Enderun, Platon’un Cumhuriyet ve Uyanış’ın etkilerinde belirttiği fikirlerin bir bileşimini yansıtmaktadır. Enderun’un bazı karaktersitik özellikleri şu şekilde özetlenebilir:
• Öğrencilerin beceri ve yeteneklerine göre seçilmesi.
• Özgürlükçü sanat, beden eğitimi ve mesleki eğitimden oluşan iyi dengelenmiş bir müfredat.
• Bedenin sistemli ve uzun dönemli eğitimi; fiziksel gelişmede yüksel standartlar.
• Müziğe verilen önem, özellikle koro müziği, müzik ve matematiğin entegre edilmesi.
• Öğrencilerin konu seçiminde eğilimlerine uygun tercihlerine fırsat verilmesi.
• Öğrenim ve yaşanan çevrenin bir araya getirilerek, bütünleştirilmesi.
• Ceza ve ödülden oluşan, iyi şekilde yerleştirilmiş bir değer (liyakat) sistemi.
Üstün yetenekli öğrenciler, uzun yıllara dayanan deneyimler sonucu oluşturulmuş kriterlere göre, Türk ve Müslüman olmayan halkın veya padişahın kölelerinin 12-16 yaş arasında olanlarından, tüm ülkede dolaşan bir komite tarafından seçilmekteydi. Öğrenciler öncelikli olarak Adrianople ve İstanbul’da bulunan üç hazırlık okuluna kabul edilmekteydi. Bu hazırlık okulunun eğitim süresi 6-8 sene arasında değişmekteydi. Öğrencilerin bazıları orduda veya diğer devlet hizmetlerinde görevlendirilirken, % 30 luk kısmı da Grand Seraglio da bulunan Enderun’daki eğitimlerine devam etmekteydiler. Öğrenciler yetenek ve becerilerine göre dört gruba ayrılmaktaydı. Enderun eğitimi 8-10 yıl sürmekteydi. Okulun bitirilmesi ile tüm mezunlara eğitim dönemindeki performanslarına göre farklı memuriyet görevleri verilmekteydi. Bazı mezunlar vezir ve başvezir olarak İmparatorluğu yıllarca idare etmişlerdi. Uzunçarşılı (1945) hükümet ve askeri memuriyetlerin yüksek seviyelerinde görev alanların hemen hemen % 75’inin Enderun mezunu olduklarını belirtmektedir.
Enderun müfredatında liberal sanat, savaş sanatları (beden eğitimi) ve mesleki eğitim eşit ağırlığa sahiptir. Liberal sanat müfredatında Türkçe, Arapça, müzik ve Kuran eğitimi zorunlu derslerdir. Seçmeli dersler arasında ise Farsça, Türk ve Fars edebiyatı, Arapça söz dizimi, islam din bilimi, hukuk ve yasa, Türk tarihi ve matematik sayılabilir. Savaş sanatları ise okçuluk, güreş, koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve savaş oyunlarını içermektedir. Eğitim sırasında sunulan mesleki eğitim için ise seferi hizmetlerde, elçiliklerde, hazinede ve sultanın ikametinde (selamlık) doğrudan katılım sağlanmaktaydı.
Tüm bu üstün özelliklere paralel olarak, Enderun mezunları iyi ücret alır ve toplumda büyük saygı görürlerdi. Mezunlar da bu yüksek seyirdeki eğitime, Osmanlı İmparatorluğuna en iyi kalitede hizmet sunarak karşılık verirlerdi.
İmparatorluğun her seviyede gerilemesi genel eğitime ve öğretim kalitesinde de gerilemelere neden olmuştur. Ancak uzun yıllardır köklü bir geleneğe sahip olunması ve uygulamadaki kurumsallaşmanın etkisi ile saray okulu, temel öğrenci kaynağı olan kölelik sisteminden çok daha uzun süre gücünde herhangi bir görünen gerileme olmadan eğitime devam etmiştir.
EĞİTİMDEKİ İLİŞKİ ALANLARI
Bu eğitimi üstün yeteneklilere özel yapan nedir?
