Reşat Nuri Güntekin’in Eserleri


NOT: Zarfın içinde Feride’nin defteri var. Geçen sene çiftliğe



Download 2,45 Mb.
Pdf ko'rish
bet51/60
Sana14.07.2022
Hajmi2,45 Mb.
#795145
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   60
Bog'liq
-kitabyurdu.org- Calikusu - Resat Nuri Guntekin

    Bu sahifa navigatsiya:
  • VIII
NOT:
Zarfın içinde Feride’nin defteri var. Geçen sene çiftliğe 
downloaded from KitabYurdu.org


404 
giderken onu, içinde bulunduğu sandıkla beraber yok etmiş, 
“arabacılar çalmış
olacak,” diye bir lakırdı
çıkarmıştım. Buna çok 
üzüldüğünü hissettim. Fakat sesini çıkarmadı. Bu defterin bir gün 
olup işe yarayacağını
düşünmekte ne kadar isabet etmişim!
 
downloaded from KitabYurdu.org


405 
VIII 
 
Müjgân’la Kâmran, Çalıkuşu’nun mavi kaplı mektep defterini 
okuyup bitirdikleri zaman ortalık ağarmaya başlıyor, pencerenin 
dışındaki dallarda kuşlar cıvıldaşıyordu. 
Kâmran, yorgunluk ve ıstırapla ağırlaşan başını defterin sararmış 
yaprağına koydu. Yer yer gözyaşlarıyla silinmiş bu muhabbet 
kelimelerini tekrar tekrar öptü. Defteri kapayacakları vakit Müjgân, hafif 
bir hareket yaptı, onun mavi kabını lambaya yaklaştırıp bakarak: 
-Defter bitmemiş Kâmran, kabın üstünde de yazılar var Fakat 
mürekkebin rengi, mavi kâğıt üstünde güç seçiliyor, dedi. 
Lambayı daha ziyade açtılar, başlarını birbirine yaklaştırarak 
güçlükle şu satırları okudular: 
“Dün defterimi müebbeden kapamıştım. Evlendiğim gecenin 
sabahında değil hatıramı yazmak, eski yüzümü görmemek için aynaya 
bakmaya, eski sesimi işitmemek için söylemeye cesaret edemeyecektim. 
Fakat... 
Dün, ben gelin oldum. Sele kapılmış bir kuru yaprak 
mazlumluğuyla kendimi bırakmıştım. Kim ne söylerse yapıyor, hiçbir 
şeye itiraz etmiyordum. O kadar ki, doktorun İzmir’den getirdiği uzun 
etekli beyaz elbiseyi giydirmelerine, saçımın bir yanına bir tutam tel 
iliştirmelerine bile razı oldum. Yalnız, kendimi görmek için büyük bir 
endam aynasının önüne getirdikleri vakit, belli etmeden gözlerimi 
yumdum, o kadar. Bütün isyanım bundan ibaret kaldı. 
Beni görmeye birçok yabancı geliyordu. Hatta bunların içinde eski 
muallime arkadaşlarımdan da vardı. Söylenen sözleri işitmiyor, yalnız 
hepsine aynı titrek tebessümle gülümsemeye çalışıyordum. Bir ihtiyar
yüzüme karşı: 
-Ne talih varmış bunakta? Turnayı gözünden vurdu, dedi. 
downloaded from KitabYurdu.org


