,jawan"
dedim
asker
kelimesinin Hintçesini kullanarak. “Payımı
kabul ediyorum.”
“En azından kaplanlar ve kutsal bilgelerle dolu bu korkunç yerden şehre
döndüğünde bir kenarda bir birikmişin olur.”
“îş adamları ve polislerle dolu o korkunç yere döndüğümde bu iyiliğine
minnettar kalacağım,” dedim.
“Gel, Jagat’la anayola kadar inelim,” diye önerdi Karla.
“iyi olur. Sana eşlik etmemize izin verir misin, Jagat? Yoksa ben gazlarım
mı diyorsun?”
“Dert değil. Aşağı kadar kuşlar gibi süzülsek de olur, baba.”
"Kruto!”
dedi Karla.
“Hayrola? Oleg sana Rusça mı öğretiyor?” diye sordum motorun başında.
Güldü.
“Sprositeyego. ”
“Yani?”
“Ona sor.”
“Soracağım zaten,” dedim ve Karla bir kahkaha attı.
Motosikletler kıskanç olur. Bir motosiklet sizi sever ve gönlünüze başka
bir motosiklet düşerse bunu hemen anlar. Anladığında da çalışmaz. Gözüm
Jagat’ın motoruna kaydığı için benimki üç denememden sonra bile çalışmadı.
Jagat motorunu o yavaş, kesik kesik ama güçlü motosiklet müziği eşliğinde
çalıştırdı. 350 cc, tek pistonlu motor kendi ritmini tutturduğu sürece sizi iste
diğiniz yere götürürdü.
Marşa bir kere daha bastım ama motor benimle alay ederecesine öksürmek
le yetindi.
Karla öne eğilip motorun gövdesini kucakladı.
“Aşağı inip dönmek sana da iyi gelecek, bebeğim. Hadi, üzme bizi.”
Yine marşa bastım ve motor çalıştı.
Jagat’la yan yana ıssız orman yolundan aşağı indik. Otobana vardığımızda
ona el sallayıp geri döndük.
Gün geceye karışırken yine orman yolundan geçtik. Kuşlar dallara dönüyor,
böcekler topraktan çıkıyor ve kartal kanatlı yarasalar ziyafete hazırlanıyordu.
Uzun yoldan mağaralara doğru motorun izin verdiği kadar yavaşça ilerle
dik. Gölgelerdeki yumuşak rüzgâr yüzlerimizi okşadı. Bazen başlarımızı kal-
j
ırıp
yaprakların arasından görünen gökyüzüne baktık. Gece taptazeydi, ilk
Mdızlar gözlerini ovuşturarak uyandı. Bir yerlerde kuru otları yakıyorlardı.
Toprak Zina bütün parfümlerini havaya yayıyordu. Ve biz birlikte ve ozgur, iki
m
utlu kaçaktık.
^(farı yoldaki otoparka güle oynaya vardık ve orada Concannon’ı bizi bek
lerken bulduk. Kırmızı bir Pontiac Laurentian’ın bagajında oturuyordu.
Üzerindeki beyaz gömleği hiç yakıştıramamıştım doğrusu. Concannon’dan
arabasıyla uyumlu bir kıyafet beklerdim.
“Sıkı tutun,” dedim motoru yavaşlatırken Karla’ya.
Motoru döndürdüm ve yokuş aşağı inip birkaç metre ötede yine durdum.
“Ne yapıyorsun?”
“Şurada içi boş bir ağaç var. Bekle, geliyorum.”
“Saklanacak mıyım?” diye sordu Karla hayretle. Madam Zhou’ya kan ver
mesini istemişim gibi dehşetle bakıyordu bana.
“Bekle.”
“Lin, dur. Aklını mı kaçırdın?”
“Concannon bizi bekliyor, görmedin mi? O herife güven olmaz.”
“Eee?”
“Bekle dedim. Birazdan geleceğim.”
“Tekrar ediyorum. Aklını mı kaçırdın? Bir tabancam olduğunu unuttun
galiba? Nişancılığım da iyidir. Hem hani bir daha ayrılmayacaktık?”