• AMAÇ: En iyileri önemli liderlik pozisyonlarında kullanarak, “ulusal kaynakları” boşa harcamamak.
• SÜREÇ: Beceri ve ilgiye göre ayrım yapılması.
• ÖĞRENCİLER: Seçilmiş Öğrenciler
ENDERUN VE ÇAĞDAŞ
ÜSTÜN YETENEKLİLER EĞİTİMİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
İmparatorluğun çöküşü ile genel olarak eğitim kalitesi de düşmüş ve Enderun bu gerileyişten nasibini almıştır. Ancak son derece güçlü bir geleneğe ve etkili uygulamalara sahip olan bu kurum uzun bir süre daha eğitim vermeye devam etmiştir.
Çeviren : Teni Karaman
Enderun: The Palace School For The Gifted. European Council for High Ability (ECHA), Netherlands, 1991
KAYNAKLAR
Baykal, İsmail K. (1953), Enderun Mektebi Tarihi, İstanbul: İstanbul Fethi Derneği Neşriyatı.
Fisher, C. G. And Fisher, A. (1985), Topkapı Sarayı in the midseventeenth century: Bobovi’s description. In: Archirum Ottomanioum. Ottottarrassowitz Weisbaden.
Miller, B. (1931), Beyond the Sublime Porte, New Haven: Yale University Press.
Miller, B. (1941), The Palace School of Muhammed the Conqueror, Cambridge: Harvard University Press.
Uzunçarşılı, İ. K. (1943), Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatında Kapıkulu Ocakları, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Uzunçarşılı, İ. K. (1945), Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Geleneksel Seçkin Eğitiminin Yeniden Kurulmaması
Şerif MARDİN
Türkiye, geleneksel olarak, yüksek düzeyde hiyerarşize olmuş bir toplumdu, bu toplum içinde her bireye bir “yer” tanınıyordu. Hatta modern Türkiye’de bir kişinin konumunun “sınırlar”ına (hadd) işaret eden ve sosyetenin lügatçesine girmiş olan bir ifade vardır. Öte yandan başka bir Osmanlı geleneği ise nasafet (equity) ve bir tür eşitlikle ilgiliydi ve buna kısmen varlık veren de gelişmiş, özerk şehir kurumlarına sahip olan güçlü bir şehirli sınıfının bulunmayışıydı. Buradaki eşitlik, daha ziyade, bunalım dönemlerinde sistemin kendisi değişmese de hükmedenlerin devrilmesine imkan vermiş olan kolaylıkların bir ifadesiydi. Bu istikrarsızlık, öyle görünüyor ki, Batı’da burjuva toplumunun dış yüzeyini oluşturan ve Hegel’le Marx’ın sivil toplum adını verdikleri hukuki ve birlikte oluşturulmuş (associational) kurumların yokluğu dolayısıyla ortaya çıkmıştır.
Geleneksel Türk toplumsal bünyesi keza, çok sayıdaki bekâr gençlerin iktisadi yapıyla bütünleşmesi bakımından büyük bir istikrarsızlık gösteriyordu. Esnaf ve zenaatkâr kuruluşlarıyla bütünleşmiş durumda olmayan ve büyük bir grup oluşturan bu gençler, Ortadoğu toplumları için sürekli bir dert ve yöneticiler için de sürekli bir endişe kaynağı olmuş görünüyorlar. Halife Nasır, şehirlerde zarar-ziyana sebep olan genç ve işsiz ayak takımının önüne geçmek üzere daimi bir seyyar güç ve gençlik kulübü (fütüvvet) kurmak biçiminde bir çözüm getirmiştir (Ashtor 234). Osmanlı İmparatorluğunda, Yeniçeri sistemine eleman devşirmek için kullanılan yöntem de, kurumun bozularak, yalnızca gayri Müslim çocuklarının alınması usulünün bırakılmasından sonra aynı problemi çözmenin başka bir yolu olmuş gibi görünüyor.