406 
Hayrullah Bey, akşam yemeğine doğru eve geldi. Şişman 
vücudunu korse gibi sıkan bir redingot giymiş, gelincik rengindeki tuhaf 
boyunbağı bir yana çarpılmıştı. O kadar mahzun olmama rağmen hafifçe 
gülmekten kendimi alamadım, bu adamcağızı gülünç mevkide 
bırakmaya hakkım olmadığını düşündüm. Kırmızı kravatını çıkarıp 
atarak yerine başka bir boyunbağı taktım. Hayrullah Bey gülüyor: 
-Aferin kızcağız, sen amma iyi ev kadını olacaksın. Gördün mü, 
genç karısı olmanın faziletlerini? diyordu. 
Misafirler dağılmıştı. Yemek odasının penceresi yanında, karşı 
karşıya oturduk. Hayrullah Bey: 
-Küçük, dedi. Niye bu kadar geç kaldım, biliyor musun? Bir 
ziyaret ifa ettim. Munise’nin mezarına birkaç çiçek ile bir parça senin 
gelin tellerinden götürüp bıraktım. Fakir, senin yanında cesaret 
edemezdi, fakat yalnız kaldığımız vakit dilinden düşürmezdi: “Ablam 
gelin olup, tel taktığı vakit, ben de tel takacağım,” derdi. Biçarenin 
kanarya gibi sarı başına teli ben takacaktım amma, olmadı. 
Doktor, bunları söylerken kendimi tutamadım, başımı pencereye 
çevirerek bu mahzun sonbahar akşamının sisleri gibi görünmeyen 
kirpiklerimde kuruyan gizli yaşlarla uzun uzun ağladım. 
Gecenin ilk saatlerini, her akşamki gibi aşağı yemek odasında 
geçirdik. Hayrullah Bey, gözlüğünü takmış, “Rousseau“sunun kalın 
cildini dizlerinin üstüne koyarak köşeye oturmuştu. 
-Gelin hanım, yeni güveyin kitap okuması caiz olmaz amma, 
kusura bakmazsın. Korkma, geceler uzun, yeni geline aşk destanları 
okumaya da vakit bulurum, dedi. 
Kenarını işlemekle uğraştığım mendilin üstüne başımı daha ziyade 
eğdim. Ah, bu ihtiyar doktor! Onu ne kadar sevmiştim. Şimdi ne kadar 
nefret ediyordum. Demek acıdan, mihnetten bunaldığım vakit başımı 
omzuna koydukça o... Bu beyaz kirpikli masum mavi gözler, demek 
bana bir kadın, bir zevce gözleriyle bakmaya tahammül ediyordu. Saat 
downloaded from KitabYurdu.org


407 
on biri çalıncaya kadar bu acı düşünceler içinde bunaldım. Nihayet 
doktor, kitabını masanın üstüne bırakarak gerindi, esnedi. 
-Ey, gelin hanım, yatak vakti geldi. Haydi bakalım; diye ayağa 
kalktı. Ellerimden iğnem, yumaklar dökülerek ayağa kalktım, masanın 
üstünde duran şamdanı aldım. 
Camı kapamak bahanesiyle pencereye yaklaştım, uzun uzun 
karanlığa baktım. İçimden öyle geliyordu ki, usulcacık bu odadan 
kaçayım, karanlık yollara düşeyim. 
Doktor: 
-Gelin hanım, sen fazla daldın. Haydi bakalım, doğru yukarıya. 
Ben onbaşıya bir şey söyleyeceğim, geliyorum, dedi. 
İhtiyar sütnine ile bir komşu kadın, elbisemi değiştirdiler. Tekrar 
şamdanı elime vererek beni kocamın odasına gönderdiler. Hayrullah 
Bey, daha aşağıdaydı. Bir dolabın kenarında ayakta duruyor, göğsümü 
soğuktan muhafaza eder gibi kollarımı kavuşturuyordum. O kadar 
titriyordum ki, şamdan sallanıyor, ara sıra saçlarımın ucunu yakıyordu. 
Nihayet, merdivenlerde, sofada bir ayak sesi. Hayrullah Bey, bir şarkı 
mırıldanarak ceketini çıkararak içeriye girdi. Beni görünce şaşırmış gibi: 
-Kız, sen daha yatmadın mı? dedi. Cevap vermek için ağzımı 
açtım. Fakat dişlerim birbirine çarptı. O, yanıma yaklaşmıştı. Hayretle 
yüzüme bakıyordu. 
-Kız, bu ne hal? Sen benim odamda ne arıyorsun? Birdenbire gür 
bir kahkaha odayı sarstı: 
-Kız, sakın buraya!... 
Sözünü bitiremiyor, gülmekten tıkanıyordu. Ellerini dizlerine 
vurup şakırdatarak, parmaklarını toplayıp ağzına götürerek: 
-Demek sen buraya... Vay aşifte vay! Sahiden karı koca olduk diye 
ha?... Tuu utanmaz, arlanmaz!... Allah cezanı versin! İnsan babası 
yerindeki adama... 
Oda, etrafımda fırıl fırıl dönüyor, tavanlar başıma yıkılıyordu. O, 
downloaded from KitabYurdu.org


