“Evan,” dedi Wilson sakince. “Evan Wilson. Doğruyu söylediğinizden en
ufak bir şüphem yok. Ama beni anlarsınız umarım. Bay Bradley yle konuşmam
gereken konu tamamen onunla benim aramda.”
“Bize güvenebilirsiniz,” dedim. “Çünkü eğer ondan ne istediğinize
dair bir
ipucu vermezseniz, korkarım Bay Bradley’yle hiçbir zaman görüşemeyeceksi-
niz. Akrep George biraz ürkek ve telaşlıdır. Biz onu böyle kabul edip sevdik.
Yok yere huzursuz olmasını istemeyiz.”
Wilson ruhsuz bir ifadeyle yüzüme baktı. Rüzgâr şiddetlenmişti. Yağmurun
yaklaştığını hisseden birkaç telaşlı yaya bize bakmadan yanımızdan geçip gitti.
Müşteri arayan iki taksi peş peşe yavaşladı ve bizden iş çıkmayacağını anlayınca
yeniden gazladılar. Bunun dışında, sokak ıssızdı.
“Tekrar
ediyorum,” dedi Wilson. “Bu özel bir...”
“Yeter be!” diye bağırdı Divya. “Bir temiz dövsenize şunu. Bakın o zaman
nasıl ötüyor!”
Biz üç erkek şaşkınlıkla ona döndük.
“Ne?” diye çemkirdi Divya. “Amma mıymıntı heriflersiniz! Ay, içime fena
lıklar geldi.”
“Sizi uyarayım,” dedi Wilson hemen. “Otelin güvenlik görevlilerinden bi
riyle anlaştım. Şu anda otoparktan bizi izliyor.”
Naveen’le dönüp söylediği yere baktık. Beş
metre kadar ileride, siyah takım
elbiseli bir yarma duruyordu. Adı, Manav’dı.
Bay Evan Wilson buranın yabancısı olduğu için hata yapmıştı. O yıllarda,
kendinize bir fedai tutmak isterseniz bir profesyonelle anlaşmak zorundaydı-
nız. Ya bir gangsterle ya da eski bir polisle. Manav gibiler risk almaktan kaçınır
dı. Düşük maaşla çalışan bu adamların hayatta hiçbir güvencesi yoktu çünkü.
Yaralanırlarsa sigortaları yoktu. Gidip bir yerde bedavaya tedavi olamazlardı.
Kimseyi dava edemezlerdi. Ve eğer birini yaralarlarsa kefalederini ödeyemedik
leri için hapse girerlerdi. Dahası, Manav iri yarı, kaslı bir tipti ve bütün vücut
geliştirenler gibi spor salonundan uzak kalmaya dayanamazdı. Kırık bir kemik
bunca emekle geliştirdiği pazularını birkaç ayda pelteye döndürürdü.
Ve Manav
boy aynasına sert bakışlar fırlatamadıktan sonra kendini adamdan bile saymazdı.
“Sorun yok, Manav,” diye seslendim. “Otele dönebilirsin. Sana ihtiyacımız
olursa çağırırız.”
İri yarı güvenlikçi gözle görülür bir şekilde rahatladı. “Tamam, Linbaba. İyi
akşamlar, Bay Wilson.”
Güvenlikçi kaslardan kapanmayan kollarını sallayarak otele doğru yürüdü.
Wilson’a hakkını teslim etmek lazımdı. Güvence olarak tuttuğu adamın arka
sından bakarken soğukkanlılığını hiç bozmadı. “Bay George Bradley’nin
özel
hayatına burnunuzu soktuğunuzun farkındasınızdır umarım?” dedi kibarca.
“Ha şunu hileydin, hödük!” diye yapıştırdı Divya.
“Kapa çeneni,” dedi Naveen. “Hem ne biçim konuşuyorsun sen? Hiç ya
kışıyor mu?”
“İstediğimi söylerim. Sana ne? Babam mısın, abim misin?”
“Sizi dinliyoruz, Bay Wilson,” dedim.