Ne var ki, çözüm başarısızdı. Nitekim, 18. yüzyılda yeniçeri ocaklarının içine girdikleri çözülme süreciyle birlikte, yeniçeriler seçkin bir asker topluluğu olmaktan çıkıp, dürüst vatandaşlara tedhiş uygulayan bayağı mahalle kabadayılarına dönüştüler. Sultan II. Mahmud’un 1826’da onları bir hamlede ortadan kaldırmasının eğer başlıcası değilse bir sebebi budur. Yalnızca taşıyıcılık veya seyyar satıcılık gibi marjinal mesleklerde iş bulabilen bekâr, alt tabakadan gençlerin istihdamı sorunundan, payitahtta ciddi problemler yarattığı şeklinde 19. yüzyılda hala söz edilmekteydi (Ubicini, II, 326). Bu problem, söz konusu gençlerin payitahtta ikamet etmeleri dolayısıyla zorunlu askerlikten muaf bulunmaları yüzünden daha da ağırlaşıyordu. Zorluğun bir kısmı, yoksul köylerden kasaba ve şehirlere, özellikle payitahta kitle halinde göç edilmesinden kaynaklanıyordu.
Bütün bunlar; Osmanlı İmparatorluğu’nda, potansiyel olarak yıkıcı bir topluluk oluşturan genç erkekler probleminin üstesinden, bunların iktisadi sistemle bütünleştirilmesinden çok, savaş aracılığıyla gelindiğini düşündürmektedir. 1930’larda cumhuriyet rejimince bir iktisadi altyapının kurulması programının başlatıldığı modern Türkiye’de durum bir ölçüde farklıdır. İktisadi gelişme 1950’lerde daha da büyük bir hız kazanmıştır. Türkiye’nin taklit etmekte olduğu model Batı Avrupa’nın modeliydi ama, 1960’lar ve 1970’lerin Türk politika yapıcıları kadar 1930’ların siyaset adamları da bu modelin ayırt edici bir özelliğinin farkında değiller gibi görünüyor. Onlar, Batı modeline dayanan iktisadi büyümenin karşılıklı olarak birbirini destekleyen biri eğitim alanında, öteki iktisadi alanda olmak üzere iki ayrı atılımı için alması gerektiğinin farkına varmışlardı. Bununla birlikte onlar, taklit etmekte oldukları istemi niteleyen iki özelliği ayırt etmede aynı anlayışa sahip gibi görünmüyorlar. Bu özelliklerden ilki; Batı Avrupa’nın eğitim sisteminin, psikolojik olgunlaşmasının belli bir safhasında, yani delikanlılık çağındaki kişileri ayrı tutan bir mekanizma olmasıydı. Batı kültüründe delikanlının zekâsı “çocuğun öğrendiği ahlaklılık ile yetişkinin sahip olması gereken ahlâk arasında… esas itibariyle geçiş dönemindeki bir zekâ” idi (Erikson 1950, 254). Batı’nın eğitim kurumları, bu geçiş dönemine uygun düşen bir biçimde iyi düzenlenmiş olup, onların işlevlerinden biri, yetişkinlerin dünyasında işlevlerini yerine getirmelerinin mümkün kılacak olan değerleri gençlere benimsetebilmektir. Gençlik çağının bu geçiş (hazırlık) yönünün, geleneksel Türk toplumunda bir veri durumunda olmadığı görülüyor; bu cumhuriyetin ilk yıllarının toplumsal bünyesi için de doğruydu. Cumhuriyetin eğitim sistemi, beşinci sınıftan itibaren öğrencileri küçük ukala ideologlar haline getirdiği sürece (ölçüde), elbette onun genç insanları yetişkinliğe yöneltmekle ilgili kaygıları yoktu.