408 
parmağını ısırıp utancından adeta kızararak: 
-Vay fesat yürekli aşifte vay! Kız, böyle gecelik gömleğiyle odama 
gelmeye utanmadın mı? 
Bu dakikada kendimi görmek isterdim. Kim bilir kaç çeşit renge 
girmiştim? 
-Doktor Bey, vallahi, ne bileyim öyle söylediler. 
-Haydi, onlar o haltı yedi, ya sen?... Dünyada her şey aklıma 
gelirdi, bu yaştan sonra namus ve iffetime böyle bir yüzsüz kızın tecavüz 
edeceğini zannedemezdim! 
Ah Yarabbî, ne işkence! Yerlere giriyor, kanatacak gibi 
dudaklarımı ısırıyordum. Ben kımıldadıkça, o yalandan şirretlik ediyor, 
pencereye doğru kaçıp fanila gömleğinin yakasıyla boynunu saklayarak: 
-Kız, üstüme gelme, korkuyorum. Vallahi pencereyi açar, yetişin a 
dostlar, bu yaştan sonra bana... 
Ötesini dinleyemeden kapıdan kaçıyordum. Fakat bilmem ne oldu, 
birdenbire döndüm. Kalbimin o daima itaat edilmek lazım gelen 
hareketlerinden biriyle: 
-Babam, benim babam, diye feryat ettim, ağlayarak kendimi 
kollarına attım. 
O da kollarını açmıştı, aynı derin kalp feryadıyla: 
-Kızım, çocuğum, dedi. 
O dakikada alnımda titreyen baba öpücüğünün lezzetini ölünceye 
kadar unutmayacağım. 
Odama girdiğim zaman hem ağlıyor, hem gülüyordum. O kadar 
gürültü ediyordum ki, doktor yanımdaki odanın duvarını vurdu: 
-Kız, evi yıkacaksın, o ne gürültü? Fesatçı komşular kabahati bana 
bulurlar. Bunak, sabaha kadar gelini bağırttı, derler ha! diye seslendi. 
Mamafih kendi de benden az gürültü etmiyordu. Odasında 
dolaşıyor: 
-Bu ahir zaman kızlarından ırzımız, iffetimiz sana emanet Yarabbî! 
downloaded from KitabYurdu.org


