Sıcağa dayanamıyorsamz yanan binadan çıkın.
Lisa nihayet arkadaşlarını buldu ve tanımadığım insanlarla birbirimize ya
pışmak suretiyle tanışmak zorunda kaldım.
“Bu, Rosanna,” dedi Lisa kısa boylu bir kızın yanma sıkışarak. Rosanna
kocaman, altın bir haç takmıştı. Kurtarıcı’nın çivili ayakları tam memelerinin
arasında duruyordu. “Bu da Lin,” dedi Lisa. “Goa’daydı. Yeni döndü.”
“Sonunda tanışabildik,” dedi Rosanna. Elini kısa, diken diken saçlarının
arasına daldırırken vücutlarımız tamamen birbirine yapıştı.
Amerikan aksanıyla ama Hint vurgularıyla konuşuyordu.
“Goa’ya neden gitmiştin?”
“Aşk mektupları ve yakutlar için,” dedim.
Rosanna çabucak Lisa’ya baktı.
“Bana bir şey sorma,” dedi Lisa omuzlarını silkerek.
“Ne acayip bir adamsın,” diye cıyakladı Rosanna bana. Sesini bir papağa
nın uyarı çığlığına benzettim. “Gelin. Taj’la tanışmaksın. Her türlü acayipliğe
bayılır.”
Rosanna yoluna çıkanları itip kakarak bizi uzun boylu ve yakışıklı, genç bir
adamın yanına götürdü. Omuzlarına kadar inen saçlarına şu parfümlü yağlar
dan sürmüştü. Aşağı yukarı üç metrelik taş bir heykelin önünde duruyordu.
Heykel yabani bir insanı andıran acayip bir yaratıktı.
Eserin yanındaki madeni levhada adı yazıyordu: ENKIDU. Sanatçı, Lisa’
yanağından öptükten sonra bana elini uzattı.
“Taj,” dedi meraklı bir gülümsemeyle. “Sen de Lin olmalısın. Lisa sende«
çok bahsetti.”
Elini sıktım ve birkaç saniye daha yüzüne baktıktan sonra gözlerim arka
sındaki heykele kaydı. Taj bakışlarımı takip ederek başını hafifçe yana çeviH
“Nasıl buldun?”
“Sevdim,” dedim. “Tavanım biraz daha yüksek olsaydı satın almak ister
dim. Tabii zeminin de sağlam olması gerek.”
Güldü. “Teşekkürler.”
Uzanıp elini taş savaşçının göğsüne koydu.
“Bunun ne olduğunu gerçekten bilmiyorum. Ama onu karşımda dikilirke
görmek için dayanılmaz bir arzu duydum. Ardında daha fazla bir anlam arama.
Mecazi ya da psikolojik bir karşılığı yok.”
“Goethe her şeyin mecaz olduğunu söyler.”
Sütlü kahve gözlerinin içi güldü. “Nefismiş. Kullanabilir miyim? Hatta bel
ki bir levha hazırlatıp bu arkadaşın yanına koyarım. Onu satmama yardımı
olur.”
“Tabii. Yazarlar asıl, insanlar onlardan alıntı yapmayı bıraktığında ölür.”
“Burada bu kadar oyalandığımız yeter,” dedi Rosanna koluma yapışarak.
“Biraz da benimkilere bakalım.”
Lisa’yla beni, konuşan, gülen, içki içen ve sigaralarını tüttüren kalabalığın
arasından geçirdi. Taj’ın heykelinin karşı duvarında, göz hizasında bir dizi alçı
rölyef asılıydı. Üzerlerine bronzla son bir dokunuş yapılmıştı ve bir hikâye an
latıyorlardı.
“Sapna katliamıyla ilgili,” diye açıkladı Rosanna. Gürültüden mecburen
kulağıma bağırıyordu. “Hatırladın, değil mi? Birkaç yıl önce oldu. Delinin teki
hizmetkârları zengin efendilerine karşı ayaklanmaları ve onları öldürmeleri için
gaza getirdiydi. Bütün gazetelerde çarşaf çarşaf haberleri çıkmıştı.”
Evet, hatırlıyordum. Hatta bununla da kalmayıp hikâyenin aslını
Rosannadan ve bütün Bombaydan daha iyi biliyordum. Bir panodan diğerine
geçerek Rosanna’nın eserlerini inceledim.
Birden başım döndü. Dengemi kaybedip elimi duvara koydum. Bu insan
ları tanıyordum. Öldürülenleri ve ölenleri. Sonra da bir sanatçının eserlerinde
minicik figürlere dönüşenleri.
Lisa diğer koluma yapıştı.
“Efendim?” dedim.
“Hadi yeşil odaya gidelim!” diye bağırdı.
«en
»
lamam.
Önüne gelenin öpmek ve tebrik etmek için uzandığı Rosanna’yı izledik.
Nihayet galerinin arkasına vardığımızda rahat bir nefes aldım. Burası nispeten
biraz daha sakindi. Rosanna önümüzdeki kapıyı ritmik bir şekilde tıklattı.
Kapı açıldığında bizi ağır kablolardan sarkan kırmızı motosiklet ışıklarıyla
aydınlatılmış karanlık bir odaya soktu.
İçeride yirmi kadar insan vardı. Sandalyelerde, kanepelerde ve yerde otu
ruyorlardı. Salonun gürültüsünden sonra sessizlikte kulaklarım uğulduyordu.
Tanımadığım bir kız yanıma gelip bana esrarlı bir sigara uzattı ve kısa saçlarımı
okşarken boğuk bir fısıltıyla konuştu.
“Hayatın anlamını öğrenmek ister misin?” diye sordu gerçek olamayacak
kadar uzun parmaklarını yüzüme yaklaştırırken.
“Geç kaldın, Anush,” dedi Lisa ve sigarayı kızın elinden kaptı.
Esrardan derin bir nefes çekip kıza geri verdi.
“Bu Anushka,” dedi bana.
Tokalaşırken Anushka’nın uzun parmakları elimi kavradı.
“Anushka bir performans sanatçısı,” dedi Lisa.
“Yapma ya.”
Anushka yaklaşıp dudaklarını boynuma değdirdi. Elinin başımın arkasını
kavradığını hissettim.
“Durmamı istediğinde söyle,” diye fısıldadı.
Kız boynumu öpmeye başladığında başımı yavaşça çevirdim ve Lisayla göz
göze geldik.
“Doğru söylemişsin. Arkadaşlarına bayıldım. Hiç bu kadar eğleneceğimi
tahmin etmezdim doğrusu.”
“Pekâlâ, bu kadar yeter,” dedi Lisa, Anushka’yı üzerimden alarak.
“Hoppala. Bıraksaydın kız sanatını icra etseydi ya?”
“Yeter,” diye yineledi Lisa sertçe ve beni kolumdan çekiştirip yerde oturan
otuzlu yaşlarda bir adamın yanına çökmeye zorladı.
Adamın tıraşlı kafası pırıl pırıl parlıyordu. Koyu turuncu bir yerel Hint
kıyafeti giymişti.
“Rish’le tanış. Sergiyi o düzenledi. Aynı zamanda katılımcılardan biri.”
“Selam, dostum,” dedi Rish benimle el sıkışırken. “Nasıl, sergi hoşuna
gitti mi?”
“Performans sanatçısı çok başarılı.” Etrafıma bakındığımda, Anushka ken
dine yeni bir mutlu kurban seçmişti.
Lisa koluma vurdu.
“Şaka tabii,” dedim. “Hepsi gayet güzel. Bayağı ilgi çekmişsiniz. Tebrikler*
“Sırf kuru kalabalık değildir umarım,” diye mırıldandı Lisa. “Birkaç eser
satılsa bari.”
“Bence Anushka birilerini ikna edebilir.”
Lisa koluma bir tane daha indirdi.
“Ya da Lisa o işi dayakla halleder.”
Rish bana esrarlı bir sigara uzatırken gülümsedi. “Neyse ki şansımız yaver
gitti.”
“İstemem, teşekkürler. Yanımda yolcu varken kullanmam. Şanslıyız diyor
dun. Ne konuda?”
“Neredeyse sergiyi açamıyorduk. Şu kocaman Ram tablosunu gördün mü?
Turuncu olanı?”
Görmüştüm. Enkidu’nun yanında asılıydı. Yoğun olarak turuncu rengin'
kullanıldığı soyut bir resimdi. Ortadaki figürün Hindu Tanrısı’nı temsil ettiği
ni hemen fark edememiştim.
“Bağnazların ahlak polisiyle başımız derde girdi,” diye anlattı Rish.
“Kendilerine Karma’nın Mızrağı diyorlar. Tabloyu duymuşlar. Galeriyi ka-
j
pattırmaya çalıştılar. Taj’ın babası tanınmış bir avukat. Başbakanın da ahbabı.
Serginin açılması için mahkemeden özel izin aldı.”
“Ressam kim?”
“Benim,” dedi Rish. “Neden?”
“Amacın neydi? Yani ne düşünerek yaptın onu?”
“Yapmamalıydın mı diyorsun?”
“Sadece neden böyle bir tercih yaptığını merak ettim.”
“Sanat özgürlüğü adına.”
“Yaşasın devrim!” diye mırıldandı Anushka ve Rish’in yanma oturup kuca
ğına yaslandı.
“Kimin özgürlüğünden bahsediyorsun? Senin mi onların mı?” diye sordum.
“Karma’nın Mızrağı mı?” dedi Rosanna öfkeyle. “Topunu siktiğimin faşist
leri. Kendilerini bir bok sanıyorlar ama değiller. Birkaç varoşu kim ipler?
“Toplumun kıyısına itilenlerin onları bu hâle getirenlere savaş açması normal.”
“Efendim?” dedi Rosanna kaşlarını kaldırarak.
“Haklısın,” diye araya girdi Rish. “Birkaç şiddet eylemi gerçekleştirdiler.
Ama genellikle dini merkezlerde ve köylerde etkinler. Rahipleri dövüp orada
burada kilise yakıyorlar. Adamların olayı bu. Bombay’da geniş kitlelere ulaşıp
yandaş toplamaları zor.”
“Siktiğimin fanatikleri,” diye lafa karıştı pembe gömlekli, sakallı bir genç.
“Dünyanın en salak insanları.”
“Ben böyle demeye hakkın olduğunu düşünmüyorum,” dedim usulca.
“Ama dedim. Ne olacak?” diye yapıştırdı herif. “Siktir git. Bak bunu da
dedim.”
“Evet, dedin ama bir geçerliliği yok. Ayın bir Divali deseninden ibaret ol
duğunu da iddia edebilirsin ama onun da bir geçerliliği yok. Uzun lafın kısası,
seninle aynı fikri paylaşmayan insanlara aptal demenin hiçbir geçerliliği yok.”
“Ya neler?” diye sordu Rish.
“Bence sen onları ve düşünce tarzlarını benden daha iyi tanırsın.”
“Hayır, lütfen. Fikrini merak ediyorum.”
“Pekâlâ. Bence dindarlar. Sadece dindar da değiller, çok dindarlar. Tanrı’yı
seviyorlar, ona tutkunlar ve tanrılarının inançsızca betimlenmesini inançlarına
saygısızlık olarak görüyorlar.”
“Sen resmimin sergilenmemesi gerektiğini düşünüyorsun o hâlde?”
“Ben böyle bir şey demedim.”
“Kim bu herif?” diye sordu sakallı ortaya.
Rish ona aldırmadı. “Lütfen. Ne demek istedin onu söyle.”
“Sanat yapma ve onu sergileme hakkın olduğunu düşünüyorum. Ama ben
ce her hak, bazı sorumlulukları beraberinde getirir. Ve biz sanatçılar sanat adı
na insanların inançlarını zedelememe sorumluluğunu taşımalıyız. Bunu gerçek
adına yapabilirsin belki. Adalet ve özgürlük adına da. Ama sanat adına olmaz.”
“Neden?”
“Kendini bir sanatçı olarak ifade ettiğinde yüksek bir mertebeye ulaşırsın
da ondan. O zaman da, bizden önceki sanatçıların en iyi yönlerine sadık kal
mak zorundayız. Bu bir görev.”
“Kim bu herif?” diye sordu sakallı. Bu sefer de motosiklet ışıklarıyla konu
şuyordu.
“Yani o insanların sanatımdan rahatsız olması benim suçum mu?” diye sor
du Rish yumuşak bir sesle. Yüzünde dürüst bir ifade vardı.
Onu sevmeye başlamıştım.
“Son kez soruyorum,” dedi sakallı, “kim bu herif?”
“Birazdan dil bilgini düzeltmek zorunda kalacak adamım,” dedim. “Bir
daha bana üçüncü şahısla hitap etmezsen sevinirim.”
“Lin yazar,” dedi Anushka esneyerek. “Şeyi tartışıyorlar...”
“Tartışmaya yer arıyorlar da ondan,” dedi Lisa ve koluma girip beni ayağa
kaldırmaya çalıştı. “Hadi dans edelim.”
Yere monte edilen hoparlörlerden yüksek bir müzik sesi yayılıyordu.
“Ay, bu şarkıya bayılıyorum,” dedi Anushka. Ayağa fırlayıp Rish’i kaldır
-
ya çalıştı. “Hadi Rish. Dans et benimle.”
Bir an Lisa’ya sıkıca sarıldım ve boynunu öptüm.
“Sen keyfine bak. Ben sergiyi bir kez daha dolaşacağım. Dışarıda bulu
şuruz.”
Lisa beni öpüp dans eden gruba karıştı. Ritmik hareketlerle kıvrılıp bükü
len insanların arasından geçtim.
Sergi salonunda, Sapna katliamını betimleyen bronz ve alçı panoları:
önünde durdum. Bunun ressamın mı yoksa benim mi kâbusum olduğunu
çözmeye çalıştım.
Ben her şeyimi kaybettim. En önemlisi de kızımın velayetini. Eroin bağım
lısı oldum, silahlı soygunlara karıştım. Yakalandığımda yüksek güvenlikli bir
hapishanede on yıl ağır hapse mahkûm oldum.
1
Mahkûmiyetimin ilk iki buçuk yılında her gün dayak yedim. O çılgınlıktan
neden kaçtığım üzerine en az yarım düzine mantıklı sebep öne sürebilirim.
Ama gerçek şu ki, bir gün özgürlüğün benim için hayatımdan daha değerli
olduğunu anladım. Ve o gün, bir kuş gibi kafese kapatılmayı reddettim.
Do'stlaringiz bilan baham: |