Fakat Cumhuriyet Türkiye’sinde lise çağındaki öğrencilerin durumunu daha da karmaşık hale getiren başka bir faktör vardır. Geleneksel olarak Türkiye yaşlıların otoritelerine dayanan bir toplum olmuştur. Bugün hâlâ yaşlılara saygı gösterilmekle beraber, onlar artık “doğru”nun (hakikatın) kaynakları olarak görülmemektedirler. Kendi ideal toplum görüşünü geleceğe yöneltmek ve hakikatın taşıyıcıları olarak yaşlılar yerine gençleri görmek suretiyle, cumhuriyet ideolojisi bu gelişmeyi zaten içeriyordu. Ne var ki, 1930’larda bir dilek olan şey, 1977’de bir gerçek, ama üstesinden gelinmesi zor bir gerçek haline geldi. Eğer orta yaşlılar, maddi konfor düzeyinin devamlı dolarak yükselmesi beklentisi boşa çıksaydı, onların ilhamları bunlar gitgide anlamsızlaşsalar bile yerine ikame edilecek hiçbir kurumsal yapı bulunmuş değildir. Kuşaklararası anlaşmazlık (kopukluk) öğrenci ayaklanmalarının önemli bir değişkeni olup, şiddetin meydana gelmesinde hesaba katılması gerekir. Son yirmibeş yılda okul sisteminin yaygınlaşması, yerini kısmen yaş gruplarının etkisine bırakan aile etkilerinin aşınması suretiyle, bu yabancılaşmaya yapısal temel sağlamıştır.
Batı eğitim sisteminin ikinci ayırt edici özelliği, okullarda öğretilen değerlerin; bir organik dayanışma toplumunda bağlayıcı dokular ile, birbiriyle temas ve toplumsal ilişki (etkileşim) kolaylıkları sağlamaya yönelik olmalarıydı: bir ulusal piyasası, merkezi ve etkili bir hükûmeti ve farklılaşmış bir iş gücü yapısı olan bir toplum. Daha derinlemesine düşünenlerin bazıları cumhuriyetin eğitim sisteminin ilk başlardaki amaçlarının belirlenmesinde etkili olmuş olan Türk sosyoloğu Ziya Gökalp gibi muhtemelen bu özelliklerin daha çok farkındaydılar. Bununla birlikte, zamanla Türk eğitimcilerinin çoğunluğu eğitim sistemine bir ölçüde farklı bir yön verdiler. Bu yeni sistemde, organik dayanışmanın esas olduğu bir toplumda işlerliği olan değerlerin öğretilmesinin yerini milliyetçilik aldı. Dayanışmacılık üzerindeki bu erken vurgu grup için dayanışma üstünde mekanik bir vurguya yol açtı. Bunun gibi, evrensel eğitim ideali, uygulamada, Osmanlının seçkinci eğitiminin bir çeşidini yaratacak şekilde değişikliğe uğratıldı.
Türkiye’nin cumhuriyet dönemi kurumlarının çoğu Durkheim’ın etkisini taşımakla beraber, Türk eğitim sistemi kendi kurumlarını Durkheim’cı bir yolda tutmayı başaramamış gibi görünüyor Mümkündür ki; eğitimin elitis yapısının böylesine güçlü olduğu bir ülkede, Durkhenim’cı eğitimin normatif amacı bir yana bırakılarak, elitist yönü yaşatılmıştır.
Bir norm kazandırma etkinliği olarak eğitim cumhuriyetin ilk döneminde var olmuş ve hatta hala devam etmektedir ama, bu normlar organik bütünleşmeye dayanan bir toplumun bağlayıcı dokusunu sağlamlaştıracak türde olmaktan çok kişinin düşmanının -kim olursa olsun- karşısına korkusuzca çıkmasını sağlamaya dönük milliyetçi değerlerdir. Bunun için, Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim cihazı, kopya ettiği kurumların sahip olmadıkları bir çerçeve içinde işlemiştir.
Mevcut eğitim alt yapısının çok daha büyük bir öğrenci kitlesini içine almak ve artan eğitim talebini karşılamak zorunda kaldığı son yıllarda, orta dereceli okullarda yurttaşlık için hazırlayan doğru bir rehberliğin bulunmaması çok daha belirgin hale gelmiştir. Bundan başka, şimdilerde Türk okullarının müşterilerinin kalitesi, tıpkı miktarı kadar, değişmiş durumdadır. Modern ortamdaki toplumsal hareketlilik, kırsal ve taşralı çevrenin unsurları çok süratli bir şekilde eğitim sistemine taşımıştır. Buna karşılık öğretmenler atık uzun yıllar süren bir eğitimin ürünü değildirler. Nihayet, şimdi öğrenciler lise ve üniversiteye, geleneksel kültürün kalıntısı olan köklü unsurların eskiden olduğu kadar hızlı bir biçimde dışarı atılmadığı bir kültür hamûlesiyle birlikte geliyorlardı. Din ise 1930’lar ve 1940’lara nisbetle meşrulaştırılmıştı ama, bu din genellikle toplumsal kurumların ilk ortamından çıkmıştı. Demografik büyüme ve iktisadi kalkınmanın yarattığı gerginlikler işte böyle bir görüntünün üzerine eklenmiştir.