Zor bir karardı. Düşmanınız acımasızsa, merhametin bittiği yerde kaybet
mek başlar. Ama Karla cesurdu. Bir savaşta cepheyi terk edecek muhtemelen
en son kadındı.
“Tamam,” dedim gönülsüzce. “Ama şansını zorlama. Bu adam dövüştüğü
kadar iyi konuşuyor.”
“Bak, şimdi daha çok merak ettim. Gidelim.”
Yeniden
otoparka
döndük.
Motoru
çalışır
durumda
bıraktık
ve
Concannon’a doğru yürüdük. Son adımda koştum, havaya sıçradım ve yere
inerken ona vurdum.
“Ne oluyor lan?” diye bağırdı kafasının yanını tutarak.
Bagajdan kendini kaydırıp etrafımda dans etmeye başladı. Ara sıra beni iyi
ce tahrik etmek için itiyordu. Ben de onunla aynı anda yere inmeme rağmen,
Concannon ustalıkla aramıza güvenli bir mesafe koymuştu.
Beni bilerek Karla’dan uzaklaştırdığını hissettim. Belki de bir yerlerde arka
daşları vardı. Usulca Karla nın yanma döndüm.
“Burada ne işin var, Concannon? Kiralıkların nerede?”
“Kimse yok. Yalnızım, ahbap. Sen değilsin ama.”
Sırıtarak Karla’ya el salladı.
“Selam!”
Karla çantasından tabancasını çıkarıp ona doğrulttu.
“Silahın varsa hemen at.”
“Ben silah taşımam, hanımefendi.”
“Güzel. Ben de hiç yanımdan ayırmam. Bir pislik yapacak olursan kurşunu
beynine yersin.”
Concannon sırıttı. “Anlaşıldı.”
“Buraya gelmekle akıllılık etmemişsin,” dedi Karla. “Dağda kaplanlar var.
Bir cesetten kurtulmanın daha kolay bir yolunu düşünemiyorum.”
Concannon yine pişmiş kelle gibi sırıttı. “Erkek arkadaşın izin verse, diz de
çökerdim ama kendisinin savunmasız insanlara saldırmak gibi kötü bir huyu var
ne yazık ki. Sizinle tanışmak büyük şeref, Bayan Karla. Bendeniz de Concannon.”
“Erkek arkadaşım mektubunu yakmama ve yazdığın zırvalıkları ona anlat
mamama çok bozuldu. Ne zamandır bu fırsatı bekliyordum. Kendi ayağınla
geldin. Şimdi yiyorsa yazdıklarını ona da tekrarla.”
“Demek o mektup yüzünden bu kadar kızgınsın? Seni kırmak istemezdim
ama korkarım önerini reddetmek zorundayım. Oradaki uygunsuz tekliflerimi
burada tekrarlamayı pek akıllıca bulmuyorum.”
“Tıpkı düşündüğüm gibi,” dedi Karla. “Uzaktayken bol keseden atmak ko
laydı tabii.”
“Neden bu kadar öfkelisin? Ben birkaç dokundurmamın gayet yaratıcı ol
duğunu düşünmüştüm hâlbuki.”
“Kapa çeneni!” dedim.
“Görüyorsun ya, Karla?” dedi Concannon arsız arsız sırıtarak. “Bu meslekte
bazen öyle odunlara rastlıyorsun ki, adam gibi iki çift laf etmeyi bile bilmiyor.”
“Kapa çeneni!” dedi Karla. “İkiye karşı birsin. Buraya neden geldin? Ne
istiyorsun?”
“Erkek arkadaşına bir diyeceğim var. Deminki gibi arabanın üzerine otur
sam, konuşmama izin verir misiniz?”
“Açıkçası ben bagajda olmanı tercih ederim, Concannon,” dedim. “Arabanı
da şu yamaçtan yuvarladık mı tamamdır.”
Concannon gülümseyerek başını salladı.