409 
diye şirret bağırıyordu. O gece, on defa, o odasında, ben odamda uyanık; 
duvarları vurarak, horoz, kuş, kurbağa taklitleri yaparak birbirimizi 
uyutmadık. 
İşte, gelin olduğum gecenin hikâyesi. Doktorcuğum o kadar temiz 
hisli, temiz yürekli bir adam ki, bana evlenmemizin bir sözden ibaret 
olduğunu söylemeyi bile lüzumsuz görmüştü. Ben, ona nispet ne kadar 
koket ruhluymuşum, Yarabbî? 
Ulvi arkadaşlığımızda o, erkekliğini unutmuştu. Fakat, ben 
kadınlığımı unutmamıştım. Erkeklerin büyük kısmı çok fena, çok zalim, 
bu muhakkak. Kadınların hepsi iyi, hepsi mazlum, bu da muhakkak. 
Fakat erkeklerin, sade kalbiyle ve dinamiğiyle yaşayan pek az kısmı var 
ki, onlardaki gönül temizliğini her kadında bulmak mümkün değil. 
Feride, o gece sabaha doğru uyuyabilmişti. Akşamkinden daha 
kırgın ve yorgun bir halde uyandığı vakit, güneşin hayli yükselmiş, 
saatin on biri geçmiş olduğunu gördü. Mektebe geç kalan çocuklar gibi, 
hafif bir telaş çığlığı ile kendini yataktan attı. 
Müjgân, sofrada bir işle meşguldü. Feride, dargın bir sesle: 
-Aferin sana Müjgân, dedi. Yola çıkacağım gün niye beni böyle 
geç bıraktınız? 
Müjgân, her günkü soğukkanlılığıyla cevap verdi: 
-Birkaç defa odana geldim, o kadar yorgun uyuyordun ki, 
kıyamadım. Korktuğun kadar geç değil Hem galiba vapur biraz 
şüpheliymiş, Marmara’da fırtına var. 
-Ne olursa olsun artık gideceğim. 
-Ben de babama söyledim, senin işinle meşgul olmak için limana 
indi Hazır olsun, vapur gelirse ya araba gönderirim, ya kendim gelir 
alırım, dedi. 
Feride, bu ayrılık gününü böyle düşünmemişti. Müjgân’ın çocukla 
meşgul olduğunu, teyzelerinin her günkü gibi konuştuğunu, güldüğünü 
gördükçe mahzun oluyor, kendine bu kadar az ehemmiyet vermeleri 
downloaded from KitabYurdu.org


410 
kalbini kırıyordu. Kâmran da görünürlerde yoktu. Müjgân, söz arasında 
gizlice: 
-Feride, sana bir iyilik ettim. Kâmran’ı evden uzaklaştırmaya 
muvaffak oldum. Seni fazla mustarip etmemek için bu fedakârlığa razı 
oldu. 
-Şimdi hiç gelmeyecek mi? 
-Galiba iskelede seninle vedaya gelecek... Tabii memnun oldun. 
Gözleri dalgın, hafifçe dudakları titreyerek düşünüyor, parmağıyla 
şakağının ağrıyan bir noktasına basıyordu: 
-Tabii, teşekkür ederim, iyi ettin, dedi. 
Müjgân’a bir sürü kırık, manasız kelimelerle teşekkür ederken 
sevgili çocukluk arkadaşının da gönlünde müebbeden öldüğünü, bir daha 
onunla barışmayacağını hissediyordu. 
Öğle yemeğine oturacakları vakit, komşu bağlarının birinden haber 
geldi. Şehirde kışlık evlerine inmeye hazırlanan belediye reisleri, hem 
bağ komşularına, hem Feride’ye son bir ayrılık ziyafeti vermek 
istemişlerdi. 
Feride: 
-Nasıl olur? Beni almaya gelecekler, diyordu. Teyzeler: 
-Ayıp olacak Feride, beş dakikalık yer. Zaten, senin ne hazırlığın 
var ki, çarşafını şimdiden giyersin, dediler. 
Kendisine evvela bir hasta kedi kadar ehemmiyet vermeyen 
teyzelerin, bu yarı annelerinin yüzüne bakmamak için başını önüne 
indirdi: 
-Peki, olsun, dedi. 
Saat üçe gelmişti, yaprakları sararmış bir çardağın yanından yolu 
gözleyen Feride, Müjgân’a: 
-Bir araba geliyor, Müjgân, zannederim benim için, dedi. 
Fakat tam bu dakikada, sahildeki bir ağaçlığın az ötesinden 
birdenbire bir vapur görünmüştü. 
downloaded from KitabYurdu.org