Modernleşmenin iktisadi gelişmeyi yaratacağına inanılan eğitim sayesinde başarılmasının beklendiği bir ülkede, tanımladığımız gibi bir demografik piramit, hemen hemen tamamen devletçe desteklenen bir eğitim sistemine ağır bir yük getirmektedir. Bu yük, eğitim eşitliğini bozmak suretiyle kısmen karşılanmıştır. Türkiye’de uzak veya gelişmemiş illerdeki liselerde fen derslerinin yetersiz vekil öğretmenlerle doldurulduğu veya boş geçtiği yaygın bir şikayettir.
Modern Türkiye’de bir üniversite diploması kendi başına bir iş garantisi olmayabilir. Bununla birlikte, böyle bir diploma kişilerin cazip mevkilere sahip oldukları dünyanın anahtarıdır. Bu diploma; ilgi duydukları için veya küçük imalatçı ve tacirlerin dünyasıyla bağlantıları bulunmadığı için belli bir hayat stratejisini tercih etmiş olanlar için, hayatta ilerlemenin asgari şartıdır.
1977 yılında 60.000 kişilik kontenjan için 360.000 öğrenci üniversitelere giriş yarışma sınavına katıldı. Bu durum, 300.000 öğrencinin; düşük ücretli, kinci sınıf, sıkıcı işler dışında istihdam yapısıyla hiçbir bütünleştirme aracı olmasızın, akıntı ortasında bırakılması demektir.
Bir diploma elde etmiş olanların durumu ise, ancak iş idaresi, mühendislik veya tıp ve bir dereceye kadar da hukuk gibi alanlarda güvenlidir. İdeolojik “istihdam” propaganda mekanizmasındaki iş ücretleri, öğrencilik günlerinde veya bir eğitim ocağında bulunduğu sırada bedava yiyecek ve barınma da son derece yararlı ve çekici seçeneklerdir. Aşırı gruplar böyle imkânlar sağlamaktadırlar. Kısaca, cumhuriyet Türkiye’sinin yeni eğitim kurumları, geleneksel bütünleştirme mekanizması içinde saf dışı bırakılmış olan şeyi yeniden mecrasına sokmamıştır. Özellikle kendi toplumuna yabancılaşması çok muhtemel olan üniversite öğrencileri bakımından bu özellik hayatî bir eksiklik olarak ortaya çıkmaktadır.
Bugün okullar bilgi verme amacına dönük alanın büyüklüğü olarak düşünülmektedirler. Onlar vatandaşların eğitimine dönük yerler değildirler. Vaktiyle, okulların kapasitesinin aşırı yüklenmesinden önce, eğitimcilerin bu gibi meseleler üstüne en azından düşünmeye zamanları vardı. Fakat geçmişe dönük dirayetli bir bakış, eğitimcilerin o zaman bile Durheim’ın fikirlerini mi uygulayacaklarını yoksa saltanat döneminin saray okulunu yeni bir biçim altında tekrar mı kuracaklarına asla karar veremediklerini söylememize imkan verir. Üniversiteler, kırsal kesimden gelen ve hareketliliği yüksek bir topluma potansiyel olarak yabancı olan bir çok kişinin son sığınaklarıdır. Ne varki, onlar burada; başından itibaren üniversiteye yönelik bulunan eğitim sistemini karakterize eden kişilik dışılığa, can sıkıntısına ve etrafı kuşatan etkilere teslimiyete karşı koyacak hiçbir şey bulamadılar.