“Evan. Size tek söyleyebileceğim şu: Bay Bradley’ye miras kaldı. Kendisi
Ottawa’da bulunan Aeneas Şirketler Grubunun
merhum sahibi Bay Josiah
Bradley’nin yaşayan tek akrabası. Dolayısıyla kendisine kalan parayı alabilmesi
için önce bazı yasal işlemlerin halledilmesi gerekiyor.”
“Tam olarak ne kadar bir meblağdan söz ediyoruz?” diye sordu Naveen.
“İzin verirseniz, bunu Bay Bradley’ye söylemek istiyorum. O isterse, daha
sonra size bilgi verir.”
Wilson’in o meblağı öğreneceğimizden hiç kuşkusu olmamalıydı.
Onu bir
taksiyle Frantic Otel’e götürdüğümüzde ve George’ları aşağı çağırdığımızda
üçü sokağın bir köşesine çekildi ve on beş saniye sonra İkizler avazı çıktığı
kadar bağırdı.
“Otuz beş milyon mu? Oha! Yuh! Çüş! Otuz beş milyon dolar be!”
“Sussana,” diye kızdı Akrep. “Bütün şehir duyacak.”
“Neden korkuyorsun? Daha para bizde değil ki. Bizde olmayan bir para
için boğazlanacak değiliz ya?”
“Ya bizi kaçırırlarsa?” dedi Akrep. Yanlarına gelmemizi işaret etti. “Doğru
demiyor muyum, Lin? Bizi kaçırıp fidye isteyebilirler. Ya kulağımızı ya da par
mağımızı kesip postaya verirlerse?”
“Bombay postasına mı?” diye sordu İkizler. “Onlara iyi şanslar dilerim.”
“Birileri şimdiden plan yapmaya başlamıştır,” diye sızlandı Akrep. “Bir, iki
saate ayıklarlar bizi.”
“Manyaksın oğlum sen,” dedi İkizler. Heyecandan yerinde duramıyordu.
“Beş dakika önce CIA zihinlerimizi ele geçirdi diyordun. Şimdi de kaçırılmaya
taktın. Bir dur yahu.”
“Bence Bay Bradley endişesinde haksız sayılmaz,” dedi Wilson.
İkizler kaşlarını çattı. “Bay Bradley mi? Amma havalı be. Akrep, duydun
mu? Yerinde olsam bu adama bir milyon verirdim. Nasıl olsa otuz dört milyo
nun daha var.”
“Bundan sonra burada kalamazsınız,” dedi Wilson. “Maddi şartlarınız ta
mamen değiştiğine göre hayat standardınızı yükseltmeniz gerekir.”
“Ne yükseltmesi? Bittim ben!” diye mırıldandı Akrep. “Duyuyor musun,
İkizler? Kesin kaçıracaklar beni.”
“Sakin ol, Akrep,” dedim.
“Adam haklı bence,” dedi Divya.
“Gördünüz mü? Eyvahlar olsun.”
“Babam bu kaçırılma olaylarına karşı
hep tetiktedir,” dedi Divya. “Beş ya
şımdan beri kaçırılma eğitimi görüyorum. Zenginsen kaçırılmaya karşı uya
nık olacaksın, arkadaş. Tam güvenlikli bir evin ve zırhlı bir limuzinin olmalı.
Fedaini cüzdanın gibi yanından ayırmayacaksın.”
“Mahvoldum,” diye homurdandı Akrep.
“Kulak kesme olayı da doğru,” dedi Divya. “Ama adam kaçıranlar postayı
kullanmıyor. Özel kuryeleri var.”
“Aman Tanrım.”
“Hatta bir olay duydum. Aile fidyeyi ödeyemeden adamın bütün parmak
larını kesmişler. Sadece bir tane kalmış.”
“Bana bir şeyler oluyor. Bayılacağım galiba.”
Naveen sıkıntıyla iç çekti. “Divya, lütfen.”
“Başka bir olayda çocuğun iki kulağını da kesmişler. Özel tasarım gözlükle
rinin hepsini sağa sola dağıtmak zorunda kalmış.”
“Ay!”
Do'stlaringiz bilan baham: