3.3.1.1. Elçilikler ve Okullar
Savaş alanındaki başarısızlıklar, buna bağlı olarak Batının teknoloji-
sine duyulan hayranlık Osmanlının Batıyla ilişkisinin kaçınılmaz kılmış-
tır. Bu ilişkiler III. Sultan Selim (1789-1807) dönemine kadar tercüman-
lar, ya da geçici elçiler aracılığıyla sürdürülmeye çalışılmış, III. Selim’le
birlikte yerleşik elçilikler kurulmaya başlamıştır. Daha doğrusu, batının
52
askeri alanda olduğu kadar siyaset alanındaki başarısı Osmanlıyı Batı mo-
deli sürekli siyaset anlayışını kendine örnek almaya zorlamıştır (Lewis
2001: 45). Batı bu döneme değin Osmanlının dili, ekonomisi toplumsal
yapısı ve tarihi konusunda yeterince bilgi
9
edinmesine karşın, Osmanlının
Ortadoğu ve Doğu’nun dini liderliğine soyunması onun batıyla ilişkilerini
uzun süre gözardı etmesine yol açmıştır. Bununla birlikte III. Selim’in batı
dil ve kültürü konusundaki bilgi birikimi, onun modernleşme yolunda ilk
adımları atmasına neden olmuştur. Kuşkusuz yerleşik elçilikler de bu ko-
nuda aldığı önemli kararlardan birisidir. Bu elçilikler sırasıyla ilki
Londra’da (1793) olmak üzere, Viyana (1795) Berlin, St. Petersburg ve
Paris’te (1796) açılmıştır. Bu elçiliklerde imparatorluğu temsilen giden
çoğu Arapça ve Farsça iki doğu dilini bilmesine karşın, hiçbir batı dilini
bilmeyen elçilerin yanında hep tercümanlar görevlendirilmiş, ne var ki, bu
tercümanlar kimi siyasi müzakerelerde görev sınırlarını aşarak birinci de-
recede bir işlev yerine getirmeye çalışmışlardır. Bu şekilde tercümanlar
aracılığıyla yürütülmeye çalışan elçilikler bir süre sonra kapatılmak zo-
runda kalmış, 1830’lu yıllarda ise, yeniden açılmıştır. Bu ara dönemde
Bernard Lewis, Batı’ya göre Türklerin inanılmaz bir hız ve başarıyla yeni
bir dil öğrendikleri gibi, siyaset alanında da profesyonel anlamda yeni bir
beceri kazandıklarına işaret ederek, elçiliklerin bundan böyle gerçek an-
lamda işlevini yerine getirdiğine değinmiştir (2001: 47).
Elçiliklerin kurulması iki açıdan önem taşır. Bunlardan birincisi, Os-
manlının batıda kaybettiği topraklarda kalan Müslüman azınlığın hakları
ile ilgilidir. Osmanlılar, Hıristiyan halka dinsel ve kültürel olarak her türlü
ayrıcalık ve hak verdiğinden, buradaki Hıristiyan halk kilise aracılığıyla
da olsa batıyla ilişkisini rahatça sürdürebilmiştir. Osmanlının ise, batıda
bu şekilde hiç bir hak ve dayanağı bulunmamaktadır. Elçiliklerin kurul-
masıyla birlikte, Osmanlılar da batıda bulunan Müslümanlarla karşılıklı
iletişim kurabileceği ve yasal haklarını yerinden arayabileceği merkezler
kurma olanağına kavuşmuştur. İkinci olarak, elçiliklerin Osmanlıya kat-
9
Örneğin 16 ve 17. yüzyıldan başlayarak Avrupanın belli başlı üniversitelerinde
Arapça bölümleri kurulmuştur. Bu bölüme kısa bir süre sonra Farsça da eklen-
miş, ne var ki, Türkçe büyük bir olasılıkla siyasi ve bilimsel yazı diline sahip
olmadığı için uzun bir süre doğu bilimleri kapsamı dışında kalmıştır. Bu bölüm-
ler, Batı okuyucusunun en azından doğu ile ilgili bir yapıtın çevirisini okuyarak
Doğu konusunda bilgi sahibi olmasını sağlamıştır.
53
kısı eğitim alanında olmuştur. Elçilerin Batı’daki bilimsel konuların çeşit-
liliği ve zenginliğinin farkına varması bu konu alanlarında eğitimin öne-
mine dikkati çekmelerine neden olmuştur (Lewis 2001: 45-49).