Makaleleler (4) Türk Modernleşmesi, Şerif Mardin, İletişim Yayınları, 13. Baskı, 2004 syf. 278-284
İkinci Bölüm
ÜSTÜN YETENEKLİ
ÇOCUKLARIN ÖZELLİKLERİ
Üstün Zekâlı Çocukların Özellikleri
Doğan ÇAĞLAR*
Tarih boyunca insanların yaşamlarını değiştiren, medeniyet dediğimiz gelişimi sağlayan, hiç şüphe yoktur ki üstün beyin gücüne sahip insanlardır. Yıllar boyunca insanların yaşamlarında bugünü daima dünden farklı kılan, birçok insanların hayret ve şaşkınlıkla seyrettikleri ve bahsettikleri, teknik, fen, bilim, sosyal ve eğitim alanında birçok değişiklikler ve gelişmeler olmaktadır. Toplum hayatında bu hızlı değişiklikler ve gelişimleri sağlayan kişiler o toplumda üstün beyin gücüne sahip olanlardır. Ancak toplumun her üyesi ana baba, öğretmen olarak hepimizin zihnini meşgul eden birçok sorular vardır. Acaba üstün zekâlılar kimlerdir? Bunlar normallerden farklı mıdır? Bu farklar hangi alanlardadır? Nasıl. belli olurlar? Bunları nasıl, ne zaman hangi araç ve tekniklerle saptamak mümkündür? Bunların beyin gücünün azami gelişimi ve ondan azami yarar nasıl bir eğitim yolu ile sağlanabilir?
Bu ve benzeri sorular yüzyıllarca ileri toplumların düşünürlerinin ve devlet adamlarının cevaplandırması gereken sorular olmuştur. Bunların cevaplarını bilhassa gelişmiş toplumların eğitimcileri bilimsel yollarla araştırmışlar ve bazı cevaplar bulmuşlardır. Bununla da yetinmeyip bugün halâ bu sorulara en iyi ve doğru cevap bulmak için araştırmalara devam etmektedirler.
Bu yazımda bugüne kadar bu konuda yapılmış araştırma sonuçlarını sunmaya çalışacağım. Konu çok kapsamlı olduğu için sadece üstün zekâlı çocukların ortak özelliklerinin neler olduğunu tanıtmaya çalışacağım. Çünkü her insanın başarısının ilk adımı, uğraştığı nesnenin bütün özelliklerinin tanınmasına bağlıdır. Anlaşılması en güç ve kompleks bir yaratık olan insanla uğraşan öğretmenin, ana, babanın üstün insan gücünün gelişmesi ve gereken ortamın hazırlanması için evvelâ bu üstün insanın bütün özelliklerini tanıması gerekir.
İnsan her özelliğinin tanındığı ve ona göre muamele yapılıp işlendiğinde toplum içinde uyumlu, yararlı ve mutlu bir birey olarak gelişir. Her toplum içinde o toplumu idare edecek, sosyal, insani, ilmi, iktisadi, siyasi ve güzel sanatlar alanında yükseltecek mahdut sayıda insanlar vardır. Bunların erken tanınmaları, uygun bir şekilde eğitimleri ve yöneltilmeleri o toplum için büyük yararlar sağlar. Bunların mevcut kuvvet ve kabiliyetlerini kullanacak normal kanallar açılmaması o toplum için zararlı olur. Üstün bireyler, üstün kabiliyetlerini, içinde yaşadıkları toplumda yararlı kullanmakta mahir oldukları kadar güçlerinin tanınmadığı, uygun şekilde gelişimine ve yönelmesine engeller konulduğu toplumlar içinde bu güçlerini o toplumların zararına kullanmada da ayni derecede mahir olabilirler. Bunlar kimlerdir? Onları tanımak, uygun yön almalarına yardım etmek, tıkanık kanalları açmak bir milleti çağdaş uygarlık seviyesine çıkaracağından hiç kimsenin şüphesi olmayan, insan gücünden faydalanmanın tek yoludur.
Üstün zekâlı çocukları normal zekâya sahip çocuklardan farklı kabul ederiz. Bunların bedeni, zihni, sosyal, kişilik ve mesleki yönden üstün özelliklere sahip olduğunu düşünürüz. Bu konuda araştırmalar yapan psikolog ve eğitimciler de bu temel hipotez ile işe başlamışlardır. Üstün zekâlı çocuklara has özellikleri saptamak için ilmi metotlar ve çeşitli ölçekler kullanmışlardır. Bunları kısaca aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür.