411 
Feride, yüreği ağzına gelerek: 
-Geliyor! diye haykırdı. Bağa bir telaş düştü. Yeldirmeleri 
getirmek için ahretli kızlar koşuyorlardı. Feride, teyzelerine: 
-Ben, daha evvel gideyim, siz yetişirsiniz, dedi. 
Müjgân’la beraber bağların arasındaki kestirme bir yoldan 
koşmaya başladılar. Çitlerden atlıyor, bahçelerin içinden geçiyorlardı. 
Bahçe kapısının önüne aşçıya tesadüf ettiler. İhtiyar kadın: 
-Küçükhanımlar, ben de size geliyordum. Beyler araba ile geldiler, 
sizi istiyorlar, dedi. 
Aziz Bey’le Kâmran, onları ikinci katın sofasında karşıladılar. 
Aziz Bey, eliyle odayı göstererek: 
-İki münasebetsiz misafir geldi, gürültü etmeyin, dedi. Sonra, 
Feride’yi süzerek: 
-Bu ne hal küçükhanım, kan ter içinde kalmışsın? dedi. Sonra 
gülerek ona yaklaştı, çenesinden tutup gözlerine bakarak: 
-Vapur geliyor amma sana hayrı yok. Kocan razı olmuyor. .. 
Feride, süratle geri çekilerek, şaşkın şaşkın: 
-Enişte, ne diyorsun? dedi. 
-Kocan o kızım, ben karışmam! 
Feride, hafif bir feryatla ellerini yüzüne kapadı. Düşecekti, fakat 
bir el bileklerinden tuttu. Gözlerini tekrar açtı... Kâmran’dı. 
Azız Bey, heyecanlı bir kahkahayla: 
-Ha şöyle, nihayet kafese girdin mi Çalıkuşu? Haydi bakayım, 
çırpın bakalım, çırpın! Bak, artık para eder mi? 
Feride, yüzünü kapamak istiyor, fakat bileklerini Kâmran’dan 
kurtaramıyor, başını sallamak için kıvranıyor, onun göğsünden, 
omzundan başka bir yer bulamıyordu. Aziz Bey, aynı heyecanlı bir 
kahkahayla: 
-Etrafındakiler sana tuzak kurdu, Çalıkuşu; bu Müjgân haini 
esrarını sattı. Allah gani gani rahmet eylesin, merhum senin defterini 
downloaded from KitabYurdu.org


412 
Kâmran’a göndermiş. Ben onu aldığım gibi Kadıya gittim. Kaleminden 
çıkmış bazı parçaları gösterdim. Kadı, geniş kafalı adam, hemen nikâhı 
kıyıverdi; anlıyor musun Çalıkuşu? Bu adam, artık kocan, seni bir daha 
da bırakacağa benzemiyor. 
Feride o kadar kızarmıştı ki, yüzünün rengi ela gözlerine vuruyor, 
gözbebeklerinin içinde kızıl yıldızlar titreşiyordu. 
-Haydi Çalıkuşu, nazlanma artık, görüyoruz ki, saadetten 
bayılıyorsun, “Fena etmedin enişte, ben bunu istiyordum de!” dedi. 
Aziz Bey, yarı zorla ona bu sözleri tekrar ettirdi. Sonra oda 
kapısını açarak muzaffer bir kahkahayla: 
-Şeriat vekilliğine sahibim efendim. Çalıkuşu, pardon Feride 
Hanım namına işte şu Kâmran Bey’i evlendiriyorum. Duayı edin, biz 
âmini burada deriz, dedi. 
Sonra, Feride’ye: 
-Nasıl Çalıkuşu? Parmak kadar yumurcak, bizi senelerce oynatırsın 
ha! Gördün mü, kaç türlü hile yaptım sana? Bahçeden çocuk sesleri 
geliyordu. Aziz Bey: 
-Şimdi tebrikler, el öpmeler uzun sürer. Hepsi kalsın. Kendi elimle 
müthiş bir düğün sofrası hazırlayacağım. Haydi oğlum, bizim 
gevezeliklerimizden size fayda yok. Elbet konuşacaklarınız vardır. Şu 
dar, arka merdivenlerden karını kaçır. Ta uzağa, istediğin yere kadar, 
sonra beraber dönersiniz. 
Kâmran, Feride’yi hemen kollarında uçurarak merdiven kapısına 
koşarken Müjgân arkalarından yetişti. İki arkadaş ağlaşa ağlaşa 
öpüştüler. 
Gözlerinden yaş geldiğini göstermemek için gürültüyle burnunu 
silen Aziz Bey, bir hatip edasıyla kolunu salladı: 
-Ey benim kirazımı çalan Çalıkuşu, onu başkalarına çaldıracağın 
saat çaldı gibime geliyor. Ver onu bana bakayım da hesabımız kesilsin, 
dedi. 
downloaded from KitabYurdu.org


413 
Hâlâ ellerini, Kâmran'dan kurtaramayan genç kızı havaya kaldırıp 
öptükten sonra tekrar Kâmran’ın kollarına attı: 
-Bu gece seni, deniz fırtınasından kurtardık, fakat yanındaki sarı 
fırtına bana daha müthiş görünüyor. Allah yardımcın olsun, Çalıkuşu, 
dedi. 
Dar merdivende yuvarlanır gibi, uçar gibi iniyorlardı. Kâmran, 
kolunu Feride’nin belinden geçirmiş, genç kızı nefes aldırmayacak gibi 
sıkıyor, avuçlarının içinde parmaklarını incitiyordu. 
Merdivenin bir yerine Feride’nin eteği takıldı. Nefes nefese bir 
dakika durdular. Genç kız eteğini kurtarmaya çalışırken Kâmran kesik 
kesik: 
-Feride, sen benim olasın! inanamıyorum. Benim olduğuna kalbimi 
inandırmak için senin ağırlığını duymaya ihtiyacım var, dedi. 
Dudaklarında kesik, tutuk nefesler, vücudunda derin ürpermelerle 
çırpınan Feride’yi zorla -küçük bir çocuk gibi- kucağına aldı, yüzü onun 
bozulmuş çarşafından uçan saçları içinde, ağırlığıyla kuvveti artmış, 
hareketleriyle kanı tutuşmuş, merdivenleri inmeye başladı. Genç kız, 
vücudunda bir uçuruma yuvarlananların ılık titreyişiyle kendini 
bırakıyor, hem gülüyor, hem ağlıyordu. Kapının yanındaki küçük 
taşlıkta yalvarmaya başladı: 
-Halime bak Kâmran. Bu halle nasıl dışarı gideriz? Müsaade et, bir 
dakika odama çıkayım, üstümü değiştireyim, şimdi gelirim. 
Kâmran, onun bileklerini bırakmıyor: 
-İmkân yok, Feride. O bir defa oldu. Seni bir kere ele geçirdikten 
sonra tekrar bırakmam, diye gülüyordu. 
Genç kız, artık uğraşmaya tâkati kalmamış gibi başını Kâmran’ın 
göğsüne koydu, yüzünü saklayarak utana utana itiraf etti: 
-Gittiğime benim de pişman olmadığımı mı zannediyorsun? 
Kâmran, onun yüzünü göremiyor, yalnız çenesini, dudaklarını 
okşayan, seven parmaklarına sıcak gözyaşı damlalarının düştüğünü 
downloaded from KitabYurdu.org


