak isteyenler, fıtrat kanunlarına muvafık hareket etmelidirler. Başta Peygamberimiz (sav) olmak üzere tarih boyunca Müslümanların başarılarındaki sır, onların fıtrat kanunlarına uygun hareket ve çalışmalarında yatar.36
Cenab-ı Allah, dünya hayatında her şeyi safha safha yaratmaktadır. Mesela, bir ağacın yaratılışını inceleyelim: Önce çekirdek olarak yarılır, filizlenir, fidan olur. Her baharda çiçek açar, yaprak açar, sonra meyve verir. Bu yaradılışın her safhası, Yaratan’ın isimlerinin ayrı ayrı tecellilerine ayine olur ve her safha da ayrı bir lütuf, ayrı bir kerem ve apayrı sanat harikaları kendini gösterir. Neticede ilim, marifet, ibret ve şükür gibi vasıflar ortaya çıkar. Tedrici bir gelişme olmazsa bu neticeler de meydana gelmeyecektir.
İnsan idrakindeki gelişmenin tedrici olmasının hikmetini ise, İmam-ı Gazzali şöyle açıklamaktadır: “... Bak, Allah-u Zülcelal, çocuk olgunlaştıkça onda tedricen aklı ve seçme kabiliyetlerini geliştirdi. Bak ve düşün!... Çocuğun akılsız ve anlayışsız olarak dünyaya ge- lişindeki hikmeti!... Eğer çocuk akıllı ve şuurlu olarak doğsaydı veya doğarken akıllı olsaydı, yepyeni bir alemin varlığını inkar eder, akıllı olması sebebiyle hayretler içinde kalırdı. Çünkü o, hiç bilmediği alemi o anda görmektedir.
Hiç birini bilip görmediği şeyler çocuğa açıklansaydı ve sonra da kendisini beşiğe bağlı ellerde, kucaklarda ihtimam içinde görünce, aczini anlayıp aşağılık duygusuna kapılacaktı. Halbuki çocuk bu gibi bakımlara, bedeninin inceliği ve pekişmemiş bulunması sebebiyle muhtaçtır. Sonra çocuklara karşı kalplerde bulunan şefkat, sevgi, tatlılık ve hoşgörürlük- aklı ve iradesiyle her şeyi anladığından- ona karşı bulunmayacaktır. İşte bütün bu sebeplerden dolayı çocuk için en iyi durum; akıl ve anlayışını tedricen almasıdır.37
Do'stlaringiz bilan baham: |