Kullanılan Standart Testler, Ölçekler ve Teknikler:
1. Çeşitli grup ve bireysel zekâ testleri.
a. Dile dayanan zekâ testleri,
b. Dile dayanmayan, dili gerektirmeyen zekâ testleri,
2. Standart bilgi ve başarı testleri.
3. Kişilik testleri ve envanterleri.
4. Sosyal olgunluk testleri.
5. Teorik, ekonomik, estetik, politik ve dini ölçekler.
6. Sosyometrik teknikler.
7. Vaka incelemeleri (Çocuğun gelişim tarihçesi ve aile geçmişi incelenerek).
8. Çeşitli kişisel kayıtların incelenmesi.
9. Anketler.
10. Gözlemler.
11. Çeşitli özellikleri ölçen ölçekler.
12. Takip araştırmaları.
13. Ana baba, öğretmen, öğrenci ve öğrenci yakınları ile yapılan mülakatlar.
Araştırıcılar mümkün olduğu kadar yukarda yazılı testler, ölçekler ve tekniklerin hepsini veya çoğunu kullanmışlar ve buldukları sonuçları daima normal çocuklarla mukayese etmişlerdir. Araştırma sırasında özellikleri ölçmeye yarayanların kullanılmasına devam edilmiş, yaramayanların ayrılmasına ve yeniden gözden geçirilerek geliştirilmesine çalışılmıştır. 1921 yılında bu maksatla kullanılan testler, ölçek ve teknikler ile 1964 yılında kullanılanlar mukayese edildiğinde bu farkı çok açık olarak görmek mümkündür. Fakat kullanılan metotta esaslı bir değişiklik görülmemiştir.
Uzun yıllar yapılan çalışmalar sonunda üstün zekâlı çocukların normal çocuklardan farklı ve üstün bazı özelliklere sahip oldukları saptanmıştır. Bu farklı özlükler zamanla geliştirilen gittikçe hassaslaşan test ve ölçeklerle, bu konuda ihtisas yapmış uzmanlar tarafından ölçülebilir hale gelmiştir.
Bu araştırmalardan elde edilen bulgulara göre üstün zekâlı çocukların ortak ve belirgin özelliklerini beş ana başlık altında açıklamak isterim. Bu beş ana başlık şunlardır:
I. Üstün Zekâlı Çocukların Bedeni özellikleri,
II. Üstün Zekâlı Çocukların Zihni özellikleri,
III. Üstün Zekâlı Çocukların Sosyal özellikleri,
IV. Üstün Zekâlı Çocukların Kişilik özellikleri,
V. Üstün Zekâlı Çocukların Mesleki Özellikleri.
I. ÜSTÜN ZEKÂLI ÇOCUKLARIN BEDENİ ÖZELLİKLERİ
Halk arasında yaygın bir kanaate göre üstün zekâlı çocuklar akranlarına göre bedenen zayıf, çelimsiz, gelişmemiş, daha az cazibeli, sağlığı bozuk ve kısa ömürlü olurlar, Sebep olarak yüksek düşünce ve zekâya sahip olmaları ve bundan dolayı bedeni gelişim ve uzun yaşamanın engellendiği ileri sürülür.
Bu alanda birçok incelemeler yapılmıştır. İnceleme sonuçları bu kanaatin yalnız yanlışlığını değil, tamamen aksini ispatlamıştır. Yukarda 13 madde halinde sıralanan kriterlere göre seçilen üstün zekâlı çocukların normal akranları ile kıyaslandığında doğumdan ölüme kadar her yaş seviyesinde bedeni gelişim ve sağlıkta onlardan üstün oldukları saptanmıştır. Hatta iftiharla belirtebiliriz ki dünyada üstün zekâlı çocukların eğitimlerine özen gösteren ilk toplum biziz. Osmanlı İmparatorluğu zamanında ENDERUN okullarına alınan öğrencilerin seçiminde çocukların üstün bedeni gelişimleri, fiziki güzellikleri ve cazibeli oluşları üstün zekâlılığın tek belirgin özelliği ve kriteri olarak kullanılıyordu. Ordular fethettikleri yerlerde bedenen gelişmiş, güzel ve cazibeli çocukları topluyor, saray bu çocukları Enderun okullarında özel bir eğitime tabi tutuyor, yetiştiriyordu.