Bu bir yandan İmparatorlukta mühendishane ve tıp mekteplerinde bir
batı dili öğrenme koşulunu beraberinde getirirken, ilk aşamada kısıtlı sa-
yıda da olsa bilgiye erişimi hızlandırmak üzere bir bölük öğrenciyi de ba-
tıya gönderme düşüncesini akla getirmiştir. İmparatorluğun eğitim politi-
kasındaki bu değişiklik, elçilerin gönderdiği raporlar aracılığıyla sağlan-
mıştır. Örneğin, Viyana elçisi Ebu Bekir Ratip Efendi’nin
10
(1791-1792)
geniş kapsamlı raporu içinde yer alan “Akademya Enjeniyor” mühendislik
okuluyla ilgili raporu, bu okulların yeniden yapılanmasına yol açmıştır
(Tekeli & İlkin 1999: 33). Kuşkusuz bu gibi raporlar, eğitim alanında Batı
kökenli konunun uzmanı kimselerle
11
birlikte yabancı ders kitaplarının da
Osmanlıya girmesine neden olmuştur. Ne var ki, yabancı yayınlar berabe-
rinde bu okullarda çeviri etkinliğini de getirmiştir. Örneğin, Batı kaynak-
larının çevrilmesine Hüseyin Rıfkı Tamani’nin (1806-1817) başhocalığı
zamanında başlanmış, bu etkinlik ardından gelen baş hoca Seyyid Ali bey
(1817-1830) tarafından biraz yavaşlatılmakla birlikte, İshak Efendiyle bir-
likte yeniden canlanmıştır. Üstelik, bu ders kitabı ya da çevirilerin Mü-
hendishane-i berr-i Hümayun’un kendi matbaasında basılma olanağının
bulunması, çeviri etkinliğinin bilgi aktarımı ve üretimindeki öneminin
daha o dönemde anlaşıldığını ortaya çıkarır (İhsanoğlu, 1992: 352-353).
Kuşkusuz bu dönemde batı kaynaklarından yararlanılarak çeviriler yapıl-
dığı gibi, derleme niteliğinde uygulama alanına yönelik Osmanlıca kitap-
lar da yazılmıştır. Örneğin, Tercüme Odasında görevli Hoca İshak Efen-
dinin matematik ve fizik konularında yaptığı çeviriler, sadece Batı bilim-
sel yazınının Osmanlıya tanıştırması açısından büyük önem taşımakla kal-
maz, aynı zamanda dile yeni terimler kazandırması açısından da büyük
önem taşır (Lewis 2001: 50)
Öte yandan, tıbbiye mekteplerinde bu dilsel değişimi başlatan ilk yük-
sek öğretim kurumu olması açısından “Mektep-i Tıphane-i Amire” dikkati
çeker. Bu okulda yabancı dil derslerine ek olarak, kimi derslerinde ya-
bancı dilde yürütüldüğü öne sürülmüştür. Buna göre, eğitim dili başlıca
10
Bu rapor 245 yazma folyodan oluşmuştur.
11
Bu eğitmenlerin çoğu kısa bir süre sonra Hıristiyanlıktan vazgeçerek Osmanlı
kimliğinin temel taşı olan Müslümanlığı kabul etmişlerdir.
54
Osmanlıca olmak üzere Fransızca ve İtalyanca’dır. Okulun başına getiri-
len ve çoğu ders yükünü üzerine alan Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi
fizyoloji, anatomi ve tedaviyle ilgili ders kitaplarını Paris’ten getirtmiştir.
Bu okula ek olarak aynı yılda bir de Cerrahhane açılmış, 1831-1832 yılla-
rında ise bu okul Şehzade başından Topkapı Sarayının yanına taşınarak
başına da müdür olarak Fransız Cerrah Sat de Galliére getirilmiştir. Bu
okulda bilim dili olarak Osmanlıca kullanılmıştır. 1836 yılında bu iki okul
birleştirilmiş ve 1839 yılına kadar etkinliğini sürdürmüştür (İhsanoğlu,
1992: 354-355). Ne var ki, bu eğitim şeklinin yetersiz bulunmasıyla bir-
likte, 1839 yılından Gülhane’den Galatasaray’a taşınan okulun başına
Avusturyalı Doktor C. Ambroise Bernard getirilmiş ve okulun adı Mek-
tep-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane olarak değiştirilerek eğitim dili Fransızca
olarak kabul edilmiştir (Yazıcı 2004: 99-101).
Ne var ki, bir süre sonra yabancı dilde eğitimden beklenen sonuç elde
edilemeyince, devlet eliyle 19. yüzyılda çeviri büroları kurulmaya başla-
mıştır. Bunlar sırasıyla Encümen-i Daniş (1851-1862), Tercüme Heyeti
(1865), Daireyi İlmiye (1870)’dir.
Do'stlaringiz bilan baham: |