414 
duyuyordu. 
Yolda, onlar hemen hemen kucak kucağa yürüyorlardı. Karşıdan 
iki balıkçının geldiğini görerek ayrıldılar. Hemen hiç konuşmuyorlardı. 
Yan yana yürümek saadeti onları sarhoş ediyordu. 
On sene evvel Feride’yi burada ilk gördüğü bağ yoluna geldikleri 
vakit Kâmran, onu hafifçe omuzlarından tuttu: 
-Sen burasını belki hatırlamazsın, Feride, dedi. Genç kız, yolun 
derinliklerine dikkatle bakarak gülümsüyordu. 
-Bu bakışta manalar var, demek hatırlıyorsun? Feride hafifçe içini 
çekti, bir eski hülyaya gülümser gibi derin, dalgın bir nazarla Kâmran’ın 
yüzüne baktı: 
-O dakikada ne kadar sevinmişim, unutur muyum hiç? dedi. 
Genç adam, bu başın çevrilmemesi, bu gözlerin gözlerinden 
ayrılmaması için onu çenesinden tuttu, ağır, derin bir sesle: 
-Feride, dedi. Bizim bütün sergüzeştlerimiz burada başlıyor. Beni 
dinle, öyle görüyorum ki, bu gözler artık beni anlayabilecek kadar ıstırap 
çekmiş ve düşünmüş. Seni sevmeye başladığım vakit; gülmeden, 
eğlenmeden başka bir şey düşünmeyen hafif, yaramaz bir kız çocuğu, 
ışık gibi, ses gibi elde durmasına imkân olmayan bir Çalıkuşu’ydun. 
Sana karşı derin bir zaafım vardı. Her sabah uyandığım vakit, aşkımı 
kalbimde biraz daha büyümüş buluyordum. Bu derin zaaf, beni hem 
utandırıyor, hem korkutuyordu. Zaman zaman öyle bakışların, öyle 
sözlerin vardı ki, kalbimi derin ümitlerle çırpındırıyordu. Fakat sen, 
çabuk değişiyordun. Bu gülen, eğlenen çocuk gözlerinin içinde uyanan 
nazik, hassas genç kız ruhunun görünmesiyle kaybolması bir oluyordu. 
“Bir çocuk, beni mümkün değil anlamayacak, hayatımı kıracak...” 
diyordum. Hayatını, gönlünü bu kadar derin bir vefa ile bana 
vakfedeceğini ümit edemiyordum. Sen, belki beni görünce; uçan rengini, 
titremeye başlayan bu güzel dudaklarını saklamak için benden 
kaçıyordun. Ben, bunu bir Çalıkuşu hafifliği sanarak kendimi yiyip 
downloaded from KitabYurdu.org


415 
bitiriyordum. Söyle bana Feride, bu kadar derin bir vefayı, bu kadar ince 
bir ruhu, bu küçük Çalıkuşu göğsünün neresine saklamıştın?... 
Kâmran, bir dakika sustu. Sonra beyaz nazik şakaklarında ince ter 
damlalarıyla başını eğerek daha yavaş bir sesle devam etti: 
-Derdim bu kadarla da kalmıyordu, Feride. Seni kendi kendimden, 
hayatımdan, muhtelif saadetlerini birbirinden kıskanıyordum. Dünyada 
zamanla yıpranmayan, kuvvetini kaybetmeyen hiçbir his yok. “Ya bir 
zaman sonra Feride’yi bu kadar sevemezsem, ya bu leziz, nadide 
tahassürü kaybedersem?” diyordum. O vakit, yan yana bitmesinden 
korkulan ışıkları nasıl söndürürlerse ben de öyle yapıyor, hayalini 
gözlerimden uzaklaştırmaya çalışıyordum. 
Dağlarda ismini bilmediğim bir ot yetişir. Feride, insan, onu daima 
koklarsa, bir zaman sonra kokusunu daha az duymaya başlar. Bunun 
ilacı, bir zaman kendini ondan mahrum etmektir. Hatta bazen -sırf o eski 
güzel kokuyu yeniden bulmak hırsıyla-herhangi bir kokuyu, mesela bir 
manasız “Sarı Çiçeği” yüzüne yaklaştırır. 
Bu ot, güzel kokusu için bazen mihnete de uğrar, insanlar, onu 
parmaklarının arasında örseler, hırpalarlar. Feride, seni bu ıstıraptan 
derinleşmiş gözlerin, mahzun düşüncelerden yorulmuş güzel yüzünle 
ben, bu hırpalandıkça kokusu artan çiçeklere benzetiyorum. Beni 
anlıyorsun, değil mi? Çünkü artık, gözlerin gülmüyor, benim bu manasız 
gibi görünen sözlerimle eğlenmiyorsun. 
Feride, uyumaya hazırlanan bir çocuk gibi, kirpiklerinde yaş 
damlaları titreyen gözlerini kapıyordu. Bu heyecanlı yorgunluklardan 
öyle bitap düşmüştü ki, dizleri kesiliyor, vücudunun bütün ağırlığını 
Kâmran’ın kollarına bırakıyordu. Bir rüya içinde, hemen hemen yalnız 
dudaklarının hareketiyle: 
-Görüyorsun artık, Çalıkuşu müebbeden öldü, dedi. Genç adam, 
başını daha ziyade yaklaştırdı, aynı hafif ses: 
-Ziyanı yok, ben Çalıkuşu’nun bütün aşkını bir başkasına, 
downloaded from KitabYurdu.org