Son zamanlara kadar bu konuda yapılan bilimsel inceleme ve araştırmaların bulguları da Osmanlı Devletinin zamanında kullandığı bu kriterin doğruluğunu desteklemiştir. Üstün zekâlı çocukların normallere kıyasla bedenen aşağıdaki hususlarda belirgin üstün özelliklere sahip oldukları saptanmıştır.
Üstün Zekâlı Çocuklar:
1. Doğumlarında normal çocuklardan daha ağır ve uzun doğarlar.
2. Her yaşta akranları ile kıyaslandıkta bedeni gelişimlerinde belirli derecede üstünlük gösterirler.
3. Her yaşta akranlarından daha iri, kuvvetli ve sıhhatlidirler.
4. Akranlarından ve normal çocuklardan daha erken konuşurlar, yürürler. Bu bazan zekânın yüksekliği ile oranlı olarak çok erken olarak gelişir.
5. Bedenen bütün organların sağlığı akranlarından çok iyidir. Sağlıklarını çok iyi korurlar. Bozulduğunda derhal tedbir alırlar ve hastalık şikâyetleri çok azdır.
6. Beden özürlerine çok az rastlanır. Bu cümleden olmak üzere birçokları gözlük kullanır ve büyük bir kısmı bademcik ameliyatı olmuşlardır. Bu onların sağlığa verdiği önemin bir belirtisi sayılır.
7. Omuz ve kalçalarının daha geniş, ciğerlerinin daha kuvvetli olduğu görülmüştür.
Üstün zekâlı çocukların bu bedeni özellikleri gerçek ilmi araştırmalar sonucu olarak bulunmuştur. Fakat bu konuda daha çok araştırmaların yapılması uygun olacaktır. Çünkü üstün zekâlı çocukların aileleri üzerinde yapılan araştırmalara göre çok az bir istisna ile bu çocuklar, sosyal ve ekonomik seviyesi üstün olan ailelerden gelmektedir. Bedeni gelişim, sıhhatli ve kuvvetli olmak, uygun beslenme rejimi ile sıkı sıkıya ilgilidir. Sıhhatli doğumun da, annenin gebelik sırasında takip ettiği sıkı bir beslenme rejimi ile ilgi derecesi çok fazladır. Üstün zekâlı çocukların mensup olduğu aileler genellikle beslenmeye itina gösteren ailelerdir. Bu konuda Laycook ve John S. Caylor’un son zamanlarda yapmış oldukları araştırma farklı bir sonuca ulaşmıştır.1 Araştırma 20.000 resmi okul öğrencisi arasından seçilen 81 çift üzerinde yapılmıştır. Süre (denek) olarak seçilen 81 çift ayni aileden gelen, ayni okula devam eden, ayni evde beslenip büyüyen öğrencilerdir. Bu seçilen çiftlerden birinin zekâ bölümü (IQ) 120-130, diğerininki ise 100-110 idi. Araştırmacılar üstün zekâlı çocuklardan aldığı sonuçları üstün zekâlı olmayan fakat ayni şartlarla yaşayan eşlerinden alınan sonuçlarla mukayese ettiler. Farklılık yerine birbirine nerede ise tıpa tıp benzerlikler buldular. Sonuç olarak “Üstün zekâlı çocukların geldikleri ailelerde herkes, her zekâ seviyesindeki çocuk, orada tatbik edilen beslenme rejimi ve bakıma bağlı olarak büyük doğarlar. Kuvvetli ve sıhhatli olurlar. Üstün bedeni özellikler üstün zekâlı olmanın bir sonucu olmaktan ziyade üstün beslenme ve bakım sonucudur” yargısına varmışlardır.2
Do'stlaringiz bilan baham: |