“Kin, adamı yaşlandırır, dostum. Bir bakmışsın suratın muşmulaya dön
müş. Şimdi şu arabanın üzerine oturup iki medeni Hristiyan gibi konuşmamı
za izin verecek misin?”
“Otur bakalım,” dedi Karla. “Medeni Hristiyan ellerini de gözümün önün
den ayırma.”
Concannon bagaja oturup ayaklarını tampona dayadı.
“İlk ve son şansın,” dedi Karla. “İyi değerlendirmeni tavsiye ederim.”
Concannon, Karla yı baştan aşağı süzerek sırıttı. Sonra otoparkın loş ışığın
da parlayan mavi gözleri bana kaydı.
“Benim Lisa’yla hiçbir ilgim yoktu,” dedi çabucak. “Ona elimi bile sürme
dim. Onunla bir kere karşılaştık. Öbürünü sayarsanız iki. Onu çok sevdim.
Tatlı bir kızdı. Ona asla kıymazdım. O dediklerimi seni kudurtmak için söyle
dim. Yoksa ben Lisa’ya dokunmadım bile. Ben öyle bir adam değilim.”
Onu susturmak istedim. Adının bana çağrıştırdığı laneti kaldırmak iste
dim. Concannon bana yalnızca kötü anıları hatırlatıyordu.
“Devam et,” dedi Karla.
“Ranjit’in nasıl aşağılık bir herif olduğunu bilseydim, ona engel olurdum.
Yemin ederim. Onu kendi ellerimle öldürürdüm.”
Başını eğdi. Gardım düşürmüştü. Üzerine koşmak ve onu bir uçurumdan
aşağı itmek istedim. Ama Karla bütün hikâyeyi öğrenmeye ant içmişti.
“Sonra? Durma, anlat!”
“Ben olanlara geç uyandım. Bilseydim asla izin vermezdim.”
“Onu anladık. Devam et.”
“Ranjit denen o manyakla uyuşturucu işinde tanıştık. O tipler başka zaman
suratına bakmazlar ama işleri düştüğünde kapma kadar gelirler. Ranjit benden
Lisa’yı uyutacak bir hap istedi. Ben de neler olduğunu anlamak için o gece
peşine takıldım.”
“Ranjit, Lisa’yı uyutmak istediğini açıkça söyledi mi?” diye sordu Karla.
Sesini benim asla yapamayacağım şekilde kontrol edebiliyordu.
“Evet. Rohypnol aldı. Bana Lisa’yla arkadaş olduklarını söyledi. Ona bir
şaka filan yapacak sandım.”
“Sen neden onunla gittin?”
“Erkek arkadaşına kıllık olsun diye. O mektubu da ondan gönderdim.”
Beni işaret etti. “Bu pisliğin acı çekmesini istedim.”
“Kapa çeneni!” dedik aynı anda.
“Birbirinizi iyi bulmuşsunuz. Tencere kapak diye buna denir.”
“Oraya neden gittin, Concannon?” diye sordu Karla ve mavi gözler yine
onu buldu.
“Söyledim ya?” dedi gülümseyerek. “Bizim Lin, o yokken evinde onun sev
gilisiyle olduğumu öğrenince küplere binecekti.”
“Lin’i delirtmenin sana ne faydası vardı?”
“Canını yakmak istedim çünkü Lin acı çekerse İranlı arkadaşının da canı
sıkılacaktı.”
“Abdullah mı?” diye sordu Karla.
Aralarındaki bağlantıyı ona anlatmamıştım. Abdullah’ın Karla’nın gözün
deki itibarını zedelemek istemiyordum.
“Evet. Birlikte birilerini öldürdük,” dedi Concannon dünyanın en önem
siz şeyinden bahseder gibi. “Aslında büyütülecek bir şey değildi ama Abdullah
bana diş bilemeye başladı. Sonunda bu iş aleni bir savaşa dönüştü. Erkek arka
daşın sadece bir piyondu.”
“Yeter,” dedim.
“Düşündüm de, bence öfke kontrolü terapisi almalısın, dostum. Durumunu
hiç iyi görmüyorum.”
“Defol buradan!
Do'stlaringiz bilan baham: |