416 
Gülbeşeker’e verdim, dedi. 
Kâmran, kollarında gittikçe ağırlaşan bu bitap genç vücudun 
birdenbire canlandığını, bir hayal titreyişiyle kıvrandığını hissetti: 
-Kâmran, onu söyleme, yalvarırım sana. 
Hâlâ Kâmran’ın göğsünde duran başını biraz arkaya atmış, yüzünü 
ona çevirmişti. Kesik, donuk nefesleriyle titreyen gerdanının damarları 
morarıyor, yüzünde, gözlerinde, kızıltılar uçuyordu. 
Kâmran, haris bir inatla tekrar etti: 
Feride, bütün vücudu titreyerek ayaklarının ucunda yükseldi, genç 
adamı omuzlarından çekti. Vücudunun bütün kanı dudaklarında 
toplanmış boynunu uzattı. 
Bir dakika sonra ayrılmışlardı. Feride, uzun bir susuzluktan sonra 
berrak bir dereden kana kana su içen bir kuş gibi canlanıyor, ayağını 
yere vurup yüzünü göstermemek için bir yandan bir yana çevirerek: 
-Ne ayıp, Yarabbî, ne ayıp! Sen sebep oldun vallahi, sen sebep 
oldun, diye hırçınlaşıyordu. 
Yanlarındaki ağacın dalında bir çalıkuşu ötüyordu. 

Download 2,45 Mb.

Do'stlaringiz bilan baham:
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   60




Ma'lumotlar bazasi mualliflik huquqi bilan himoyalangan ©hozir.org 2024
ma'muriyatiga murojaat qiling

kiriting | ro'yxatdan o'tish
    Bosh sahifa
юртда тантана
Боғда битган
Бугун юртда
Эшитганлар жилманглар
Эшитмадим деманглар
битган бодомлар
Yangiariq tumani
qitish marakazi
Raqamli texnologiyalar
ilishida muhokamadan
tasdiqqa tavsiya
tavsiya etilgan
iqtisodiyot kafedrasi
steiermarkischen landesregierung
asarlaringizni yuboring
o'zingizning asarlaringizni
Iltimos faqat
faqat o'zingizning
steierm rkischen
landesregierung fachabteilung
rkischen landesregierung
hamshira loyihasi
loyihasi mavsum
faolyatining oqibatlari
asosiy adabiyotlar
fakulteti ahborot
ahborot havfsizligi
havfsizligi kafedrasi
fanidan bo’yicha
fakulteti iqtisodiyot
boshqaruv fakulteti
chiqarishda boshqaruv
ishlab chiqarishda
iqtisodiyot fakultet
multiservis tarmoqlari
fanidan asosiy
Uzbek fanidan
mavzulari potok
asosidagi multiservis
'aliyyil a'ziym
billahil 'aliyyil
illaa billahil
quvvata illaa
falah' deganida
Kompyuter savodxonligi
bo’yicha mustaqil
'alal falah'
Hayya 'alal
'alas soloh
Hayya 'alas
mavsum boyicha


yuklab olish